Kapitalizmin Sonu ve Gerçek Kurtuluş: Solun Yalanları ve Yeni Bir Başlangıç Mı ?
1989’da “gerçek sosyalizmin” çöküşü, bize “Batı sistemi”nin nihai zaferini müjdeledi. Fukuyama’nın “tarihin sonu” kehaneti manşetleri süslerken, çok az eleştirel ses kaldı. Ancak Krisis Grubu’ndan Norbert Trenkle gibi radikal düşünürler, o anın aslında kapitalizmin kendi kendini tükettiği devasa bir krizin başlangıcı olduğunu haykırdı.
Bugün, otuz yıl sonra, bu kehanetin ne kadar doğru olduğunu görüyoruz. Küresel sistem, korkunç bir hızla raydan çıkıyor. Peki, nasıl oldu da bu duruma geldik ve buradan çıkış yolu nedir?
Hayali Sermayenin Zehirli Dopingi
1990’lar ve 2000’lerde yaşanan küresel ekonomik yükseliş, bize her şeyin yolunda olduğunu düşündürdü. Oysa bu, Fordist dönemin aksine, sanayideki emek sömürüsüne değil, gelecekteki değerin, yani henüz var olmayan zenginliğin kitlesel olarak yaratılmasına dayanan bir patlamaydı. Kısacası, sistem “hayali sermaye”ile, yani borç, hisse senedi gibi kâğıt üzerindeki varlıklarla şişiriliyordu.
- Güncel Bir Örnek: Bir evin değeri, o evin ne kadar somut emekle inşa edildiğine değil, gelecekte ne kadar kâr getireceğine dair beklentilere göre belirlenir. Bu, somut emekten kopuk bir ekonomidir. Kâğıt üzerindeki bu servet, Çin’den Brezilya’ya kadar tüm dünyada yatırımları finanse etti. Ama bu bir yalandı; finansal piyasalar durduğunda, 2008’de olduğu gibi tüm sistem çöker. Bugün, merkez bankaları ekonomiyi ayakta tutmak için sadece hayali para basmaktan başka bir şey yapmıyor.
Solun Naif Keynesyen Rüyası ve Milliyetçi Zehir
Bu kriz karşısında, geleneksel sol ne yaptı? En iyi ihtimalle, krize neden olanın “neoliberalizm” ve “finansal sermayenin hâkimiyeti” olduğunu söyledi. Çözüm olarak ise, devletin ekonomiye müdahale ettiği, “gerçek ekonominin” yeniden merkeze alındığı bir kapitalizme dönme hayalini savundu.
Bu, naif bir rüya ve siyasi bir intihardır. Çünkü kapitalizmin bugünkü hali, temel işleyiş mekanizması olarak hayali sermayeye bağımlıdır. Eskinin Keynesyen politikaları bugün işe yaramaz. Sol, kapitalizmin bu temel çelişkisini görmezden geldikçe, sadece neoliberal politikalara boyun eğmekle kalmıyor, aynı zamanda tehlikeli bir yola sapıyor:
- Milliyetçi Komploculuk: Çözümün ulus devletlere geri dönmek olduğunu iddia eden bu yeni “sol milliyetçilik”, siyasi başarısızlığını “gizli uluslararası güçlerin” komplolarına bağlar. Bu, en kötü komplo ideolojisiyle sistematik olarak karıştırılan, irrasyonel bir yaklaşımdır.
Gerçek Kurtuluş: Devletin Dışında Yeni Bir Hayat
Peki, ne yapmalıyız? Trenkle’ye göre, geleneksel solun en büyük hatası, devlet ve siyasetin hala kurtuluşun aracı olduğuna inanmasıdır. Oysa kriz çağında devlet, ya baskıcı bir aygıta dönüşür ya da parçalanır.
Gerçek kurtuluş, ne parlamentodan ne de siyasi partilerden gelecek. Toplumsal kurtuluş, kapitalist mantıktan bilinçli bir şekilde kopan geniş bir öz-örgütlenme sektörü yaratmaktan geçer.
- Somut Örnek: Yunanistan’da kriz döneminde ortaya çıkan kendi kendine örgütlenen sağlık merkezleri, yiyecek dağıtım ağları veya dayanışma evleri gibi girişimleri düşünün. Bu hareketler, devlet ve piyasanın çöküşü karşısında hayatın maddi temellerini yeniden inşa etmeye çalışır.
Bu mücadele, devletin işlevlerini ele geçirmeyi hedeflemez, tam tersi, devletin ve piyasanın tüm görevlerini yavaş yavaş topluma geri çekmeyi ve yeni, hiyerarşik olmayan sosyal organizasyon biçimleri oluşturmayı amaçlar. Hedefimiz, “devleti ele geçirmek” değil, onu kademeli olarak içeriğini boşaltmaktır.
Sonuç olarak, bugün sosyal kurtuluş, artık sistemin içinde bir yer aramaktan değil, bizzat sistemin kendisini ortadan kaldırmaktan geçiyor. Öyleyse, siz hâlâ bu sistemin yıkıntıları üzerinde bir yer inşa etmeye mi çalışacaksınız, yoksa onun ötesinde yeni bir dünya mı kuracaksınız?



