Gösterilenle yetinmeli miyiz, yoksa saklanan ihtimalleri de araştırmalı mıyız?


“Her şey sonsuz ihtimalin bir parçasıdır.”

Bu cümle, varlıkı olasılık temelli bir yapı olarak ele alır. Varlık sabit, belirli ve tekil değil; aksine, sürekli bir akış içinde mümkün olanın içinden şekillenen bir süreçtir. Bu düşünce, imkan (mümkünlük) kavramını merkeze alan ontolojik yaklaşımlarla örtüşür.

Özellikle Leibniz’in “mümkün dünyalar” teorisiyle bağlantı kurulabilir. Leibniz’e göre Tanrı, mümkün olan sonsuz dünyalar içinden “en iyi” olanı yaratmıştır. Senin cümlen ise Tanrısal bir seçiciliğe değil, insanın veya sistemlerin bilinçli/estetik seçimlerine işaret ediyor.

Burada Gilles Deleuze’ün “oluş” fikri de çağrışım yapar: Gerçeklik, sabit varlıklardan çok sürekli oluşlar, farklar ve potansiyeller üzerinden işler. Yani “her şey”, aslında “her şey olabilecek olanın” yalnızca bir görünümüdür.


“Gösteri, elenmiş ihtimallerin saklanıp ilginç ihtimallerin sergilenmesidir.”

Bu cümle, özellikle estetik ve toplumsal yapı açısından güçlü bir eleştiri içerir. “Gösteri” kavramı, burada hem sanatsal üretim hem de toplumsal temsil biçimlerini kapsar. Bu bağlamda en güçlü çağrışım, Guy Debord’un Gösteri Toplumu (La société du spectacle) adlı eserine yapılabilir.

Debord’a göre modern toplumda gerçeklik, yerini temsile, temsiller ise manipüle edilmiş görselliğe bırakmıştır. Gösteri, hakikatin yerini alan bir simülasyondur. Senin cümlende de benzer bir eleştiri vardır: Sonsuz olasılıklar içinden yalnızca “ilginç”, dikkat çekici veya kabul gören ihtimaller seçilip sunulurken, geriye kalan (belki daha sahici, daha sıradan, daha radikal olan) olasılıklar görünmez kılınır.

Bu aynı zamanda Nietzsche’nin estetik eleştirileriyle de ilişkilendirilebilir. Nietzsche’ye göre sanat, yaşamın katlanılmaz gerçekliğini maskelemek için yaratılmış bir illüzyondur. Bu bağlamda gösteri, yalnızca seçilen ihtimallerin değil, aynı zamanda bir bastırmanın da adıdır.


Fenomenolojik Açıdan:

Husserl ve Heidegger gibi fenomenologlar açısından, her görünen, bir “görünmeyen” zemin üzerinde belirir. Yani her tecrübe ettiğimiz şey, aslında olası diğer tecrübelerin bastırılması pahasına bilince gelir. Senin “gösteri” dediğin şey, fenomenolojik olarak bir “beliriştir” (Erscheinung), fakat bu beliriş, görünmeyeni dışlar.

Heidegger’in meşhur “alet” örneği burada yardımcı olabilir: Alet, kullanıldığında görünmezdir; ancak kırıldığında fark edilir. Aynı şekilde, elenmiş ihtimallerin kendisi, belki de ancak bastırıldıklarında, dışlandıklarında bilinçte bir yankı bulur.