Harlem’de doğup büyüyen, beyaz ve homofobik ABD’lilerin ülkede yazdığı ayrımcılık tarihinin bizzat tanığı olan, hümanizmi savundukça anti-hümanistlerin hışmına uğrayan, dünyayı esir alan nefret söylemlerinin ve şiddet dalgasının karşısında konumlanırken ABD’de siyah ve eşcinsel olmanın güçlüklerini yaşayıp Fransa’ya giderek yersiz-yurtsuzlaşan, yeryüzünün beyaz ve siyah, köle ve efendi diye ikiye ayrılmasına başkaldıran James Baldwin’in doğumunun yüzüncü yılındayız.
“Amerikan Rüyası”nın aslında bir “Amerikan Kâbusu” olduğunu söyleyen Baldwin, bunun 1950’lerdeki politik baskıyla, homofobiyle, açık ve örtük ırk ayrımcılığıyla, ayyuka çıktığını yazmıştı kitaplarında. Ömrü boyunca mücadele ettiği şeylerin başında, ahlak makyajı altında körüklenen ötekileştirmeyle birlikte, milliyetçilerin ve ayrımcılığı bir düstur hâline getirenlerin yarattığı şiddetti. Bu yolda pek çok roman ve deneme kaleme aldı. Onlardan biri de ABD’de köleliği yasal olarak kaldıran Özgürlük Bildirgesi’nin yayınlanışının yüzüncü yılı 1963’te okurla buluşan; siyah özgürlük hareketine ivme kazandıran Bundan Sonrası Ateş’ti.
Baldwin, Harlem’deki çocukluğunu hatırladığı ve ABD’deki ırk ayrımcılığını hatırlattığı “Zindanım Sarsıldı” ve “Çarmıhta” başlıklı iki metinle sesleniyor insanlığa.
‘SUÇU OLUŞTURAN MASUMİYETTİR’
“Zindanım Sarsıldı”, Baldwin’in kendisiyle aynı adı taşıyan yeğeni James’e yazdığı bir mektup; insan olma, sevme, emek ve zamanın geçişinin insana verdiği acı üzerine satırlardan oluşuyor. Yazarın bitmek tükenmek bilmeyen insancıllığına ve ayrımcılık karşıtlığına dair James’e öğütleri bir diğer ifadeyle. Çevresindeki insanların çoğunun başkalarının hayatını mahvettiğini ve bunu genellikle farkına bile varmadan yaptığını hatırlatan Baldwin, “suçu oluşturan masumiyettir” diyor.
Yazar, yeğenine seslenirken çocukluk dönemlerini, Harlem’i ve ABD’de nefret söyleminin eyleme dönüştüğü günlerde kendisini ülkeden gitmeye zorlayan koşulları anımsayıp James’i uyarıyor: “Bu masum ülke, aslında içinde kaybolup gitmeni umarak, bir gettoya tıktı seni. Ne demek istediğimi tam olarak ifade edeyim, meselenin kalbi burada atıyor çünkü ülkemle olan kavgamın kökleri burada. Doğduğun yerde doğmanın ve yüz yüze geldiğin gelecekle karşılaşmanın siyah olmanın dışında hiçbir nedeni yok. (…) Kusursuzluğu özlemen beklenmiyordu: Vasatlıkla barış yapman bekleniyordu. (…) Yurttaşların bu konuda benimle aynı fikirde değil biliyorum, onların ‘Abartıyorsun’ dediğini duyar gibiyim. Onlar Harlem’i bilmez ama ben biliyorum. Sen de. Hiçbir konuda, ben de dâhil, kimsenin sözüne inanma; yalnızca kendi deneyimine güven. Geldiğin yerde gidebileceğin mesafenin gerçekte hiçbir sınırı olmadığını bil.”
Baldwin’in uyarılarının özünde, siyahları değersizleştirmeye girişenlerin pervasızlığı ve üstten bakışı var. Yeğenine, yanlışı yanlışla düzeltmemesini öğütleyen yazar, sınırları çizilmiş gettoların dışına taşmanın adanmışlık gerektirdiğini ve bu yolun da tehlikeler içerdiğini, sevginin ve umudun bu seyahate dâhil olduğunu hatırlatıyor.
AŞAĞILANMAYA KARŞI İSYAN
İkinci metin “Çarmıhta” da daha geniş bir kitleye sesleniyor Baldwin; öğretilenler ve inançlar ile sokakta olup bitenlerin derin farkını ortaya koyuyor. Satır aralarında, koyu dindar babasının onun için çizmeye çalıştığı yolu ve geleceği, Harlem ve ABD’deki yozlaşmadan örnekler sunarak eleştiriyor.
Şiddeti ve ayrımcılığı körükleyenler karşısında sinik kalanlarla birlikte, kendine göre bir düzen kurup siyahları dışlayanlara isyan bayrağı açan Baldwin, bu işleyişin nasıl ete kemiğe büründüğünü anlatıyor: “Siyahların özgürlüğünü elinden alan ve bu hırsızlığın keyfini süren beyazların üzerinde durduğu hiçbir ahlaki temel yoktu. Hâkimler, jüriler, çifteler, yasa, tek kelimeyle güç onların elindeydi. Ama bu, saygı duyulacak değil korkulacak, ne pahasına olursa olsun uzağında durulacak, suçla yüklü bir güçtü.”
Yakın geçmişe bakıp çocukluğunda ve ilkgençliğinde, çevresi tarafından hayli koşullandırıldığını fark eden Baldwin, doğduğu andan itibaren siyahlara kendilerini aşağılamanın öğretilmesine başkaldırıyor. Bir de başta babasıyla birlikte, yakınlarının onu yöneltmeye çalıştığı kilisenin, Hıristiyan öğretilerinin ve imanın ağır ağır ufalanmasına…
Vaizlerin ikiyüzlülüğünden ve vaazların sahteliğinden dem vuran Baldwin, bunların ayrımcılığı ve şiddeti artırmaktan başka bir işe yaramadığını, hakikatlerin üstünü örttüğünü görüyor zamanla. Bu karanlıktan daha özgür ve sevgi dolu bir yaşam ve dünya arzusuyla çıkmaya çalışanlara, korkuların ve kısıtlamaların üstüne gidenlere selam gönderirken “Amerikan Rüyası”nın bir kâbusa nasıl dönüştüğüne ilişkin bir not daha düşüyor: “Biz bu ülkede, kafamızın karışıklığı tarafından sandığımızdan çok daha fazla kontrol ediliyoruz ve Amerikan rüyası bu nedenle hem özelde hem içeride hem de uluslararası düzeyde kâbusa çok yakın bir şey hâline gelmiş durumda. Özelde, yaşamlarımıza katlanamıyor ve sorgulamaya cesaret edemiyoruz; içeride, ülkemizde olanlar için hiçbir sorumluluk almıyoruz (iftihar edemiyoruz) ve uluslararası düzeyde milyonlarca insan için sonu gelmez bir felaketiz.”
Baldwin, diğer kitaplarında olduğu gibi Bundan Sonrası Ateş’te de inanç sömürüsüyle, milliyetçilikle, homofobiyle, ahlak kisvesi altındaki nefret ve şiddetle, ayrımcılıkla ve sosyal çürümeyle hesaplaşırken “yaşama karşı sorumluyuz” diyor: “İçinden geldiğimiz ve bir gün geri döneceğimiz o ürkünç karanlıktaki tek küçük fenerdir yaşam.”
BUNDAN SONRASI ATEŞ,
James Baldwin
Çeviren: Kıvanç Güney
Yapı Kredi Yayınları, 2024
Ali BULUNMAZ
birgun.net 25.10.2024