Kafka’nın Ceza Kolonisi’ndeki işkence makinesi, adalet ve iktidar kavramlarını nasıl sorgulatıyor?

Kafka’nın Ceza Kolonisi‘ndeki işkence makinesi, adalet ve iktidar kavramlarını tekinsiz bir ontolojik sorgulamaya zorlayarak, modern hukuk sistemlerinin kökenindeki şiddet ve kutsallık ilişkisini teşhir eder. Makine, yalnızca bir işkence aleti değil, iktidarın metafiziğinin cisimleşmiş halidir. İşte bu sorgulamanın katmanları:


1. Adaletin Kutsal Şiddete Dönüşümü: “Yasa, Kurbanın Bedenine Yazılır”

  • Walter Benjamin’in Kutsal Şiddet Tezi: Makine, suçlunun bedenine hükmettiği yasayı harf harf kazır. Bu, Benjamin’in “mitik şiddet”inin (hukukun kurucu şiddeti) grotesk bir temsilidir: Adalet, fiziksel imhaya indirgenmiştir.
  • Eski Komutanın Tanrısal Konumu: Makinenin mucidi olan eski komutan, ateistik bir tanrı gibi davranır. Ölüm cezası, onun yazılı olmayan vahyidir. Kafka, burada hukuk ile teolojinin iç içe geçişini gösterir.

2. İktidarın Teknolojik Rasyonalitesi: Makine Bir “Arzu-Aygıtı”dır

  • Foucault’nun Disiplin ve Ceza Okuması: Modern hapishaneler, cezayı görünmez kılar; oysa Kafka’nın makinesi, şiddeti teşhir ederek rasyonalize eder. Bu, Foucault’nun “gösterişli ceza”dan “disiplinci ceza”ya geçiş anlatısının tersyüz edilmiş halidir.
  • Deleuze’ün Makineler Kuramı: Makine, bir “arzuyu kodlama aygıtı”dır. Mahkûmun “Adaleti tat!” çığlığı, iktidarın bedenleri nasıl arzuyla biçimlendirdiğini gösterir.

3. Yasanın Anlamsızlığı: “Suç, Yalnızca Yasanın Varlığını Kanıtlamak İçin Vardır”

  • Agamben’in Homo Sacer Analojisi: Mahkûm, yasanın istisnasıdır; ne suçu bilir ne de savunma hakkı vardır. Makine, biyopolitik iktidarın nasıl “çıplak hayat” (bare life) üzerinde mutlak tasarruf sahibi olduğunu gösterir.
  • Kafka’nın Dava ile Paralellik: Josef K. gibi, mahkûm da suçunun ne olduğunu asla öğrenemez. Yasa, kendini açıklama yükümlülüğünden muaftır.

4. Dilin İşkenceye Dönüşümü: “Yazı, Kurbana İşkence Aracılığıyla Öğretilir”

  • Derrida’nın Yazı ve Fark Perspektifi: Makinenin iğneleri, mahkûmun bedenine “Adil Ol!” yazarak dilin şiddetini somutlaştırır. Kafka, burada yazının kökenindeki vahşeti (grammatoloji) ortaya çıkarır.
  • Lacan’ın Sembolik Düzen Eleştirisi: Mahkûm, ancak ölüm anında yasayı “anlar”. Bu, sembolik düzene girişin trajedisidir: Özne, yalnızca kendi yok oluşu pahasına “anlam”a ulaşabilir.

5. İktidarın Kendini İmhası: Makinenin Çöküşü Bir Politik Kehanettir

  • Eski Komutanın Mezarında Makinenin Parçalanışı: Yeni komutanın modernleşme çabalarına rağmen, makine kendi kurbanını (subayı) yutar. Bu, iktidar araçlarının nihayetinde sahiplerini de tüketebileceğinin metaforudur.
  • Bataille’ın Aşırılık Kavramı: Subayın makineye gönüllü kurban oluşu, iktidarın erotik-faşizan cazibesini gösterir. Şiddet, bir tür kutsal transa dönüşür.

Makine, Modern Hukukun Kara Güneşidir

Kafka’nın işkence makinesi, adaletin üç çıplak gerçeğini ortaya serer:

  1. Yasa, daima bir tür şiddetle ayakta durur.
  2. İktidar, kutsallık iddiasını ancak bedenlerin imhasıyla sürdürebilir.
  3. Suçlunun “itirafı”, yalnızca ölüm anında mümkündür – ve bu sessiz bir çığlıktır.

Kafka bize şunu fısıldar:
“Adalet dediğiniz şey, bir zamanlar bu makinenin işlediği yerdi. Şimdi ise onun paslı çarkları, hepimizin ruhunda dönüyor.”

Bu makine, Guantanamo’daki “yasa dışı tutuklular” da dahil olmak üzere, tüm “istisna rejimleri”nin arketipidir.