2024’te –mevcut bilgilerimiz ışığında– ilk Türkçe roman olan Hovsep Vartanyan’ın Akabi Hikâyesi, Aras Yayıncılık tarafından yayımlandı. Betül Bakırcı’nın Ermeni harflerinden Latin harflerine çevirdiği romanın daha önce akademik standartları önceleyen, uzman olmayanlar için okunaklı olmayan transkripsiyonlu bir neşri yapılmıştı. 1991’de Andreas Tietze tarafından hazırlanan ve Eren Yayıncılık’tan çıkan bu versiyona uzun zamandır ulaşılamıyordu. 2023’te de Fatma Jale Gül Çoruk’un gerçekleştirdiği, ancak romanın yazarının, Vartanyan’ın adının kapakta belirtilmediği bir sadeleştirme de Çizgi Kitabevi tarafından basılmıştı. Betül Bakırcı’nın Aras’tan çıkan özenli çevirisi, metnin orijinaline sadakatle okunurluk arasında bir denge tutturmayı amaçlıyor. Önsöz, açıklayıcı dipnotlar, az bilinen kelimelerin açıklandığı bölüm sonu notları ve döneme dair görsellerle okurun metnin bağlamına aşina olmasını amaçlayan Bakırcı, Ermeni harfli Türkçenin kendine has söyleyişlerini tamamen yansıtan bir tercihten çok, metnin imlasıyla günümüz imlası arasındaki bir kesitte konumlanmayı tercih etmiş. Böylelikle yadırgatıcı olanı azaltıp aşinalığı artırmayı, metni bugünün okur kamusuna erişilebilir kılmayı öncelemiş.

Akabi Hikâyesi, Ermeni milletinin içindeki mezhep çatışmalarını ve bu çatışmaların bireyler üzerindeki etkilerini incelikle işleyen bir metin. Hikâyenin ana eksenlerinden biri, Katolik ve Gregoryen Ermeniler arasındaki dinî ayrışmaların karakterler arasındaki ilişkileri şekillendirmesi üzerinden kuruluyor. Vartanyan tarihsel bağlamı eserin bünyesine başarıyla dahil ederek 1820’lerin sonundan 1840’ların ortalarına kadar uzanan bir zaman diliminde dinî ve sosyal dinamiklerin bireylerin yaşamlarına nasıl nüfuz ettiğini derinlemesine anlatmakta. Ana karakterler Akabi ve Hagop’un trajik aşk hikâyesi, mezhepler arası düşmanlıkların bireysel mutluluk ve toplumsal bütünlük üzerindeki yıkıcı etkilerini cisimleştiren bir örnek olarak sunuluyor. Bu aşk sadece iki bireyin arasındaki bir birliktelik değil, aynı zamanda millet içindeki derin bölünmelerin bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
Toplumsal gerilim ve çatışmaların yanı sıra züppelik de romanın kayda değer eksenlerindendir. Türkçe romanın kurucu izleklerinden olan züppelik bu ilk örnekte de Rupenig karakteri üzerinden ete kemiğe büründürülüyor. Aynı zamanda romanın sonlarında, Rupenig’in düğününün gerçekleştiği Büyükdere tasvirleri esnasında Rupenig’i aşan sosyal bir vakıa olarak sinyor figürünün amatör bir etnografisi yapılıyor. Züppenin kendisinin bolca bulunduğu ama “züppe” kelimesinin henüz kullanılmadığı 19. yüzyıl romanlarında bu figürün Arap harfli Türkçe romanlarda “alafranga”, “şık” gibi ifadelerle tanımlandığını biliyoruz. Vartanyan bu roman aracılığıyla züppenin ön-tarihine sinyorluk müessesini de eklemiş bulunuyor.
Hovsep Vartanyan
Akabi Hikâyesi
Kostantaniye Mühendisoğlu Matbaası, 1851.
Aşk ve özgürlük izleğiyse romanın bir başka kurucu unsuru. Akabi Hikâyesi aşkın gücünü ve birey üzerindeki derin etkisini gözler önüne seriyor. Hagop Ağa’nın Alemdağı’nda pencereden gördüğü Akabi’yle karşılaşması onun hayatını değiştiren bir dönüm noktası olacaktır. Bu karşılaşma Hagop’un kalbinde benzeri görülmemiş bir muhabbeti uyandırır ve aşkın kalbini kendi hükmüne almasına neden olur. Aşk burada sadece bireysel bir duygu değil, aynı zamanda insanın içsel dünyasında hüküm süren ve hayatına yön veren bir kuvvettir. Aşkı kaderin tezahürü gibi gören romanda, insanların kendileri için yaratılmış olan kişiyi bulduklarında, onları birbirine bağlayan ilahi bir ilhamla hareket ettikleri ifade edilir. Bu bağ yalnızca maddi bir çekim olarak değil, aynı zamanda açıklanması zor, aşkın bir gücün hükmü altında gerçekleşir. Aşk bireyin özgürlük arayışının bir parçası olarak şekillenir ve Hagop’un ve Akabi’nin hayatlarına anlam katarken, onların kaderini şekillendiren bir hüküm olarak varlığını sürdürür.
Romanda en sık geçen kelimelerden biridir hüküm. Kurumlar, imtiyazlı kişiler, zadeler sıradan insanları hükmü altına almaya, hükümlerine tabi kılmaya çalışırken, Hagop ve Akabi’nin mücadelesi kendileri üzerine tahakküm kuran kişilerin hükmünden çıkmaya, zadelerin hükümranlığı karşısında zat olmaya yöneliktir. Bu bakımdan romanın aşk ideolojisi aynı zamanda bir özneleşme tasavvurunu barındırır. Toplumsallığı aşan, doğal ve ilahi bir hal olarak tasavvur edilen, toplumsallığı, kültürelliği, kurumsallığı, yerleşik normları yırtan bir olay muamelesi gören aşk aracılığıyla kişiler dinin, kurumların ve seçkinlerin koyduğu sınırları ihlal etmeye girişirler; en azından aşk bu ufkun onların önünde belirmesini sağlar. Hagop aşk karşısında kendisine hükmedemez, aşkın kuvvetine yenik düşer ama bu yenilgi diğer tahakküm mekanizmalarını aşacak güç verir ona. Akabi de kurumların ve büyüklerin tahakkümünü baskı ve sefaletin kaynağı addeder.
Düşmanlıkların hüküm sürmesini teşvik ederek yürürlükte olan iktidar kendi gücünü/hükmünü muhafaza etme derdindedir. Bunun en somut örneği Bağdasar Ağa’da görülür: Hem yeğeni olan Akabi hem de Akabi’nin annesi Anna Dudu üzerinde hükmünü mutlak bir surette icra etmeye çalışırken, Anna Dudu’nun ölü bedenini bile Akabi üzerindeki hükmünü sürdürmenin aracı kılmaktadır.
Akabi Hikâyesi farklı mezhepten iki gencin aşk hikâyesi üzerinden dönemin Ermeni toplumunda yürürlükte olan biyo-iktidarı öznel ve toplumsal veçheleriyle teşrih ve teşhir ederken, bedenin ve hayatın kılcal damarlarına kadar hüküm altına alınmaya çalışıldığı koşullarda ölümün, yani tahakküm kurulan bedenin ortadan kalkmasının nasıl bir özgürlük vaadi sunabileceğini de anlatısında cisimleştirir. Bu bakımdan Akabi Hikâyesi geçmişin dinamiklerine dair edebi, tarihsel ve politik önemi kadar bugün süren hüküm tarzlarını, özerklik arzularını, aşk tasavvurlarını ve hayat/ölüm politikalarını düşünmek için de kıymetli bir refakatçi olabilir.
FATİH ALTUĞ
9 Ocak 2025 k24kitap