İçimizdeki Despotu Görmedikçe Dışarıdaki Zalimden Kurtulamayız: Mağdur ve Cellat Arasındaki Kader Bağı

Hayatımızdaki zorluklar karşısında, kendimizi kurban ve bizi mağdur edenleri ise zalim ilan etme eğilimi taşırız. Bu, hem kişisel hem de kolektif (toplumsal ve siyasal) düzeyde, yıllardır süregelen bir psikolojik döngünün ta kendisidir.

Jungiyen analizin temel bir aksiyomu vardır: “İçimizdeki despota kör olduğumuz müddetce dışarıdaki bir Despotu, bazı bir kişiyi veya sistemi bizi mağdur bıraktığı için suçlarız”.

Bu durum, toplumsal yarılmaları ve kişisel acıları sürekli kılan kısır bir döngüdür, zira “mağdur olanla mağduriyete sebep olan birbirine bağımlıdır ve beraber iyileşmeleri gerekir”.

1. Psikolojik Tuzağın Mekanizması: İnkâr ve Yansıtma

İçimizdeki despota kör olmak, kendi gölgemizi (shadow) bilinçdışına itmek demektir. Gölge, bireyin veya toplumun kabul etmediği, baskıladığı yönlerinin toplamıdır. Biz, kendi içsel yıkıcı potansiyelimizle yüzleşmekten kaçındıkça, bu enerjiyi dışarıdaki bir figüre yansıtırız.

  • Dışarıdaki Düşmanı Suçlamak: Bu dışsallaştırma, bize rahatlatıcı bir illüzyon sunar: Sorun bende değil, sistemde, patronda, partnerimde veya öteki partide. Bu illüzyona kapılmak, “rüyalarımızdaki Nazi katilini görmezden gelmek” ile eşdeğerdir. Kendi içimizdeki tiranı kabul edenler, Nazilerin var olduğunu, “kendi evlerimizde masumları toplama kamplarına attığını” bilirler.
  • Bölünmenin Sürmesi: Bu yansıtma (projection) devam ettiği sürece, mağdur ve tiran rolleri kalıplaşır. Mağdur, tiranın varlığına bağımlıdır çünkü onu suçlayarak kendi eylemsizliğini meşrulaştırır. Tiran ise mağdurun edilgenliğine muhtaçtır ki, kendi gücünü ve otoritesini sürdürebilsin. Bu “ya/ya da” (either/or) düşüncesi, bu bölünmenin bir semptomudur ve ataerkil düşünce biçimini sürdürür.
  • Kişisel Sorumluluktan Kaçış: Bu bağımlılık, bireyin kendi hayatının sorumluluğunu almasını engeller. Dışarıdan gelecek bir kurtuluş bekleyen birey, “her şeyi Devlete yükleme eğilimine” girer.

2. Kolektif Tekrar Zorlantısı: Türkiye’deki Mağdur-Cellat Döngüsü

Bu içsel despotluk ve mağduriyet dinamiği, kaynaklarda Türkiye’nin siyasi ve kültürel kutuplaşmasında kolektif bir travma tekrarı olarak detaylıca incelenir.

  • Bastırılanın Geri Dönüşü: Kemalist çizginin (otoriter, laik ve merkezci bir sağ-kanat olarak konumlandırılan) dini ve geleneksel olanı denetim altına alma çabası, muhafazakâr kesimin kimliğini “kapatılmış” bir alan haline getirerek, kolektif bilinçdışının gölgesini oluşturmuştur. Jung’un uyarısı gibi, bastırılan her şey, güçlenerek geri döner.
  • Rol Değişimi ve İntikam: Bu bastırılmış öfke, muhafazakarlığın yükselişiyle “Gölgenin bilince fışkırmasıdır”. Uzun yıllar ezildiğini hisseden grup (mağdur), iktidarı ele geçirince, eskiden kendisine uygulanan muameleyi simetrik bir şekilde “ötekine” (seküler kesime) uygulamıştır. Bu, “Mağdurun Cellat Olması” döngüsüdür.
  • Aynada Kendi Karanlığını Görmek: Bu, Kemalist devletin (baskıcı baba figürü) ile bastırılan çocuk (dindar halk) arasında yaşanan bir yer değiştirme döngüsüdür: “Çocuk, babanın aynasına bakıp onun koltuğuna oturdu — ve aynı araçlarla cezalandırmaya başladı”. Her biri diğerinin aynasında kendi karanlığını görür ama tanımaz.
  • Bölünmüşlüğün Bedeli: Bu, Freud’un “tekrar zorlantısı” (repetition compulsion) dediği travmatik modeli yeniden üretmekten başka bir şey değildir. Bu kısır döngü, toplumun kendi içinde “sürekli birbirini kapatmaya ve bedel ödetmeye çalışan iki düşman kampın” sahnesi olmasına yol açar.

3. İyileşme: İçsel Despotu Devirmek

Bu bağımlılık zincirini kırmanın tek yolu, hem bireysel hem de kolektif düzeyde, dışarıdaki düşmana odaklanmayı bırakıp içsel despota meydan okumaktır.

A. Tiran ve Kurbanı Uzlaştırmak

Gerçek özgürleşme, zorlayıcı tekrar döngüsünü kırarak gelir.

  • Ebeveyn Komplekslerini Etkisizleştirme: Her birimiz, kendi içimizdeki tiranı ve kurbanı sorumluluğunu üstlenerek “eski ebeveyn komplekslerini etkisiz hale getirebiliriz”. Bu, Joan’ın hikayesinde olduğu gibi, rüyasında köpeklerini döven ve kızlarına tecavüz eden (ruhu ve içgüdüleri) “çılgın Heathcliff” (içsel tiran) figürüyle yüzleşmeyi gerektirir.
  • Bütünlüğü Korumak: İyileşme, “kurbanlar ve tiran uzlaştırıldığında” gerçekleşir. Bu, çatışmayı reddetmek değil, **”bilincin genişlemesi için haçtaki iki kolu da tutmak”**tır; yani geçmişle geleceğin, acıyla umudun gerilimini içeride tutmaktır.
  • Gölgeyle İlişki Kurmak: Jung’un da ifade ettiği gibi, “Gölgeyle savaşmak değil, onunla ilişki kurmak gerekir; çünkü o, ruhun bütünlüğünün anahtarıdır”.

B. Yeni Bir Bilinç Düzeyi

Kolektif düzeyde, bu dönüşüm yeni bir psikolojik olgunluk düzeyini gerektirir.

  • Aklın Ruhla Barışması: Türkiye’deki kısır döngü, “ne laik bastırmada ne dindar revanşta” çözülebilir. Çözüm, “aklın ruhla barıştığı, devletin baba olmaktan vazgeçtiği, ve toplumun kendi gölgesiyle yüzleşebildiği bir bilinç seviyesinde” mümkündür.
  • Ortak Zemin: Bu, sadece ideolojik farklılıkları değil, “tarihsel travmalarıyla yüzleşmekten ve kutuplaşma dilini terk ederek ortak bir insani zemin bulmaktan geçer”.

Gerçek özgürlük, “güç iradesinin olmadığı, sevginin hüküm sürdüğü” bir hayata doğru sıçramaktır. Bu, dışarıdaki düşmanı yenmekle değil, içimizdeki baskıcıyı devirmekle başlar. Bu zorlu görevi başardığımızda, mağdur ve cellat rolü sona erer ve yeni bir hayat doğabilir.