İncelenmiş Bir Hayat: Kapitalist Düzende Ruhsal Uyanışa Çağrı
James Hollis’in “Hayatın İkinci Yarısı” üzerine söyledikleri
“İncelenmiş bir yaşam sürülmeye değerdir.”
Ama Sokrates’in bu çağrısı, bugün kimin için geçerli? Hangi sınıfın, hangi bedenin, hangi meslek grubunun hayatını inceleme lüksü var?
Jungcu analist Dr. James Hollis, “hayatın ikinci yarısında” büyüme çağrısı yaparken, bireyin kendi geçmişiyle yüzleşmesi ve içsel bir sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerektiğini söylüyor. Ancak biz bu çağrıyı, bir farkındalık çemberi içinde tekrar hatırlatmalıyız: Her birey, içinde yaşadığı sistemin izlerini taşır. Ruhsal çözülme, çoğu zaman toplumsal çözülmenin yankısıdır.
Hayatın İkinci Yarısı: Yetişkinliğin İdeolojisi mi, Direnişi mi?
Hollis’in “ikinci yarı” tanımı, kronolojik değil psikolojik bir geçittir. Yani bir yaş değil, bir farkına varış anı. Bu farkındalık, sistemin bize yüklediği rollerin artık taşıyamadığı bir noktada doğar:
“Geçmişim ve rollerim dışında ben kimim?”
Bu sorunun kendisi bile sistem için tehlikelidir. Çünkü bizden yalnızca üretmemizi, adapte olmamızı, itaat etmemizi ister. Düşünmemizi değil. Kendi varlığımıza dair bu tür sorular, neo-liberal “özgürlük” anlatısının altını oyar.
Kültürel Komutlar ve Ruhsal Otomasyon
Hollis’in işaret ettiği “bilinçdışı komutlar”, sadece aileden değil, sistemin tüm ideolojik aygıtlarından gelir. Medya, eğitim, ekonomi, din ve hatta terapi sektörünün kendisi—bize neyin normal, neyin değerli, neyin kabul edilebilir olduğunu fısıldar. Bu yüzden “kendin ol” çağrısı bile sıklıkla metalaştırılmıştır.
Bireyin özgün sesi, tüketim diliyle bastırılmıştır.
Ve bu bastırma, sadece ruhsal hastalıklara değil, kolektif edilgenliğe de neden olur.
İrade mi Eksik, Yoksa Sistem mi Baskın?
Hollis, “takılıp kalmak” kavramını yalnızca içsel dinamiklerle açıklamaya çalışsa da, biz bunu daha geniş bir çerçevede ele almalıyız:
İnsanlar çoğu zaman seçim yapamaz çünkü seçenekler zaten ideolojik olarak sınırlıdır.
Bir işten diğerine geçmek, bir rolden ötekine evrilmek özgürlük gibi görünse de, sınıfsal sınırlar, duygusal travmalar ve yapısal adaletsizlikler insanın yönünü tayin eder.
Yani mesele sadece “neden yapamıyorum” değil, “bu düzenin bana neyi yapmamı yasakladığı”dır.
Ego Kurulumu mu, Kolektif Bilinç İnşası mı?
Hollis, Jung’dan ilhamla “ego kurulumu” ve “ruhun çağrısı” arasında bir ayrım yapar. Biz bu ayrımı şuna dönüştürmeliyiz:
- Ego, sistemin bizim için ürettiği sosyal kimliktir.
- Ruh ise, sistemin dışında var olma ihtimalimizi fısıldayan özdür.
Hollis’in çağrısı şudur: “Ruh benden ne istiyor?”
Bizim çağrımız ise şudur: “Bu ruh, hangi toplumda konuşabiliyor, hangisinde susturuluyor?”
Büyümek: Kimin İçin? Neyin İçin?
Hollis büyümeyi “tam sorumluluk almak” olarak tanımlar. Bu, sistemin sunduğu mağdurluk hikâyelerini bir kenara bırakmak anlamına gelir. Ancak terapötik perspektiften bakıldığında bu sorumluluk, yalnızca bireysel değil, kolektif düzeyde bir uyanışı içerir.
Çünkü sistemin içinde büyümek, bazen o sistemi reddetmek ve dönüştürmek demektir.
Bu bağlamda asıl büyüme, sadece travmalarımızı değil, onları üreten koşulları da sorgulayabilmektir.
Yaşlılara ve Gençlere: Umudu Kim Taşıyacak?
Hollis, yaşlılara şu sözlerle seslenir:
“Korkmayı bırakıp kendiniz olarak ortaya çıkma zamanı.”
Biz bunu şöyle tamamlamak isteriz:
“Korkmayı bırakıp sadece kendin değil, dayanışma içinde biri olarak ortaya çıkma zamanı.”
Ve gençlere:
“Düşünmekten korkmayın. İtaat etmekten korkun.”
“Hatalarınız size aittir; ama onları sistematikleştiren yapıları da fark edin.”
Son Söz Yerine: İncelenmiş Bir Yaşam, Dirençli Bir Bilinçtir
İncelenmiş bir hayat, sadece ruhsal değil, aynı zamanda sınıfsal ve tarihsel bir bilinçle yoğrulmuş hayattır. Sadece “kim olduğumuzu” değil, kim olmamıza izin verilmediğini de sorar.
Ve şunu bilir: Ruhsal genişleme, ancak hakikatin tüm yüzleriyle temas kurduğunda başlar.
Bu yüzden soralım:
Bu hayat beni daha mı büyük yapıyor, yoksa daha mı uysal?
Kaynak : https://www.psychologytoday.com/gb/blog/the-author-speaks/201802/living-examined-life



