Mine Söğüt Kadınları: Kırılganlığın ve Direncin Edebi Temsili
Mine Söğüt’ün Deli Kadın Hikâyeleri ve Beş Sevim Apartmanı, kadınlığın sınırlarını zorlayan anlatılarla doludur. Bu eserler, toplumsal cinsiyet normlarının kadın bedeni ve ruhu üzerindeki tahakkümünü ifşa ederken, bireysel travmaların derin yaralarını da gözler önüne serer. Kahramanlar, ne salt bir isyanın ne de yalnızca kişisel çöküşün temsilcileridir; aksine, her ikisinin kesişiminde var olurlar. Bu metin, Söğüt’ün kahramanlarını, toplumsal cinsiyet normlarına karşı bir başkaldırı ile bireysel travmaların karmaşık bir yansıması olarak ele alarak, onların bastırılmış duygularını psikanalitik bir mercekle inceler. Anlatılar, kadınların sessizleştirilmiş öfkelerini, çaresizliklerini ve özgürleşme çabalarını açığa vururken, aynı zamanda insan ruhunun evrensel kırılganlıklarını sorgular.
Normların Gölgesinde Kadın Kimliği
Söğüt’ün eserlerinde kadın kahramanlar, toplumsal cinsiyet normlarının dayattığı rollerle boğuşur. Beş Sevim Apartmanı’nda Huriye, Yeşim, Elif, Melike ve diğerleri, erkek egemen düzenin beklentilerine uymaya zorlanmış, ancak bu normların ağırlığı altında ezilmişlerdir. Huriye’nin erkek çocuk doğuramama “suçu” yüzünden maruz kaldığı şiddet, toplumsal cinsiyetin kadın bedeni üzerindeki acımasız denetimini simgeler. Bu normlar, kadınları pasif birer kurbana dönüştürürken, onların delilikle damgalanması, toplumun “akıl” kisvesi altında kurduğu kontrol mekanizmalarını ifşa eder. Deli Kadın Hikâyeleri’nde ise her bir kadın, kendi öyküsünde, evlilik, annelik ya da itaat gibi rollerle zincirlenmiş, ancak bu zincirleri kırmaya çalışırken “anormal” ilan edilmiştir. Bu kahramanlar, normların dışına çıktıklarında, toplumun onları delilikle yaftalayarak susturduğunu gösterir. Toplumsal cinsiyet, burada bir hapishane gibi işler; kadınlar, ya bu hapishaneye uyum sağlar ya da “delirerek” dışlanır.
Travmanın Bireysel ve Kolektif Yüzü
Söğüt’ün kahramanlarının deliliği, bireysel travmaların bir yansıması olarak okunabilir, ancak bu travmalar asla yalnızca kişisel değildir. Huriye’nin sevgisizlik ve kayıptan kaynaklanan yalnızlığı, Yeşim’in cinsel şiddet karşısındaki çaresizliği ya da Gülsüm’ün ailesi ve kocası tarafından ihanete uğraması, bireysel acılardan çok daha geniş bir bağlama işaret eder. Bu kadınlar, patriyarkal düzenin sistematik baskısının kurbanlarıdır. Travmaları, yalnızca kendi yaşamlarıyla sınırlı kalmaz; ataerkil toplumun kadınlara dayattığı rollerin kolektif bir mirasıdır. Beş Sevim Apartmanı’nda hastane kayıtlarının soğuk, eril dili, kadınların öznel deneyimlerini “gerçek” olarak tanımaz; onların “cinperi masalları” ise, bu resmi anlatıya karşı bir direniş biçimidir. Ancak bu direniş, toplumun gözünde bir isyandan çok, deliliğin kanıtı olarak görülür. Kadınların travmaları, hem bireysel hem de kolektif bir yaranın dışavurumudur; bu yara, yüzyıllardır süregelen cinsiyet eşitsizliğinin izlerini taşır.
Psikanalitik Mercek: Bastırılmış Duyguların Patlaması
Psikanalitik açıdan, Söğüt’ün kahramanları, bastırılmış duyguların ve bilinçdışının karmaşık bir temsilidir. Freud’un bastırma (repression) kavramı, bu anlatılarda açıkça kendini gösterir: Kadınların öfkesi, arzuları ve acıları, toplumsal normlar tarafından bastırılır ve bu bastırma, delilik olarak patlar. Beş Sevim Apartmanı’nda Huriye’nin kedilere sığınması, sevgisizlik ve dışlanmışlık karşısında bastırılmış şefkat arzusunun bir yansımasıdır. Yeşim’in sessiz çığlıkları, cinsel şiddetin yol açtığı utanç ve korkunun bilinçdışına itilmesidir. Lacan’ın ayna evresi ve simgesel düzen kavramları da burada anlam kazanır; kadınlar, toplumun onlara dayattığı “ideal kadın” imgesiyle özdeşleşmeyi reddeder, ancak bu reddediş, onları simgesel düzenin dışına, deliliğin alanına iter. Jung’un kollektif bilinçdışı kavramı ise, bu kadınların öykülerini daha geniş bir çerçeveye oturtur: Onların deliliği, yalnızca bireysel değil, kadınlık deneyiminin evrensel bir yansımasıdır. Bastırılmış duygular—öfke, arzu, utanç, suçluluk—toplumun onlara dayattığı rollerle çatışır ve bu çatışma, delilik kisvesi altında dışa vurulur.
Dilin Gücü ve Sessizliğin İsyanı
Söğüt’ün eserlerinde dil, hem bir baskı aracı hem de bir özgürleşme alanıdır. Beş Sevim Apartmanı’nda hastane kayıtlarının katı, eril dili, kadınların öznel deneyimlerini nesneleştirir ve onları “hasta” olarak etiketler. Buna karşılık, “cinperi masalları” olarak adlandırılan öyküler, kadınların kendi dilleriyle kendilerini ifade etme çabasıdır. Bu masallar, toplumsal normlara karşı bir isyan olarak okunabilir; ancak bu isyan, toplum tarafından ciddiye alınmaz, çünkü “deli” kadınların sözleri yalnızca “masal”dır. Deli Kadın Hikâyeleri’nde de her bir kadının öyküsü, kendi sesini bulma mücadelesini yansıtır. Dil, burada hem bir tuzak hem de bir kurtuluş aracıdır. Kadınlar, sessizliğe mahkûm edildikleri bir dünyada, delilikle damgalanarak bile olsa, kendi öykülerini anlatmayı sürdürür. Bu, bir anlamda, Foucault’nun deliliğin tarihine dair savlarını yankılar: Delilik, toplumun ötekileştirme mekanizmasıdır, ancak aynı zamanda ötekileştirilenlerin kendilerini ifade etme biçimidir.
Özgürlüğün İmkânsızlığı ve Direnişin Bedeli
Söğüt’ün kahramanları, toplumsal cinsiyet normlarına karşı direndiklerinde ağır bir bedel öder. Huriye’nin kedilere sığınması, Yeşim’in suskunluğu ya da Gülsüm’ün öfkesi, birer isyan biçimidir, ancak bu isyanlar onları özgürleştirmez; aksine, toplumun “deli” etiketiyle daha da marjinalize eder. Özgürlük, bu anlatılarda imkânsız bir ufuk gibi görünür; çünkü kadınlar, ne kadar direnseler de, patriyarkal düzenin sınırları içinde var olmaya mahkûmdur. Ancak bu imkânsızlık, onların direnişini anlamsız kılmaz. Her bir kahraman, kendi öyküsünde, normların dayattığı kimlikleri reddederek, en azından kendi iç dünyalarında bir özgürlük alanı yaratır. Bu, belki de Söğüt’ün eserlerinin en güçlü mesajıdır: Kadınlar, ne kadar bastırılırsa bastırılsın, kendi öykülerini anlatmaktan vazgeçmez. Delilik, bu bağlamda, hem bir yenilgi hem de bir zaferdir; hem toplumsal normların ezici gücünün hem de bireysel direncin sembolüdür.
Kadınlığın Çatışkılı Mirası
Mine Söğüt’ün Deli Kadın Hikâyeleri ve Beş Sevim Apartmanı, toplumsal cinsiyet normlarının kadınlar üzerindeki yıkıcı etkisini ve bireysel travmaların bu normlarla nasıl iç içe geçtiğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Kahramanlar, ne yalnızca isyankâr ne de yalnızca mağdurdur; onlar, hem normlara karşı bir direnişin hem de kişisel acıların karmaşık bir yansımasıdır. Psikanalitik açıdan, bu kadınlar, öfke, arzu, utanç ve suçluluk gibi bastırılmış duyguların taşıyıcılarıdır; bu duygular, toplumun onlara dayattığı rollerle çatışarak delilik biçiminde dışa vurulur. Söğüt’ün eserleri, kadınlığın çatışkılı mirasını gözler önüne serer: Hem zincirlenmiş hem de zincirleri kırmaya çalışan bir varoluş. Bu anlatılar, okuyucuyu, kadınların sessiz çığlıklarını duymaya ve onların öykülerini ciddiye almaya davet eder.



