Günlük Hayatın Psikopatolojisinden Doğan Yeni Mit
James Hollis’in “Hayatın İkinci Yarısında Anlam Bulmak” adlı kitabından hareketle sekizinci bölümün özeti burada yer alıyor. Bu bölüm, yirminci yüzyılın başında Freud’un “Günlük Hayatın Psikopatolojisi” adlı eserine atıfta bulunarak başlar. Freud, psikopatolojinin sadece akıl hastanelerinde değil, sıradan günlük yaşamın mekanizmalarında da gözlemlenebileceğini belirtmiştir; bilinçten gizlenmiş dürtülerin, dil sürçmelerine, unutkanlığa ve tehlikeli duyguların kabul edilebilir kılıflarla gizlenmesine yol açtığını detaylandırmıştır. Freud ve Jung gibi düşünürler, insanlığın psikolojik bir anlayış geliştirmesine yardımcı olmuşlardır, çünkü son yüzyılın katliam ve deliliklerinin önlenmesinde eğitim, teknoloji, bilim, sanat ve hümanist başarılar yetersiz kalmıştır. Jung, ruhsal olarak yüklü imgelerin, insanlığı doğaya ve tanrılara bağlayan eski kabile mitolojileri ve kutsal kurumların gücünü yitirmesiyle, insanların psikolojik olmak zorunda kaldığını eklemiştir.
Kaybolan Tanrılar ve Nevrozlar: Jung’a göre, bir tanrının, yani ebedi bir varlığın ölebileceği fikri, bir formun adının silinebileceğini, ancak arkasındaki enerjinin dönüştüğünü ve başka yerlerde yeniden ortaya çıktığını açıklamaktadır. Bir zamanlar insanlığı dört gizem düzenine (aşkın, çevre, kabile ve kişisel kimlik) bağlayan efsanevi imgelerin parlaklığı solmuştur. Tanrıların temsil ettiği ilkel enerjiler kaybolmamış, aksine yeraltına inmiş ve bilinçdışı oldukları için, tanrılar olarak vücut buldukları zamankinden daha büyük bir ruhsal etkiye sahip olmuşlardır. Bu kayıp, kişisel veya sosyal patoloji olarak tezahür eden bir acıya yol açmıştır, çünkü bilinçdışında işlemektedir. Jung, bu derinlik enerjilerinin – göz ardı edilen, yansıtılan, fiziksel hastalığa dönüşen – nevrozlara veya daha kötüsüne dönüştüğünü öne sürer. Günümüzün kültürel “günlük hayatın psikopatolojisi”ni oluşturan da budur.
Varoluşsal Boşluğu Dolduran Modern İdeolojiler: Geçmişte atalarımızın yaşayan mitolojileri varken, modern insan bu ihtiyacı aşmış olduğuna inanır ve bu yüzden doğamızın ham, bazen yıkıcı güçleri karşısında çıplak ve savunmasız kalırız. Bilinçdışında işleyen bu tanrısal enerjilerin boşluğunu dolduran ise günlük hayatın kendisidir. Günümüzde Marksizm ve faşizm gibi ideolojilerin yerini, materyalizm, hedonizm ve narsisizm gibi daha az belirgin ama ruhsal açıdan benzer derecede baştan çıkarıcı ideolojiler almıştır. Bu üçlü, çoğu modern insanın ruhunu harekete geçirir, ancak en nihayetinde iyileştirici veya doğuştan tatmin edici olanla bağlantı kuramadığı için onları hayal kırıklığına uğratır.
Yaygın Psikopatolojiler: Bağımlılıklar ve Parafililer: Hollis, günlük hayatın psikopatolojisini incelerken iki yaygın kişisel ve kültürel formun baskın olduğunu belirtir: bağımlılıklar ve parafililer.
- Bağımlılıklar: Bunlar, genellikle bilinçdışı olan kaygı yönetimi davranışlarımızda bulunur. Modern kültür, derin mitik temelinden koparılmış ruhsal köklerimiz olduğu için bağımlılıkları besler. Bağımlılıklar, varoluşsal kaygıyı azaltmak için yapılan zorlayıcı eylemlerdir, ancak en iyi ihtimalle sadece geçici bir rahatlama sunarlar. Bireyler, bilinçdışı sıkıntıyı hafifletmek için yemek, iş, telefon görüşmeleri veya temizlik gibi tekrarlayıcı aktivitelerle rahatlama arayabilirler. Hollis, bağımlılıkların temelinde yatan kaygıyı fark etmek ve onunla yüzleşmek gerektiğini vurgular; aksi takdirde, hayatlarımız kısıtlı ve tekrarlayıcı bir döngüde kalır.
- Parafililer: Bu terim, arzunun çeşitli tezahürlerini ve modülasyonlarını ifade eder, bazıları kültür tarafından onaylanırken, bazıları yasaklanır. Hollis, arzunun kendisinin tatmin, mücadeleden kaçış, maddi arayışlar gibi yüzeysel hedeflere odaklandığında ruhun gerçek isteklerini göz ardı edebileceğini belirtir. Pornografi, madde bağımlılığı ve toksik tüketim gibi günümüzün parafilileri, ruhun boşluklarını doldurmaya çalışır. Ancak bu tür arzu çarpıtmaları, ruhun derinlikte istediği şeyle nadiren uyum içindedir. Hollis, bu davranışları ahlaki olarak yargılamak yerine, ruhu gerçekten besleyip beslemedikleri açısından değerlendirmeyi önerir.
Başarı ve Ruhun Gündemi: Modern kültürde “başarı”, sorgulanmayan bir simge haline gelmiştir. Ancak ego ve kolektif kültürün “başarı” olarak tanımladığı şey ile ruhun bizden istediği arasında nadiren bir ilişki vardır. Hollis, tanrının amaçladığı kişi olmak, yani ruhun çağrısına uymak, gerçek başarıdır, toplumsal onay veya ego arayışlarından bağımsız olarak. İçsel bir “doğruluk hissi” (meaning) yoluyla bulunur, ki bu bize başkaları tarafından verilemez.
Kabile Hayatının Erozyonu ve Hayal Gücünün Kısıtlanması: Kabile hayatının ve bağlantılı mitik sistemlerin erozyonu, insanları bir arada tutan bağı zayıflatmıştır. Bu kopukluk, “kişilik bozuklukları” olarak adlandırılan durumların artmasına yol açmıştır. Bilinçdışındaki travmatik deneyimler ve bağlantı kopuklukları, bireyin kendisini yara ile özdeşleştirmesine ve kısıtlı bir hayal gücüyle seçimler yapmasına neden olabilir. Irkçılık, bağnazlık ve gerileyici davranışlar, bu kısıtlı hayal gücünden kaynaklanır. Bilinçdışı olan ve tarihsel olarak güçlendirilmiş arketipsel imgelerin gücü, onlar bilinçli hale getirilmedikçe yaşamlarımızdaki özerkliklerini sürdürürler.
Psikolojik Olmak ve Yeni Mit: Hollis, modern bireyin “psikolojik” bir bakış açısı geliştirmesi gerektiğini vurgular. Bu, dünyayı ve kendi yaşamlarımızı daha derinlemesine, gizli motivasyonları, eski gündemleri ve tekrarlayan kalıpları fark ederek okumak anlamına gelir. Bu, aynı zamanda, ruhun bilinçdışı rüyalar aracılığıyla sunduğu devamlı yorumları ve kendi tarihimizdeki ipuçlarını dinlemek demektir.
Modern çağda yeni mit, yukarıdan gelmeyecek, totaliter ideolojiler veya ego odaklı kompleksler aracılığıyla dayatılmayacaktır. Yeni mit, her zaman olduğu gibi, derinliklerden yükselecek, kabileye seslenecek ve bireyi küçülten değil, büyüten şeye hizmet etmeye çağıracaktır. Bu yeni mit, okuyucunun kendi derinliklerinde zaten doğmaktadır; kişiyi geleneksel bilgeliğin ötesine, kişisel otorite ve bütünlük arayışına yönlendirir. Jung’un sözleriyle, “Bilinç her zaman psikenin sadece bir parçasıdır ve bu nedenle hiçbir zaman ruhsal bütünlüğe sahip olamaz: bunun için bilinçdışının sınırsız genişlemesine ihtiyaç vardır”.
Hollis, okuyucuyu kendi yaşamlarında bu derin soruları sormaya, içsel doğruluğu aramaya ve ruhun çağrısına yanıt vermeye teşvik eder. Bu, konfor ve güvenliğin ötesine geçmeyi gerektiren, ancak nihayetinde anlamlı ve zengin bir yaşam sunan bir yolculuktur.



