İçimizdeki Kurtla Boğuşmak: İsviçreli Hekimin Gözünden O Canavar Ruhu
Yazan: Jungish
Bu ecnebi ruh hekimlerinin işi gücü yok, tutmuşlar insanın içindeki hayvanat bahçesini tanzim ediyorlar. Geçen gün yine o meşhur İsviçreli hekim Carl Jung Efendi’nin talebelerinin yazdığı bir risale geçti elime. Adamlar bu sefer de “kurt” denilen o yırtıcı mahlukun, bizim ruhumuzun en karanlık köşelerinde nasıl cirit attığını anlatıp duruyorlar.
Okudukça, “Aman efendim,” dedim, “bizim şu Pera’nın, şu Galata’sının sokaklarında bu kurtlardan ne kadar çok var da haberimiz yokmuş!” Gelin size bu “kurt arketipi” denilen pek afili lafın aslında ne manaya geldiğini, bizim bildiğimiz, anladığımız dilden bir anlatayım.
Kurt Dediğin Sadece Bir Hayvan mıdır?
Şimdi bu Jung Efendi ve avenesi diyor ki, “Kurt, sadece ormanda gezen, koyunları kapan dört ayaklı bir canavar değildir. O, binlerce senedir insanoğlunun anlattığı masalların, inandığı efsanelerin içinde yaşayan, ruhumuza işlemiş bir kalıptır.”
Yani efendim, bu kurt kalıbı, hepimizin içinde, bir yerlerde pusuda bekleyen bir gölgedir. Lakin işin tuhafı, bu gölgenin tek bir suratı yoktur. Bazen bir kahraman, bazen bir canavar, bazen bir ana, bazen de bir haydut kılığında karşımıza çıkıverir.
- Canavar Kurt: Bu, en bildiğimiz halidir. Kırmızı Başlıklı Kız masalındaki o hain, o büyükanneyi yutan canavar… Bu, bizim en ilkel, en vahşi, en “her şeyi parçalayıp yok etme” arzumuzu temsil edermiş. Düşünün o trafikte, bir anlık hırsla arabadan inip karşı tarafa saldırmaya kalkan adamı… İşte o an, onun içindeki o canavar kurt zincirlerini kırmıştır.
- Asil Kurt: Bir de madalyonun öbür yüzü var. Hani bizim o meşhur Bozkurt efsanesindeki gibi… Milletine yol gösteren, bilge, koruyucu, lider kurt… Bu da insanın içindeki o sadık, o ailesini ve kabilesini korumak için kendini feda edebilecek, o soylu ve savaşçı ruhu temsil edermiş. Mahallemizin namusunu korumak için kendini ortaya atan o eski zaman kabadayılarını düşünün. İşte onlar, bu asil kurdun yeryüzündeki gölgeleriydi.
- Ana Kurt: Bu pek acayip geldi bana! Hani o Roma’yı kuran Romulus ve Remus’u emziren dişi kurt var ya… İşte o da bizim içimizdeki o vahşi, o korumacı annelik içgüdüsüymüş. Evladının üstüne bir toz konsa, en sakin kadının bile nasıl bir canavara dönüşebileceğini, nasıl pençelerini çıkarabileceğini hiç görmediniz mi? İşte o an, o “ana kurt” uyanmıştır.
- Kanun Kaçağı Kurt: Bir de o tek başına gezen, sürüden atılmış, kendi kanunlarıyla yaşayan “yalnız kurt” vardır. Ne topluma uyar, ne de nizama… Başını alır gider. Bu da bizim içimizdeki o “bana kimse karışamaz, ben kendi yolumu kendim çizerim” diyen asi, o anarşist ruhu temsil edermiş. Sanatçılar, dâhiler, bir de tabii serseriler hep bu kabileden çıkarmış.
Velhasıl Kelam: İçimizdeki Sürüyle Nasıl Baş Edeceğiz?
Bu İsviçreli hekimin laflarını alt alta koyunca ortaya pek bir tuhaf manzara çıkıyor. Meğer hepimizin içinde hem bir canavar, hem bir kahraman, hem şefkatli bir ana, hem de kanun kaçağı bir haydut aynı anda yaşıyormuş.
Bazen biri öne çıkıyor, bazen diğeri… Mesele, bu içimizdeki kurt sürüsünü nasıl idare edeceğimizdir. O canavar kurda gem vurup, o asil kurdun bilgeliğine kulak verebiliyor muyuz? O ana kurdun şefkatini, o haydut kurdun özgür ruhuyla dengeleyebiliyor muyuz?
Bu dengeyi kuramayan, ya içindeki canavarın kölesi olup etrafına dehşet saçar ya da o asil kurdu bastırıp pısırık, sünepe bir mahluka dönüşür.
Diyeceğim o ki azizim, bu “kurt” meselesi mühim. Bir dahaki sefere, kendinizi en vahşi, en yırtıcı veya en sadık, en koruyucu hissettiğinizde bir durup düşünün. Acaba o an hangi kurdunuz zincirlerinden boşanmış da, ruhunuzun ormanlarında dört nala koşuyor?
Aman efendim, kurdunuza sahip çıkın! Yoksa o size sahip çıkarsa, halimiz nice olur, orasını Allah bilir!



