Makber ve Hacle Arasındaki Aşık: Abdülhak Hamid Tarhan

Makber ve Hacle Arasındaki Aşık: Abdülhak Hamid Tarhan
“Hayatın en önemli değerinin haz ve zevk almak olduğu ve ideal yaşama ancak bu şekilde ulaşılacağı” felsefesini geliştiren, Yunan düşünürler Aristippos ve Epikros, iki noktada birbirlerinden ayrılır. Aristippos’a göre her davranışın nedeni, “mutlu olmak” isteğidir. Yaşamın anlamı hazdır. Bilgilerimiz, duygularımızla alabildiğimiz kadardır, bunda ötesi yoktur. Bu yüzden Aristippos duygularımızın getirdiği hazza yönelmeyi, acıdan kaçmayı söyler. En üstün ve en iyi, “hazdır.” Ancak gerçek haz sürekli olandır. Sürekli olan hazza da bilgelikle varılabilir. Epikuros içinse en büyük haz, ruh dinginliğidir. Buna da bedensel zevkler peşinde koşmakla değil, bilgelikle varılır. Aristippos ve Epikroshaz, “Hedone” konusunda “tensel-tinsel” anlamda ayrı düşünseler de, kişinin, anlık istek, zevk ve hazzının karşısındaki diğer insanların yargılarına aldırmadan yaşaması gerektiği noktasında birleşirler. Abdülhak Hamid, yapıtları ve yaşamı ile acının/aşkın boyutlarında gerçek bir hazzın mı peşindeydi? “Makber-Hacle” şiirleri bir “Hedonist”in iç dünyasını mı yansıtmaktadır?

Abdülhak Hamid, 1887 yılında yazdığı “Hacle” şiirinde, yeni aşkı Nelly Claver’ı, onunla evlenme arzusunu, eski eşi Fatma Hanım’ın kendisini rahatsız eden hayallerini, doğayı, ölümü ve düşü bir arada vererek farklı imgeler yaratmayı başardı. Doğa, kent içinde sıkılan, gürültüden bunalan, yalnız ve anlaşılmamış bireyin en yakın sığınağıdır. Şair de bir birey olarak toplumdan kaçtıkça doğaya sığınır, huzuru bulur. Ancak onu diğer bireylerden ayıran doğayı sanatında içselleştirmesidir. Şair, doğada insan yaşamının yankılarını, yansımalarını ve anlamını bulur. Yaşamı zaman ve mekanla sınırlı olarak görmez. Doğa, kent yaşamı gibi, kalıpları içinde sıkışamayacak kadar özgürdür. Bu özgürlüğü, Londra’da, kendinden on sekiz yaş küçük Nelly Claver ile evlenerek bulduğu yanılgısına düşer. Makber, Hacle’yi karanlığında boğar, Nelly Claver da, ilk eşi Fatma Hanım gibi veremden hayatını kaybeder. Daha sonra yapacağı üçüncü evliliği ise sadece yirmi gün sürer ve boşanma ile sonuçlanır.

On sekiz yaşındaki Belçikalı Lucienne, altmışlı yaşlarına gelen Abdülhak Hamid’in son evliliğidir. Lucienne bu evlilik yüzünden ailesi tarafından reddedilir ve İstanbul’a dönmek zorunda kalır. Abdülhak Hamid, Lucienne ile evlendikten sonra da alıştığı, “Bohem” diyebileceğimiz gece hayatını, içkiyi ve kadınlar ile olan maceralarını sonlandırmaz; öyle görünüyor ki, yeni eş de bu durumu anlayışla karşılamakta ve Hamid’e herhangi bir serzenişte bulunmamaktadır. Abdülhak Hamid’in, Amerika’daki oğlu ile Lucienne’nin babasının hayatlarını kaybetmesi aynı döneme denk gelir. Lucienne, Roma’ya döner ve ilk görüşte aşık olduğu bir Kont ile evlilik kararı alır; son eşini kaybetmeyi göze alamayan Hamid bunu tek şartla onaylayacaktır: “Lucienne’i istediği zaman görecektir!” Evlilikten sonra Lucienne, Venedik’e döner, Abdülhak Hamid ile iletişimleri bu sürede kesilmez, sürekli mektuplaşırlar. Hamid’in, Lucienne’e olan takıntılı aşkının karşılığı tabii ki de vardır. Yoksa Lucienne, yeni eşine neden İstanbul’a dönelim baskısı yapsın ki? Yapılan bu evlilik kısa süre sonra ayrılıkla sonuçlanır ve Hamid, Lucienne’nine yeniden kavuşur.

Abdülhak Hamid’in sanat anlayışına/yazı yolculuğuna bakıldığında, “Tanzimat” sonrası edebi ve siyasi dönemleri yaşayan ve dönüşen kültürü görebilen/ıskalamayan bir şair olduğu görülür. Tanzimat’ı, Meşrutiyetleri ve Cumhuriyet dönemlerinin kültür dünyasını yakından görüp, yaşadı. Bu devirlerdeki Tanzimat, Servetifünun, Fecr-i Ati, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet devri edebiyatlarını yakından tanıdı. Modern Türk edebiyatın kurucusu olarak kabul edilen Abdülhak Hamid’in edebi kişiliği Ebüzziya Tevfik, Recaizade Mahmut Ekrem, Namık Kemal gibi “Tanzimat” döneminin yeni edebiyatçılarının görüşleriyle şekillendi. Doğu ve Batı ülkelerinde diplomat olarak bulunması dünya edebiyatını tanımasını sağladı. Önceleri “Tanzimat” ekolünün etkisinde kalmasına rağmen, sonra Batılı sanatçıları ve yapıtlarını tanıyınca, klasik edebiyattan ayrılarak Batı kültürüne yakın yapıtlar verdi. Dize ve uyak düzenlerinde değişiklikler yaptı, heceye önem verdi. Divan şiirindeki belirli konuların sınırlarını zorladı. Lirik, epik ve felsefi şiirler yazdı. Abdülhak Hamid, gerek içerik gerekse biçim yönünden getirdiği yeniliklerle “Divan Şiiri” geleneğine son verdi. Bulunduğu çağa göre evrensel düşünce yapısına sahip olması, duygu dünyasında da görülür, yerleşik kadın-erkek ilişkilerinin sınırlarını zorlar. “Makber- Hacle” şiirleri Abdülhak Hamid’in kendisine kurduğu imgesel dünyanın kendisidir.

Ölümü olgunlukla karşılayan ve kader olarak düşünen divan şiirinin mersiye geleneğine karşılık, Abdülhak Hamid, ilk eşi Fatma Hanım’ı kaybetmesi üzerine, “Makber” şiirinde ölümün nedenini irdeler. Şiir, ölüme karşı insanın zayıflığını, onu reddedişini ve ardından büyük çaresizliğini okura duyumsatır. Hamid, bazen yaratıcının varlığını kanıtlamak için, bazen de sevgilinin vasıflarını gözümüzde canlandırmak için doğanın yasalarına başvurur. Ama özellikle soyut planda sevgili ile doğanın bir arada kullanıldığı görülür. Acısını dindirmek için doğaya sığınan şair öfkelenince ona isyan eder. Doğaya ve yasası olan ölüme teslimiyet ise birçok sorudan ve çığlıktan sonra, önceki sözleri için pişmanlık ile gelir, huzuru bulduğu tek yer olan doğaya sığınır. “Makber” romantizm akımının etkisindedir ve bu anlayışa uygun olarak, gözyaşları arasından algılanan bir doğa ile bütünleşme görülmektedir. Dönemin edebiyatında ölümü çıplak gözle görmek, ölüm karşısında insanın acizliğini, korkularını, isyanını ifade etmek Abdülhak Hamid Tarhan’ın “Makber” şiiriyle başlar.

“Hacle” şiirinde, ilk eş Fatma Hanım’ın ölümünün ardından evlenmek düşüncesine saplanan Hamid’in gerçekleşecek zifafa, ölen karısının hayalinin nasıl müdahale edeceği tasavvuru vardır: “İnsan bu Hacle olmasa neylerdi ey ilâh/ Evlenmemek değil mi hakikatte bir günah?” Doğu ve Batı kültürünü özümseyen Abdülhak Hamid, Doğunun gece ile örtüştüğünü Fatma Hanım’ın ruhu sayesinde öğrendiğini ifade eder. Güneşin doğduğu yerden gelen bahara, yani eski eşe seslenerek onun evlilik yolunu engellemesini istemez. Çünkü bir yandan sevgilinin hayalini görürken diğer yandan gerdek odasının mecburiyetinden yani cinsel arzularının gerekliliğinden bahsetmektedir.

Hamid, farklı benzetmelerle düşüncelerini, iç dünyasını ve paylaşamadığı duygularını dizelerine yansıtır. Bu duyguları paylaşırken gerçeklikten kopar ve bir düş dünyasına doğru yeni imgeleri ile birlikte yola çıkar. Aslında bunların hepsi şairin oluşturduğu imgeler yoluyla gerçekleşir. Jean Paul Sartre’a göre “İmge, bedensel bir şeydir, dış bedenlerin sinirler ve duyular aracılığıyla kendi bedenimiz üstündeki eyleminin ürünüdür.” Sartre’ın imge tanımlaması, Abdülhak Hamid’in oluşturduğu hayal, düş ve gerçek bir öge gibi görünse de hepsi şairin bedeni üzerinde duyduğu eylemden kaynaklanan imgeleri oluşturur. “Hacle” şiiri gerçekten kopuşun ve başka bir dünyaya yapılan bir yolculuktur. Abdülhak Hamid, “ifade-i mahsusa”da bunu açıkça anlatır: “Makber vâki olmuş bir musibeti müştemil olduğu gibi Hacle vuku bulmuş bir meserreti şâmil değildir. Hacle hayalî, Makber hakîkîdir. Hacle bir efsane, Makber bir tarihtir. Makber’in dediği olmuş bir şey, Hacle’nin muradı ise ‘olaydı böyle olurdu’ demektir.”

Abdülhak Hamid’in, Lucienne’e olan aşkını ve kendisini onunla tamamlamasının nedeni olarak, yaşlı bir erkeğin, genç bir kadına olan saplantılı tutkusu olarak değerlendirmek, şairi tanımamaktır. Şairin ruhunu şekillendiren doğanın yasalarıdır. Ölüm de, yaşam da, arzu da doğanın ta kendisi değil midir? Hamid, “Makber”de, Fatma Hanım aracılığı ile ölümü özne yapar ve kendi varoluşunu sorgular. Nelly Claver ise, Hamid’in yeniden doğuşudur. Ölüm değişmez bir gerçeklikse, yaşam da doğanın özüdür. Hamid’in, Lucienne aşkı ise, Makber ve Hacle arasında kurulan, şairin “Arafıdır.” Doğanın, ölüm ve yaşam yasaları bu aşkın sınırlarında bir mana ifade eder ancak. Hamid, Lucienne’de, ölümü- yok olmayı, yaşamı-doğumu aynı anda yaşar. Lucienne’nin başka biri ile yaptığı evlilik, Hamid için Makber’dir ki, ayrılmalarına rağmen, onu ısrarla görmek istemesi bir kabir ziyaretinden başka nedir ki? Lucienne’nin, Hamid’e geri dönmesi şairin Hacle’sidir. Doğumudur. Kendi anlatımı ile, “olaydı böyle olur”udur.

Bayram SARI

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir