Mahalle Bakkalının Vicdanı ve Filozofun Formülü: Kant Efendi Bizim Sokağa Uğrarsa Ne Olur?
Geçen gün elime Immanuel Kant isminde, sekiz köşeli kasket giyen, pek bir ciddi suratlı, Alman memleketinden bir filozofun ahlak üzerine yazdığı bir risale geçti. Okudukça hem “Vay canına, ne derin laflar!” dedim, hem de pencereden dışarı, bizim mahalledeki hercai hayata bakıp, “İyi, hoş da, bu formül bizim köfteci Rasim Efendi’de işler mi?” diye düşünmeden edemedim.
Bu Kant Efendi, diyor ki, bir hareketin ahlaklı olup olmadığını anlamak için öyle uzun uzadıya düşünmeye, neticesini beklemeye lüzum yoktur. Elimizde şaşmaz, paslanmaz, her kapıyı açan bir anahtar vardır: Kategorik İmperatif! Yani, “Koşulsuz Buyruk!”
Aman efendim, ismi pek bir haşmetli, pek bir korkutucu, değil mi? Ama aslında meselesi pek basit. Gelin size bu ecnebi formülünü bizim mahalle bakkalı Şükrü Efendi üzerinden bir anlatalım.
Birinci Kural: “Herkes Yaparsa Ne Olur?” Testi
Kant Efendi diyor ki: “Bir iş yapacağın vakit, kendi kendine sor: ‘Benim şimdi yapacağım bu şeyi, dünyadaki herkes, her zaman, her koşulda yapsaydı, yaşanacak bir dünya kalır mıydı?’ Eğer cevabın ‘Hayır, kalmazdı, tam bir keşmekeş olurdu’ ise, o yapacağın iş ahlaksızdır, günahtır, ayıptır!”
Misal: Mahallemizin bakkalı Şükrü Efendi, veresiye defterine borcunu yazdırmaya gelen yetim Hacer Hanım’dan, gizlice on kuruş fazla yazmayı aklından geçiriyor. İşte tam o an, Kant Efendi kulağına fısıldıyor: “Dur bakalım Şükrü! Farz et ki dünyadaki bütün bakkallar, bütün esnaf, bütün insanlar, her alışverişte birbirini on kuruş, yirmi kuruş aldatsaydı ne olurdu? Kimse kimseye itimat etmez, ticaret durur, insanlık birbirine düşman kesilirdi.”
Gördünüz mü? Yalan söylemek, aldatmak… Neticesi ne olursa olsun, herkesin yapması halinde dünyayı yaşanmaz kılacağı için, en başından gayri ahlakidir. Kimseye “Ama benim ihtiyacım vardı” diye mazeret uydurma hakkı tanımaz bu kural. Pek sert, pek Prusyalı bir kural vesselam!
İkinci Kural: “İnsanı Basamak Yapma!” Testi
Bu filozofun ikinci buyruğu daha da mühimdir: “Hiçbir insanı, kendi hedeflerine ulaşmak için bir basamak, bir alet, bir maşa olarak kullanamazsın!” Her insan, kendisi bir amaçtır, bir kıymettir, diyor.
Misal: Bizim üst kat komşusu, bekar memur Nuri Bey, mahallenin zengin tüccarının kızıyla evlenmek istiyor. Kızı sevdiğinden mi? Asla! Amacı, tüccarın parasıyla borçlarını kapatıp rahat bir hayat sürmek. İşte bu Nuri Bey, Kant Efendi’nin gözünde en ahlaksız adamdır. Çünkü o kızı, kendi emellerine ulaşmak için bir araç olarak görüyor. Ona bir insan olarak değil, bir para çuvalı, bir kurtuluş bileti olarak bakıyor.
Yahut düşünün o siyasetçiyi ki, sizin oyunuzu almak için kapınıza gelip size bin türlü vaatte bulunuyor, sonra da seçilince sizi unutuyor. O da sizi kendi makamına ulaşmak için bir basamak olarak kullanmıştır. Kant’a göre bu da ahlaksızlıktır.
Peki, Bu Formül Bizim Mahallede İşler mi? (İşte Zurnanın Zırt Dediği Yer)
Kant Efendi’nin bu fikirleri kağıt üzerinde pek bir şık, pek bir asil duruyor. Lakin gelin görün ki, bizim sokağın gerçekleri bu formülü biraz terletir.
Mesela, Kant’a göre bir hareketin ahlaklı olması için sadece doğru olması yetmez, aynı zamanda “doğru niyetle”, yani sırf “ödev olduğu için” yapılması gerekir.
Düşünün ki, bizim Hacı Rıza Bey, her Cuma cami çıkışı fakire fukaraya sadaka dağıtıyor. Pek güzel bir hareket. Lakin Kant Efendi hemen kaşlarını çatıp sorar: “Bu Hacı Rıza, bu iyiliği niçin yapıyor? Mahallede ‘ne cömert adam’ desinler diye mi? Yoksa öbür dünyada sevap kazanmak için mi? Yoksa sadece içindeki acıma hissinden dolayı mı?”
Eğer bu sebeplerden biriyle yapıyorsa, Kant’a göre bu hareketin ahlaki bir kıymeti yoktur! Çünkü Hacı Rıza, bu iyiliği sırf “insanlık ödevi bu olduğu için”, hiçbir karşılık beklemeden yapmamıştır.
İşte ben bu noktada basarım kahkahayı! Aman efendim, siz hiç çıkarı olmadan, sevap beklemeden, sırf “ödev icabı” diye komşusuna bir tabak aş götüren birini gördünüz mü? İnsanın doğasında biraz kendini düşünmek, biraz alkış beklemek, biraz da Tanrı’nın rızasını aramak yok mudur? Kant Efendi’nin bu “saf ahlaklı” insanı, bizim dünyada pek rastlanır bir mahlûk değildir. O, sanki etten kemikten değil de, formüllerden ve paragraflardan yapılmış bir robottur.
Velhasıl kelam, bu Kant Efendi’nin ahlak formülü, bir kuyumcu terazisi gibi pek hassas, pek doğrudur. Lakin bizim hayat dediğimiz bu pazar yeri, o kadar hassas teraziyi kaldırmaz. Bizim dünyamızda niyetler biraz karışıktır, eylemlerin sonuçları her zaman belli olmaz.
Yine de bu Alman filozofun hakkını yemeyelim. Bize, her an durup düşünmemiz için iki mühim soru hediye etmiştir: “Herkes benim gibi yapsa ne olurdu?” ve “Karşımdakini kullanıyor muyum?”
Sadece bu iki soruyu aklımızın bir köşesinde tutsak bile, mahallemiz bugünkünden daha yaşanılır bir yer olurdu, ne dersiniz?



