İnsanlığın Ortak Kahramanlarının Yazılı Belgeseli – Bedriye Korkankorkmaz

Cinayetlerin sınıfsal çıkar mimarları tek tek deşifre edilmeden, gelişen bu tür tarihsel olayların, insan gelişmesinde ne tür eğilimlere yansıdığı derinlemesine araştırılmadan, Vecihi Timuroğlu?nun yazdığı “İnançları Uğruna Öldürülenler”in insanlık tarihindeki haklı yerinin de anlaşılamayacağını düşünüyorum. Tarihçiler salt kendisine verilmiş belgelerle, yazıtlara dayanarak tarihsel bir olayın gelişimini tümünü yansıtamazlar; çünkü tarih; tarih felsefesiyle bilimsel bir değer kazanıyor.
Dünya tarihinden seçilmiş cinayetlerin yer aldığı eserin ikinci baskısına Thomas Moré, Babek ve Deniz Gezmiş?i de ekleyen yazar, düşündüğü gibi “İnançları Uğruna Öldürülenler Ansiklopedisi”ni tamamlarsa, yazın tarihimizde bir ilke de imza atacaktır. İnanç, kavramı salt dinsel bir kavram değil; aynı zamanda derinlemesine irdelenmesi gereken bir felsefedir;çünkü kişisel düşünceye dayanmayan, ortaklaşa düşüncenin yansısı olan onaylamayı benimsemeyen, yabancı bir yetkenin etkisiyle bir şeyi doğru saymayan salt düşün (fikir) ve bilgi sonucu oluşmuştur. Dinsel alanda değil, bilimsel alanda araştırılan “gerçeklik?e vardığımız zaman, aradığımız gerçekliğe saygı duyacağımız bu felsefi inançla, elde edilendir ?düşün? dizgesi. Her öldürülmede, ‘cinayetin’ diyalektiğini aramak ve bulduğu belgeleri ve verileri tarihsel özdekçi diyalektik yöntemiyle değerlendirmek olmalıdır temel yöntem.
Yazar, tarihi, ardı ardına karmaşık olaylar olarak sunmaya çabalayanların, tarihin özdeksel(materyalist) özünü yok saydıklarına inanıyor. Çünkü doğanın diyalektiği gibi, toplumun da diyalektiği vardır. Tarih-toplum diyalektiğinin bir sonucu olan “Karşıtların savaşımı”nda, doğanın değil ama toplumun var olduğu nasıl bir gerçekse toplumun da, karşıt sınıflardan oluştuğu; karşıt sınıfların ‘tarihin ‘özünü’ oluşturduğunu, toplumsal yasaların da, her zaman geçerli olduğu/olacağı da öyle bir gerçektir.

İnançlarından dolayı öldürülenlerin unutulmaya yüz tutmuş yaşam serüvenlerine göz gezdirelim. Tanrı buyruğundan savaşırken bile ödün vermeyen Hz. Ali’nin öldürülmesi ile İslam dünyasında ilk büyük ayrılığın yaşandığı bir gerçek. Hz. Ali’nin halifeliği öncesi ve sonrasında, çıkar odaklarının, tarihin akışını kendilerince yönlendirdiklerini, Hz. Muhammet’in eşi Ayşe’nin Hz. Ali’ye savaş açmasının nedenlerini, Emeviler’in olayları kendi lehlerine çevirmelerini, Beytü’l Mal dağıtımında Hz. Alinin adaleti kılı kırk yararak uygulamasından rahatsız olan Hariciler’in başvurduğu hileleri, halifeliğin Muaviye’ye geçmesini, Ali’nin öldürülmesini, toplumsal nedenleriyle anlatıyor yazar.

Bu olayın sadece siyasal bir cinayet olarak algılanamayacağı gerçeğinin daha net anlaşılması için Hz. Ali ile Hz. İsa’nın öldürülmelerini alt alta veriyorum ki, hem toplumsal gelişme yasaları, gereği gibi anlaşılsın hem de tarihi olaylara ilişkin kavramların nasıl kullanıldığı görülsün. “Ben, bilimin kentiyim, Ali de kapısıdır, kenti dileyen kapıya gelsin.” “Ben, kimin Mevlâsı isem, Ali onun mevlâsıdır’ (s. 182) diyen Hz. Muhammet bu sözleriyle Hz. Ali’nin İslam dünyasındaki yerini açıkça belirtmiştir. Hz. Ali’nin savaşa ve insana bakışı ile Muaviye’nin savaşa ve insana bakışı farklıydı. Muaviye ile Temim kabilesinin İslam’ı yüceltmek gibi bir kaygıları yoktu. Muaviye, döneminde fırsattan istifade Beytül’l Mal’ı gönlünce kullandı. Kendi kurduğu çetelerle Irak köylerini yağmaladı. Amacına ulaşmanın tüm yollarını mubah saydı. Tahkim heyeti hile ile azledilen Ali’nin yerine Muaviye’yi halife tayin etti. Hariciler, kendilerince, yoldan çıkan imamları öldürmeye karar verdi. Hz. Ali, 63 yaşındayken öldü.( 9 Şubat 661).

Bilge bir şair olan Hz. Ali’nin serveti kişiliğiydi. İnsan onuruna verdiği değerdi. Haksızlıklara karşı savaşımıydı. Düşündüğü gibi yaşayan Hz. Ali, halifeliği süresince ezilenin ve güçsüzün yanında yerini aldı. Savaşta da tıpkı dostlukta olduğu gibi mert olmalarını istedi, mertlikten bihaber olanlardan. “Ben. Ali. İbnü’l Abdûl’l Muttalib, terbiyeliyim, eli açığım ve soyluyum” (213) diyen Hz. Ali, bir babanın öz evladına duyumsadığı sevgiyle elinde tuttuğu hak terazisinde vicdanını tarttı yaşamı boyunca. Arzusu; temiz vicdanı, insan sevgisi, umudu, insanca yaşamı herkesin kazanılmış hakkı olduğu barış içinde yaşanılan bir dünyaydı. İnsanın/ insanlığın sofrasından aç kalkmayan tek insan kalmayıncaya dek güce karşı güçsüzün hakkını savundu, hayatı pahasına. Kılıcı Zülfikar, adalet terazisinde kıldan bir kılıçtı. İnsan, İslam onurunu, kendi soylu onuruna yükseltmek için savaşan aydınlığın, bilimin, düşünün, düşüncenin, hakkın, adaletin neferi Hz. Ali, kendisinden önceki halifelerin Beytü’l maldan akrabalarına dağıttıklarını alıp Kuran’da belirtilen esaslar doğrultusunda halka eşit dağıtmasını sağlamak için verdiği savaşım sonucu öldürülmüştür. Hz. Ali?nin, anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Hıristiyanlığın kurucusu İsa, dine bakışı değiştirmiştir. İsa, Galile eyaletinin Nasıra kasabasında doğmuştur. Tevrat’a göre, Mesih Davut’ un oğluydu. Yıllar olmuştu Davut öleli. Halk, Tevrat?taki işarete bakarak İsa’ya ?Mesih? dedi. İsa, öğretisini, insanları mutlu edecek ortak bir dil üzerine tek bir yönetimde birleştirme üzerine kurmuştur. İsa?nın, Tanrı’nın oğlu olduğunu sanması, şarap ve ekmek ile ilgili söylemlerinin yanında hayat kadınlarına gösterdiği saygı Filistinlilerin en bağnazı olan Ferisiler’i rahatsız etti. İsa’nın üzerine gitmek için Romalılarla işbirliği yaptılar. Roma yasalarına dayanarak Sinagog?dan kovulanların mallarına el koydukları için, büyük balık çiftliklerin sahibi aristokratların servetleri artıyordu. İsa, bu gelir adaletsizliğine karşıydı. Veznesi Keriotlu Yahuda?nın ihbarı sonucu yakalanan İsa, ölüm sorgusunda, hiçbir şey kazanamayan, geçimlerini balık avlayarak yapan yoksullardan, tuttukları balıkların vergilerinin alınmasının haksızlık olduğunu savundu. Çok açık ki, İsa, yoksul halkı, balıkçılarına, soylulara ve tüccarlara karşı kışkırttığı için öldürülmüştür, O, bir eşitlikçidir. 3 Nisan 32 Cuma günü öldü, yoksulların Peygamberiydi İsa.

Arap dünyasına Helen felsefesini sokan ilk düşünür olan Hallâc-ı Mansur?dur. Mansur, bir gün, minbere çıkar ve gür sesiyle, “Ene ‘l Hak! ( Ben Allah’ım ), diye bağırır. Bu söz, başta bilim çevrelerinde olmak üzere, Bağdat?ı da aşıp tüm İslâm ülkelerinde büyük yankılar uyandırır. Hallac’ın yöneticilerin düşmanı olmasında, Hanbelliler’in yanında yer almasının rolü büyüktür. Hanbelliler?in Mansur?u destekleyen ayaklanmalar çıkarması sonucunda Hallac, sekiz yıl hapis yatar. Sözleri yüzünden, yeniden yargılanan Hallac, Bağdat’taki buğday ayaklanmasını çıkaran Hanbeliler?i içeriden desteklediği için yargılanır ve derisi yüzülür. Yani, Hallac, Ene?l Hak dediği için değil, halkı buğday karaborsacılarına karşı kışkırttığı için öldürülmüştür. Sınıfsal bir neden vardır öldürülmesinde, yazara göre.

Sokrates, İ.Ö.469 yılında Atina’da doğdu. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak, hem iyi bir eğitim aldı, hem özgür yetişti, hem de insanı tanıyarak öğrenmeyi düstur edindi kendine.”İnsanların koydukları yasalar, Tanrıların yasalarından önemlidir”(s.21) ilkesi onu ölüme götüren sürecin giriş kapısıdır. Sokrates’in öğrencilerine eleştirel düşüncenin tohumunu atması, öğrencilerinin özgür ve bağımsız düşünen bir birey olmalarını önemsemesi, Atinalı soylularla birlikte ozan Melitos, retorikçi Lykhon ve derici Anytos?u tedirgin etmiştir. Düşünce suçundan yargılanan Sokrates, kendisine yöneltilen suçlar karşısında kendini şöyle savundu: ” Peki neden beni suçluyorlar? Niçin aleyhime bu denli iftira üretiyorlar? Ben bilgeyim çünkü” ( s.28) diyerek yargıçların sorduğu soruları kendisi yanıtlıyor. Filozof, kendisini kurtarmak isteyen dostlarının önerilerini kabul etmiyor. Hem yasa bozucu bir duruma düşmek istemiyor, hem haksız bir yargılama sonucu ölüme mahkûm edilmesine karşın, ölümden kaçmasını yurtseverlik anlayışıyla bağdaştırmıyor, hem de sürgün bir kişi olarak gittiği yerlerde gençlere kötü örnek olmaktansa, salt düşüncenin onurunu korumak ve yurtseverliği duygu alanından, düşünce alanına taşımak için, kendi eliyle baldıran zehri içerek ölüyor Sokrates.

Ütopya?nın yazarı Thomas More, 1478?de Londra?da doğuyor. Oxford?da hukuk eğitimi alıyor ve yaşamı boyunca, hak kavramını kılı kırk yararak adalet konusunda kendisini yetiştiriyor. Gençliğinde kürsüde yaptığı güzel ve anlamlı konuşmalar dönemin parlamenterlerince övgüyle karşılanıyor. Thomas More, en önemli yapıtı olan Ütopya?yı bir öykü tekniğiyle yazıyor. Yapıtı sıkılmadan okuyan okur hem içinde yaşadığı toplumun kanun/ kurumlarıyla yüzleşiyor hem de kanun/ kurumlardaki aksaklıklar üzerinden düşünce üretiyor.

More, VIII. Henry, döneminde yeniden siyasete geri dönüyor ve kısa zamanda Adalet Bakanı oluyordu. Kral VIII. Henry, karısından boşanmak için parlamento kararıyla kendisini İngiltere Kilisesi?nin başı olarak tayin ediyor ve İngiliz Kilisesi?ni Roma Kilisesi?nden ayırıp bağımsız bir kilise yapan yasayı çıkartıyordu. More, çıkan yasayı reform olarak değil de kilise ve papaya karşı açılan bir savaş olarak algılıyordu. Ona göre parlamento kararıyla fani bir insan olan kralın isteği İsa?nın ve kutsal kilisenin öğretilerinin üstüne çıkartılıyordu. Katolik bir Hıristiyan olarak inancına riayet ettiği için suçlanması kanunlara da vicdana da aykırıydı; zira kilisenin dokunulmazlığı hem Magna Carta?da hem de kralın taç giyme yemin töreninde güvence altına alınmıştı. Bu uğurda ölmeye cesareti olan ama dinin çıkarlara alet edilmesine tahammülü olmayan Adalet Bakanı, parlamentondan oy çokluğuyla çıkan kararı görevinden istifa ederek imzalamadığı için?vatan haini? ilan ederek 1535 yılında idam edildi.

İlkeli/dürüst ve cesur kişiliği ile adil devlet adamlığı onu bir ?insan? olarak yaşatmaya yetmeli miydi; yoksa gericiliği yüzünden idam edilmeli miydi? More?un bilimsel öğretisi ne kadar ilerici ise dini öğretisi de o denli gericiydi. Yazık ki Thomas More tarihe gerici tutumundan dolayı öldürülen ilk ilerici olarak geçti.

İnsanlık onurunu kendi onuru sayan Agis IV.’ü bugüne değin gereği gibi tanımadığıma üzüldüm. O’nun soylu yaşamını adadığı ilkelerini anlatmaya çalışarak O’na karşı sorumluluğumun bir kısmını yerine getirmiş olacağımı düşündüm.

Agis, Isparta krallarına verilen addır. Bu yüzden Isparta krallarının kimlikleri kaçıncı Agis olduklarından anlaşılıyordu. Örneğin, Agis I, Agis II, Agis III, Agis IV gibi. Isparta, Lykurgos’ un yaslarına göre yönetiliyordu. Ispartalıların, Yunanistan’ın önde gelen bilgelerinden biri olarak algılanan, adına tapınak yaptırılan, ülkenin yasalarının çoğunu ortaya koyan yargıç Khilon, aslında toprak ve servet sahibi kral karşıtı Ephore’dir.

Yunan gelenek ve göreneklerine göre yetişmiş, düşünce özgürlüğünün yılmaz savunucusu olan, felsefe okullarından Stoacılık?ı benimsemiş, soylu bir kral olan Agis IV., Lykurgos Yasaları’nı yeniden yaşama geçirmek, halkın gözünde, gerçek bir önder, gerçek bir kral olmak için ülkenin en zenginlerinden olan annesi ve anneannesinin mal varlıklarını halka bağışlayacağını söyleyip hazırladığı yedi maddelik “yasa taslağını”, Halk Meclisi’nden onay alarak yasalaştırdı. Bu gelişme karşısında, diğer Ephorelerle birleşerek iktidarı ele geçiren Leonidos, Agis IV.ü tutukladı. Düzmece kişilerden oluşan yargı kurulu Agis IV.?ü oybirliğiyle boğularak öldürülmesine karar verdi.

İnancı uğruna, doğru olmayan yargının verdiği ölüm kararıyla katillerinden daha doğru, daha soylu bir insan olarak ölen Agis IV.’ün insanlık tarihine armağan ettiği yaşam eserinin önünde saygı duymamak mümkün mü? Agis IV. ortak üretim ve ortak tüketim ilkelerine inandığı için öldürüldü.

Giordano Bruno (1500?1600) kendi savını yüksek sesle ifade etmekten çekinmeyen iflah olmaz Erasmus’un delilerinden birisiydi. Giordano Bruno, Copernic’in ileri sürdüğü savlarına (Dünya, Güneş?in çevresinde dönüyor), Epikür’ün evrenin sonsuz kavramını ekleyerek, tüm sabit yıldızların hepsinin, birer güneş olduğunu, bunların sayılarının da, sonsuz olduğunu, her birinin, bizim ayımız gibi birer uydularının bulunduğunu ileri sürüyordu.

Bruno?nun düşünceleri tıpkı eserleri gibi, fikir ayrılıklarına yol açtı. Öğrencisi tarafından İnguistiona (engizisyon) teslim edilen Bruno’dan; kilise, öncelikle, Tanrı buyruğu önünde diz çökmesini ve tüm sözlerini geri almasını istedi. O: “Doğru bildiğim sözden dönemem” dedi (s. 221) Sekiz yıl hapiste yatan, bilimin ödünsüz savaşçısı Bruno, bilim güneşinin aydınlattığı yüreğiyle, bilim adamı olmanın soylu onuruna leke sürmeden 7 Şubat 1600 günü, Roma’nın Campodei Fiori alanında, halkın önünde yakılarak öldürüldü. 1894’te, Saint Pierre?in ortasında değil, O’nun yakıldığı Campo dei Fiori’nin en güzel köşesine, dünyanın tüm ünlü bilim kurullarının katkıları ve desteğiyle, Bruno’nun heykeli dikildi. Tarihin tüm Tanrılarının yontularından daha onurlu, daha görkemli bir heykeldir o.

Şair Nesimi?nin doğum tarihi bilinmiyor. 1418?de Halep?te derisi yüzülerek öldürülen şair Nesimi?nin güçlü yorumu, sevilen şiirleri, yalnız Hurufîlerce değil, Bektaşi, Mevlevi ve Alevi inançlarına sadık olan topluluklar tarafından da benimsendi. Bu sevgi sayesinde, Anadolu halkı, O?nu kendilerinden biri olarak kabullendi. Nesimi, bilimce ulu sayılan İbni Hatibu?n Nasriyye ile Emin Devle oğlu Şemsü?d Din önünde imkânsızlıkla ve bazı akılsızları kandırıp dinsiz yapmakla suçlandı. Nesimi?yi tutukladılar ve kale zindanına attılar. Derisi yüzülen Nesimi?nin asıl öldürülme nedeni Anadolu?da Abdal?lar tayfasıyla birlikte resmi görüşe karşı çıkması, kendisini şeriat duvarından taş koparıcı olarak lanse etmesi, şiirleriyle siyasal iktidarın resmi görüşüne aykırı bir dünya görüşünü halka yaymasıdır.

Anadolu?da, Şeyh Bedrettin tarafından yoksul insanların haklarını savunmak gibi toplumcu birtakım ilkeleri ortaya koyan ve Osmanlı?ya karşı örgütlenerek ayaklanma hareketi başlatan, yoksul halkın haklarını savunduğu için sosyalist bir hareket olarak kabul gören Şeyh Bedrettin İsyanı başlar. Şeyh Bedrettin, çağının en büyük hukukçusudur. Şeyh Bedrettin, ?Teshil? adlı yapıtında sorduğu bin soruya bin cevap vermiştir. Osmanlı?nın, adaletini beş yüz yıl, Bedrettin?in ?Teshil? adlı yapıtıyla sağlanması da tarihin bir başka yüzüdür. Bedrettin, ne yazık ki, Osmanlı?ya karşı giriştiği bu savaşı kaybeder ve 1417?de ( bazı kayıtlara göre 1420)?de Serez?de asılır.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bozkır yaylalarında yaşayan Türkmenlerin Büyük Selçuklu Devleti?ne karşı ayaklanmaları Anadolu?da birçok gelişmeyi de beraberinde getirmiştir. ?Babalılar İsyanı?nı yürüten kişi Baba İshak?tır. 1240 güzünde Kefersud?da başlar hareket. Selçukluların hile sonucu Türkmenler?i dağıtması sonucu ayaklanma bastırılır. Baba İshak da asılarak öldürülür. Saygın tarihçilerin ?Babalılar İsyanı?nı bir yanıyla sınıfsal açıdan ele aldıklarını; diğer yanıyla köylü hareketi biçiminde değerlendirdiklerini yazarın anlatımından algılıyoruz.

Doğum tarihi bilinmeyen Alevi-Bektaşi tarikatından olan Pir Sultan?ın asıl adının Haydar olduğu şiirlerinden anlaşılıyor. Pir Sultan Sivas’ın Yıldızeli ilçesinin Çırçır Bucağına bağlı Banaz köyünde doğmuştur. Pir Sultan, İran Şahları adına, Anadolu halkının Osmanlı baskılarına karşı ayaklanmasına öncülük ettiği için Sivas valisi Hızır Paşa’nın emriyle tutuklanmış, yolundan dönmeyeceğini söylediği için de asılmıştır. Pir Sultan?ın şiirlerindeki kavgacı ve dirençli özü, siyasal iktidarın zalim yaklaşımlarına karşıdır. Pir Sultan, asılınca halk tarafından efsaneleştirilmiştir yaşamı. Anadolu direnişinin simgesi olan Pir Sultan Abdal?ın inançlarını sahiplenişinin önünde saygıyla eğiliyorum.O, direnişin ve boyun eğilmezliğin, onurlu ve soylu yaşamanın simgesidir.
Pir Sultan?dan sonra, 17 Aralık 1944?de dünya gelen İlhan Erdost?un, 7 Kasım 1980 tarihinde son bulan onurlu yaşamının tanığı oluyorum. Onur Yayınevi?ni kuran İlhan Erdost, Darwin?in, ?İnsanın Türeyişi? eserini yayımlayarak yayın hayatına girdi. 12 Eylül 1980 faşist darbesi, Muzaffer Erdost ile birlikte İlhan Erdost?u da içeri aldı. Özgür düşüncenin ve bağımsız aklın savaşımcısı İlhan Erdost, içerde gördüğü işkenceden öldü.12 Eylül faşist darbesinde birçok İlhan Erdost?lar işkence görerek öldürüldü. 12 Eylül, İlhan Erdost?un dünya görüşünü paylaşanlara karşı başlatılan bir harekettir. 12 Eylül?ün asıl amacı da, sol düşünceyi ülkeden tasfiye etmekti. İlhan Erdost öldürülünce abisi Muzaffer Erdost adını, Muzaffer İlhan Erdost olarak değiştirdi. Kardeşinin onurlu yaşamını salt yüreğinde değil, adının yanında da günümüze değin taşıyor.

Babek?in doğum tarihi bilinmiyor. Nişvâr al- Muhâzârât?ta Sandâz?ın başlattığı ayaklanma hareketi, Babek tarafından organize edilmiştir. Babek, 838?e değin mal ortaklığına dayanan bir düzen kurdu. Bu hareket, tüm Ortadoğu tarihinde çok büyük önem taşımaktadır. Azerbaycan?da özellikle de Kafkas halklarının Araplaştırılmasına karşı başlatılmış direnişin öyküsüdür. İslam inancıyla ilişkisi olmayan bu hareket, eski İran kültürünün kaynaklarına ışık tutuyor. Mal ve kadın ortaklığına dayanan düzen kurduğu, bu yüzden Allah?ın koyduğu şeriat düzenine göre insanlık dışı bir biçimde öldürülmüştür. Babek, ortak düzen anlayışı ile özgür düşünceye verdiği önem yüzünden öldürülmüştür.

Deniz Gezmiş ise hepinizin bildiği üzere düşüncesinden ödün vermediği için arkadaşlarıyla birlikte idam edilmiştir. 26 Şubat 1947?de dünyaya gelmiştir. Deniz Gezmiş, ilk, orta ve lise öğreniminin akabinde 7 Kasım 1966’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi?ni kazanır. Türkiye’de gelişen gençlik hareketinin önderi ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)’nun kurucusu ve yöneticisidir. Deniz Gezmiş, 18 Mart 1971?de Sivas?ın Gemerek ilçesinde teslim olur. THKO-1 Davası’nda, TCK’nin 146. maddesini ihlal ettikleri gerekçesiyle, 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi?nde idam edilir.

Deniz Gezmiş ve dava arkadaşları, Türkiye?de Ulusal Kurtuluş Savaşı?nın sonuçlarını değerlendirerek, düşünce özgürlüğünün, eşitliğin, kardeşliğin, barışın ancak Sosyalist bir devrimle bütünleşen yeni bir Kurtuluş Savaşı?yla gerçekleştirilebileceğini savundukları için idam edildiler. Ben, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan?ın 27 Mayıs 1960 hareketinde yargılanıp idam edilenlerin bedeli olarak idam edildiklerini düşünüyorum.

Tarihe karşı sorumluluk bilinciyle araştırma yapma isteği duyan, tarihe mal olmuş, adil olmayan yargılamalarla yaşamını yitirmiş Agis IV, Sokrates, İsa, Hallâc-ı Mansur, Baba İshak, Nesimi, Pir Sultan Abdal, Simavna Kadısı Şeyh Bedrettin, Hz.Ali, Giordano Bruno, İlhan Erdost, Babek, Thomas More, Deniz Gezmiş gibi insanlığın ortak savaşımcılarına saygı duyan, yüreğinde insanlık onuru, insanlık hüznü, insanlık ışığı olan, yaşadığı topluma karşı sorumluluk duyan, okuyan, soran, sorgulayan her okurun okuması ve mutlaka kütüphanesinde bulundurması gereken kaynak eser niteliği taşıyan “İnançları Uğruna Öldürülenler”, bir başyapıttır.

Bedriye Korkankorkmaz

* Vecihi Timuroğlu. İnançları Uğruna Öldürülenler. Ankara:Yurt Yayınları.s.352.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir