İktisatçılar ve İnsanlar – Ayşe Buğra

İktisat kuramlarıyla gerçek hayat arasındaki kopukluk, gerçek hayatın bireylerini, “insanlar”ı nasıl etkiliyor? İktisatta yöntem ya da yöntemler ne olmalı ki, iktisat krizleriyle insanî krizlerin paralel seyri engellenebilsin? Ekonomik aklın çok şeye egemen olduğu, hayatın merkezine yerleştiği bir dönemde, iktisattaki yöntem tartışmalarına “insan”ı unutmadan gerçekleştirilen bir katılım, çok yönlü bir araştırma.


– “Bana öyle geliyor ki efendim siz, şeyleri -hem
nesneleri hem de insan düşüncelerini kastediyorum- bunların kendilerinden daha güçlü ve daha
incelikli sözcüklerle bir araya getirip birleştiriyorsunuz. Sözcükler yetersiz kalınca da, rakamlar,
harfler, işaretlerle … sanki çelik kablolarla birleştirir
gibi.”
Filozof, gururlu bir gülümsemeyle:
– “Onlara mantık ve cebir derler” dedi. “Mükemmel bir biçimde sarih denklemler, uygulandıkları
düşünceler ve nesneler ne olursa olsun, her zaman
açık ve kesin.”
– “Bütün saygımla birlikte efendim, bana öyle geliyor ki, böyle birleştirilen şeyler oracıkta ölüyorlar
ve bu simgelerle sözcüklerden ayrılıyorlar, aynı çürüyüp düşen et gibi…”
MARGUERITE YOURCENAR
Comme l’eau qui coule.


GİRİŞ

İkinci Dünya Savaşı’ndan 1970’lere kadar iktisatçılar yöntem
sorunlarıyla fazla ilgilenmediler. Bununla birlikte, özellikle
Kuzey Amerika’da, öğrencileriyle sıcak ilişkiler kurmaya
önem veren iktisat hocalarının, İktisada Giriş derslerine doğrudan doğruya yöntem sorunlarını konu alan, oldukça ünlü
bir fıkrayla başlamaları seyrek rastlanan bir şey değildi. Fıkra
şu: Bir gemi kazasından sonra, bir kimyager, bir fizikçi ve bir
iktisatçı birlikte ıssız bir adaya düşmüşler. Bu arada gemiden
birkaç kutu konserve almayı da başarmışlar. Bir süre sonra
karınları acıkmış ve yanlarında konserve kutularını açacak
bir şey bulunmadığını farketmişler. Bunun üzerine, bu üç
akıllı kişi, alıştıkları mantık yürütme süreçlerini kullanarak
bir çözüm aramaya başlamışlar. “Kutuları ısıtalım” demiş
kimyager, “böylece patlayarak açılmalarını sağlar, içindekileri
toplarız.” Fizikçi ise: “Bence kayalara çarparak parçalamayı
denemek daha iyi bir çözüm” demiş. Sonra, herhalde konu
ekonomik yönü ağır basan bir konu olduğu için, son sözü
iktisatçıya bırakmışlar. İktisatçı: “Sakin olalım” demiş, “varsayalım ki elimizde bir konserve açacağı var…”
İktisatçılar uzun yıllar kuramlarını ellerinde bir konserve
açacağı olduğu varsayımına dayanarak geliştirdiler. Bu varsayımın gerçekdışı niteliğinin, dolayısıyla kuramlarla gerçek dünya arasındaki kopukluğun farkında olmadıkları
söylenemez. Bu kopukluk iktisadın ortaya çıkışından beri
yöntem tartışmalarına konu olmuştu. Ama kuramların gerçekten kopuk varsayımlar temelinde geliştirildiğinin farkında olan iktisatçılar, bu kuramlardan vazgeçmenin iktisadın
gelişmesiyle ilgili olarak yaratabileceği sorunların daha çok
farkındaydılar. Dolayısıyla, yöntem tartışmalarının yöntem
alanında kalmasına, yapılan işi etkilememesine özellikle
dikkat edildi. Ama belirli dönemlerde, yöntem sorunlarının
disiplinin bütününe yayılıp genel bir sorgulamaya dönüşmesi engellenemedi. Bu dönemlerde “iktisadın krizi” belirgin bir tema olarak ortaya çıktı. Sözü edilen kriz, iktisatçıların araştırma konularını ve araçlarını seçerken, değişik
kuramların geçerliliklerini tartışırken, araştırma sonuçlarını
üreticilerin, tüketicilerin ve politikacıların kullanımına sunarken, hattâ sınıfa girip ders anlatırken karşılaştıkları sorunlarda kendini gösteren bir kriz. 1970’lerden beri, iktisadın böyle bir kriz dönemine girmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer kriz dönemlerinde olduğu gibi, bu dönemde de, yöntemle ilgili konulara duyulan ilginin arttığını, yöntem tartışmalarının yoğunlaştığını görebiliyoruz.
Bu çalışma, dönemin özelliklerini yansıtan bir yöntem
çalışması olarak planlandı. Ama birçok açıdan tipik bir
yöntem kitabı değil. Çalışmanın tipik yöntem metinlerinden hangi noktalarda ayrıldığını tartışmaya geçmeden önce,
yöntem kavramı üzerinde durmak yararlı olacak. Bir bilim
dalının, bir disiplinin, örneğin iktisadın yöntemi denildiğinde, akla araştırmacıların ve uygulayıcıların kullandıkları
teknikler bütünü gelebilir. Ama yöntem tartışmalarının
kapsamına giren sorunlar bu tanımı epeyce aşıyor. İktisat
10
bilgisinin niteliği, nasıl edinildiği ve nasıl kullanıldığıyla ilgili bütün sorunlar, bu bağlamda tartışılabilecek sorunlar.
Doğal olarak, iktisat bilgisinin temellerini ve kullanım biçimlerini, genelde bilginin temelleri ve bilgi kullanımıyla ilgili sorunlardan bağımsız olarak tartışmak çok güç. Bunun
için de iktisadın yöntemi, “bilme yolları ve iktisat bilgisi”
adı altında ele alınabilecek bütün konuları kapsayan bir
alan olarak karşımıza çıkıyor. Tipik yöntem metinlerinde
bulduğumuz, bu konuların ayrıntılı bir dökümü ve iktisatçıların bu konulara nasıl yaklaştıklarıyla ilgili tartışmalar.
Bilgi edinme yolu olarak tümevarımın mı, tümdengelimin
mi kullanıldığı, kuram içinde varsayımların yeri, kuramın
ana işlevi olarak tahminlerin mi, yoksa açıklamaların mı ön
plana çıktığı, değer yargılarının kuramları etkileyip etkilemedikleri gibi konular, bu tartışmalarda ele alınan konuların en önemlileri. Genellikle bu tartışmalar, iktisadın belirli
alanlarından, özellikle yöntem sorunlarının yoğunlaştığı refah iktisadı veya dış ticaret kuramlarından alınma örneklerle desteklenerek tamamlanıyorlar.
Ama konuya farklı vurgularla yaklaşmak da mümkün.
Örneğin, iktisatçının bilgisinden çok, iktisatçının dünyaya
bakışıyla ilgilenebiliriz. Daha doğrusu, iktisat bilgisinin niteliğine, iktisatçının dünyaya bakışını belirleyen unsurlardan yola çıkarak yaklaşabiliriz. Tarihin belirli bir döneminde, belirli bir sosyal ortamda, herhangi bir disiplinden birinin dünyaya bakışıyla, o döneme özgü inançlar, istekler ve
kaygılar arasında bir ilişki olacağı açık. İktisadın ve iktisatçının özel durumunda iyice belirgin ve önemli olan bu ilişki, tek yönlü bir ilişki de değil. İktisat düşüncesi, yalnızca
içinden kaynaklandığı toplumun inançları, değerleri ve
kaygılarını yansıtmıyor, aynı zamanda bunların biçimlenişlerinde, insan davranışları ve kurumsal yapıları etkileyişlerinde de önemli bir rol oynuyor. Yani iktisatçı, varsayımlarını geliştirirken, topluma hakim olan dünyaya bakış bi11
çimlerinden etkileniyor, sonra da toplum üzerinde bu biçimlerin hakimiyetini pekiştirecek yönde bir etki yapıyor.
Bu etki, kısmen, iktisat politikaları kanalıyla, kısmen de iktisatçının toplumun “kendini anlamasına” yaptığı katkı yoluyla gerçekleşiyor. Yukarıda değindiğimiz “gerçekçi olmayan varsayımlar” sorunu, iktisat düşüncesiyle iktisat düşüncesinin toplumsal çerçevesi arasındaki bu karşılıklı etkileşim bağlamında ele alınabilecek bir sorun. Sorunu bu
bağlamda ele aldığımız zaman, gerçekçi olmayan varsayımların nereden kaynaklandıklarını, nasıl bir işlev gördüklerini ve bunlardan vazgeçmenin neden bu kadar güç olduğunu görebiliyoruz.
Çalışmamız, yöntem konusuna bu açıdan yaklaşıyor ve
seçtiği yaklaşımla yalnızca iktisatçılar için yazılmış standart
bir yöntem metninden farklı özellikler taşıyor. Bu farklılık,
kendini ilk olarak tartışma çerçevesinin çizilişinde gösteriyor. Burada sözkonusu çerçeveyi, yalnızca iktisatçıların ilgilendikleri konuları nasıl ele aldıklarını kapsayacak biçimde
değil, bu konuların nasıl tanımlandığını da kapsayacak biçimde çiziyoruz. İktisatçıların işlerini yaptıklarının yanısıra, yaptıkları da, yani iktisadın konusu ve tanımı da gündeme geliyor. İktisadın tanımı bir veri olmaktan çıkıp üzerinde düşünülen bir konu olmaya başlayınca da, birey, ekonomi ve toplum arasındaki ilişkiden sözetmek durumunda
kalıyoruz. Bu noktada iktisadı artık “ekonomi bilgisi” olarak değil, birey, ekonomi ve toplum arasındaki ilişkinin belirli bir algılanışı olarak ele alıyoruz.
Disiplinin temel varsayımı, yani iktisatçıların sahip olduklarını varsaydıkları konserve açacağının niteliği, bu algılanış biçimini yansıtıyor. Konserve açacağı, insan davranışlarıyla ve bu davranışların ekonomi ve toplum düzeyinde yolaçtıkları sonuçlarla ilgili. Yani disiplin, iktisatçıların
insanlarla ilgili görüşleri üzerinde duruyor. Dolayısıyla
12
yöntem tartışmalarında ele alınan temaların hepsi, bir ana
temaya, iktisatçının insan anlayışının oluşturduğu temaya
bağlı olarak ortaya çıkıyorlar. Çalışmamız adını bu fikirden
alıyor ve fikir doğrultusunda diğer yöntem çalışmalarından
farklı bir yol izliyor. Bu çalışmada, çeşitli yöntem sorunlarının bir dökümünü yapıp, bunları tek tek ele alacak yerde,
yöntem konusuna sözünü ettiğimiz tema çerçevesinde yaklaşıyor ve bu temanın iktisadi düşünce tarihi içindeki
önemli yöntem tartışmalarında nasıl ortaya çıktığına kronolojik olarak bakıyoruz.
İktisadın sosyal düşüncenin bütünden ayrışmış, özerk bir
disiplin haline gelmesinin önkoşulu, toplumun bütününden ayrışmış bir ekonomi alanının kavramsallaştırılabilmesi. Yani, iktisadın kendini tanımlayabilmesi için, önce ele
aldığı sorunların içinde yeraldığı alan olarak ekonomiyi tanımlaması gerekiyor. Ekonominin üretim, bölüşüm ve tüketim faaliyetlerinin bütünü olarak tanımlanması bunun
için yeterli değil. Sosyal doku içinde bu faaliyetlerin ayrıştırılabilmeleri, bu faaliyetler içinde girişilen ilişkilere özel
kavramlar ve kuramlarla yaklaşılabilmesi için bir adım daha atılması gerekli. Daha doğrusu, 18. yüzyılın sonunda,
sosyal düşüncenin henüz farklı disiplinlere bölünmemiş bir
bütün oluşturduğu dönemde, bölünmenin sağlanabilmesi
için bu adımın atılması mutlaka gerekliydi. Özerk bir iktisat disiplini içinde sözünü ettiğimiz kavram ve kuramların
iyice yerleştiği ve geliştiği günümüzde, bunlara dayanarak
iktisadı tanımlamak mümkün olabilir. Hattâ enterdisipliner
bir yaklaşımın, iktisadın mutlaka siyaset biliminin, sosyoloji ve antropolojinin kaynaklarından yararlanması gerektiği
inancının benimsenmesi bile, iktisadın ayrı bir kişiliği olabileceği görüşüne ters düşmek durumunda değil. Bugün,
“iktisat, iktisatçıların yaptığı işe verilen addır” diyebiliriz ve
işin diğer sosyal bilim dallarıyla ortaklaşa girişilen araştır13
malar içinde mi, yoksa bağımsız olarak mı yürütülmesinin
daha iyi olacağını tartışabiliriz. Ama bu noktaya gelinmeden önce, işin çerçevesinin çizilmesini ve iş aletlerinin geliştirilmesini içeren bir süreçten geçilmesi gerekiyordu.
Sözkonusu işin ve iş aletlerinin niteliğini yakalayabilmek
için iktisada baktığımızda, farklı alanlarda kullanılan sayısız farklı kuramla karşılaşıyoruz. Ama aynı zamanda da, bu
kuramların, bir genel kuramın temel özelliklerini paylaştıklarını ve böylece bir bütünün parçaları olarak ortaya çıktıklarını görebiliyoruz. İktisatçılar her alanda bu genel kuramdan kaynaklanan problemleri çözüyorlar. Bunların, fiyat
mekanizması yoluyla dengeye gelen piyasalarla ilgili maksimizasyon ve minimizasyon problemleri olduklarını söyleyebiliriz.
İktisatçının yaptığı işi tanımlayan bu problemlere kaynaklık eden genel kuram, ekonomik davranışları genelde
insan davranışlarından ayıran bir varsayım temelinde duruyor. Bu varsayıma göre, her toplumda ve her dönemde,
ekonomik faaliyetleri yönlendiren kişisel çıkar dürtüsüdür.
Yani ekonomik faaliyetlerinde insan kişisel çıkar dürtüsüyle
hareket eder. 19. yüzyılın sonuna kadar iktisat zenginlik olgusuyla, bireylerin ve ulusların zenginliğiyle ilgili bir disiplin olarak düşünülmüş. Bu bağlamda da, varsayımın içerdiği kişisel çıkar kavramı maddi çıkarla özdeşleştirilmiş. 19.
yüzyılın sonunda, nesnel emek değer kuramı yerini öznel
fayda kuramına bırakırken, iktisat yalnızca maddi zenginlikle ilgili bir disiplin olmaktan çıkarak, genel bir seçim kuramı (theory of choice) haline gelmiş. Ama bu, disiplinin
temel özelliğini, yani veri olarak alınan amaçlarla bu amaçlara ulaşmak için kullanılan araçlar arasındaki ilişkiyi bencil bireyin davranışları temelinde inceleyen bir kuramlar ve
yöntemler bütünü olma özelliğini, ortadan kaldırmamış.
Rasyonel oluşu, faaliyetlerinde en çok kârı veya faydayı
14
sağlamak üzere en uygun araçları seçmekten başka bir şey
düşünmemesine, başka bir şeyden etkilenmemesine bağlı
olan rasyonel ekonomik birey tipi, homo oeconomicus, disiplinin merkezindeki yerini korumuş. İktisatçıların yukarıda tanımladığımız biçimiyle işlerini yapabilmelerini, yani
fiyat mekanizması yoluyla dengeye gelen piyasalarla ilgili
maksimizasyon ve minimizasyon problemleri çözebilmelerini sağlayan, insanların rasyonel davrandıklarını öne süren
ve rasyonel davranışları homo oeconomicus’un davranışlarıyla özdeşleştiren bu varsayım.
Biz bu çalışmada, bu varsayımın ancak kurumları ve değerleriyle bir piyasa toplumu içinden kaynaklanabileceği
fikrinden yola çıkıyoruz. Dolayısıyla çalışmanın çerçevesini
çizerken, bu fikrin gelişmesine katkıda bulunmuş yazarların, özellikle Karl Polanyi’nin ve L. Dumont’un görüşlerinden büyük ölçüde yararlanıyoruz. Bu yazarların çalışmalarında öne sürüldüğü gibi, iktisadın temelindeki davranışsal
varsayım, insanı piyasa ilişkileri içinde ele alıyor ve ekonomiyi bu ilişkilerden oluşan bir alan olarak tanımlıyor. Burada ekonomi, piyasaya indirgenerek algılanıyor ve toplumun
bütününden böyle ayrıştırılıyor. Piyasa, insanların alışveriş
amacıyla biraraya geldikleri yer demek. Sosyal statüleri, dinî ve sosyal görüşleri, birbirlerine duydukları sevgi veya
nefret hiç önemli değil. Aralarındaki bağ, değiş tokuş ettikleri nesneler aracılığıyla kuruluyor. Önemli olan, birbirlerinden alıp birbirlerine verecekleri şeyler. Yani piyasa, insanların, kim olduklarından bağımsız olarak, herhangi bir
kurumsal zorlamanın dışında, kendi özgür iradeleriyle karşı karşıya geldikleri bir yer. Amaç, yalnızca değişimden kişisel bir yarar sağlamak ve taraflar bu ilişkinin kendilerine
bir yarar sağladığını düşündükleri ölçüde piyasa ilişkilerini
sürdürüyorlar.
Birçok değişik toplumda, yer yer, bu tür karşılaşmalara,
15
bu tür ilişkilere rastlanıyor. Piyasa ekonomisi ise, piyasa
toplumuna özgü bir şey. Burada, ekonomik faaliyetin tamamı, toplumsal müdahaleden bağımsız, denetime tabi olmayan piyasalar tarafından gerçekleştiriliyor. Giderek, emek,
toprak ve sermaye, temel üretim araçları, serbest piyasalarda mübadele ediliyor ve değerleri serbest piyasalarda belirleniyor. Toplumsal amaçlar ve ilkeler, kültürel normlar, siyasal kaygılar, kimin ne üretip ne tüketeceğini, malların
hangi koşullarda satılacağını belirlemekte etkisizleşiyorlar.
Ekonomik ilişkilerin, piyasa ilişkileriyle, özgür bireylerin
kişisel çıkar sağlamak amacıyla giriştikleri ilişkilerle özdeşleşmesi böyle bir toplumda gerçekleşiyor.
Tarihte bu modelin özelliklerini tam olarak taşıyan bir
toplumun varolup olmadığı tartışılabilecek bir konu. Ama
Batı Avrupa’da piyasaların yaygınlaşıp, 18. yüzyılın sonu ve
19. yüzyılda ekonomiye hakim olmaları, bu modelin evrensel bir gerçekliği olduğu inancının benimsenmesine yolaçmış. Evrensel uygulanabilirliği olan bir iktisat kuramının
varlığına duyulan inancı açıklayan da, aynı tarihsel süreç.
Temel davranış ilkesi olarak kişisel çıkar dürtüsünün kaynakları ve işlevi, sözkonusu tarihsel süreçten ve onun bir
parçasını oluşturan düşünce akımlarından yola çıkarak incelenebilecek bir konu.
Bu incelemeyi yönlendiren soru, “İktisatçılar neden kişisel çıkar dürtüsünü temel davranış ilkesi olarak kabul etmişlerdi?” sorusu. Biz bu soruya cevap vermeye çalışırken,
Adam Smith’in çalışmalarını büyük ölçüde etkilediklerini
düşündüğümüz iki amaçtan yola çıkıyoruz. Bu amaçlardan
birine, Smith’in “bilimsel” amacı, diğerine “siyasal-ahlâki”
amacı adını verebileceğimizi düşündük. Bunların ikisi de,
Batı’da piyasa toplumunun geliştiği dönemin inanç ve ideallerini yansıtan amaçlar. Bilimsel amaç, toplumun, araştırıcının öznel değerlerinden bağımsız bir biçimde, akılcı yön16
temlerle, doğa bilimlerinin nesneleri gibi evrensel açıklayıcı
ilkeler yardımıyla incelenebileceği inancını yansıtıyor. Bu
inanç, hem doğa bilimlerinin kullandıkları yöntemlerle ilgili bir anlayışı, hem de bu çok etkileyici sonuçlar vermiş
yöntemlerin sosyal düşünceye uygulanabilecekleri fikrini
içeriyor. İnsanların yukarıda tanımladığımız biçimde rasyonel davrandıkları varsayımı, ekonominin rasyonel yöntemlerle, “bilimsel” olarak açıklanabileceği fikrinin temelini
oluşturuyor.
Siyasal-ahlâki amaç ise, piyasa ilişkilerinin özelliklerini
yansıtan bir toplum idealine bağlı olarak tanımlanabiliyor.
İnsanların piyasada hiçbir dış zorlamaya bağlı olmadan biraraya geldiklerini, toplumsal konum farklarından, bu farklardan kaynaklanan sosyal güç eşitsizliklerinden arınmış
bir ilişkiye girdiklerinden sözettik. Ekonomik faaliyetin
serbest piyasalar tarafından yönlendirildiği bir ekonomik
sistem de, aynı doğrultuda, özgür ve eşit bir sistem olarak
algılanabiliyor. Denge kavramının iktisat içinde taşıdığı
öneme yansıyan “kendiliğinden düzen” fikri, bu tür bir algılamanın sonucu olarak ortaya çıkıyor. Kimsenin iyi niyetine bağlı olmadan, insanın insan üzerinde güç kullanmasına gerek kalmadan, ihtiyaçların karşılanmasını sağlayabilen, dolayısıyla öznel, keyfi uygulamaları dışlayan bir kendiliğinden düzen fikrinin çekiciliği, böyle bir düzenin kavramsallaştırılmasında kullanılan kişisel çıkar dürtüsü varsayımının iktisat açısından taşıdığı önemi açıklayan ikinci
unsur.
Bu çalışmada, sözünü ettiğimiz iki amacın, farklı dönemlerde farklı ağırlıklar taşıyarak iktisatçıların yöntem konusuna yaklaşımlarını belirlemiş olduklarını göstermeye çalışıyoruz. Ama bu yaklaşımlarda gözlemlenen bir özellik daha var. Bu, iktisatçıların çoğunun, kuramlarının temelindeki varsayımın sınırlarını aşma gereğini duymalarıyla ilgili.


KÜNYE
İktisatçılar ve İnsanlar
Ayşe Buğra
İletişim Yayınları
11. baskı – Kasım 2018
407 sayfa


İÇİNDEKİLER

Giriş………………………………………………………………………………………………………………9
İkinci Baskıya Giriş ………………………………………………………………………….27
BÖLÜM 1
Ekonomiler ve Toplumlar …………………………………………………………..45
Aristo Neden İktisada Önemli Bir Katkıda Bulunmadı? ……………….45
Bireyin Mülkü ve Mülk Sahibi Birey……………………………………………………61
Adam Smith ve Bilimsel İktisadın Doğuşu………………………………………..88
Marx’ta Bireyci Toplum ve Yöntemsel Bireycilik…………………………..104
BÖLÜM 2
‹ktisad›n ‹lk Yüzy›l›……………………………………………………………………….115
“Mantık Sistemi”nden “Siyasal İktisadın Tanımı”na…………………..120
Siyasal İktisat Bilimi ve Bilimin Sınırları……………………………………………134
İktisadın İlk Krizi…………………………………………………………………………………….149
Zenginlik Biliminden Seçim Kuramına Doğru……………………………….168
BÖLÜM 3
Korkulu Y›llarda Yöntem Tart›flmalar›……………………………181
Mantıksal Pozitivizm ve Yöntemsel Monizm Tartışmaları…………182
Hayek ve Bilimselciliğin Eleştirisi……………………………………………………….195
Popper, Yöntemsel Monizm ve Sosyal Bilimin İşlevi……………………208
BÖLÜM 4
Homo Oeconomicus’a Karfl› Üç Liberal:
Hutchison, Knight ve Keynes………………………………………………..237
Hutchison ve Knight: Bir Polemiğin Gizlediği Benzerlikler……….237
Keynesgil Makro İktisadın Mikro Temelleri……………………………………255
BÖLÜM 5
Keynes Sonras›nda Ekonomik Rasyonalite…………………277
Friedman’a Göre Pozitif İktisadın Yöntemi……………………………………277
Meslektaşlarını Korkutan İki İktisatçı:
Leibenstein ve Simon……………………………………………………………………………292
BÖLÜM 6
Kriz ve Krize Tepkiler…………………………………………………………………..303
Bilim Felsefesinde Kuhn ve Sonrası Dönem …………………………………..303
Kuhn’un Katkısı………………………………………………………………………………………304
Lakatos’un “Bilimsel Araştırma Programları”……………………………….315
Feyerabend ve Anarşizmin Gerekliliği …………………………………………….324
İktisadın Son Krizi ………………………………………………………………………………….334
Restorasyon……………………………………………………………………………………………..337
Restorasyonun Ötesinde Yeni Arayışlar………………………………………….351
SONUÇ YERİNE
Yeniden Ekonomiler ve Toplumlar…………………………………….377
Kaynakça ……………………………………………………………………………………………..395
Dizin…………………………………………………………………………………………………………403

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir