Nazi faşizmine karşı ve Adolf Hitler’e karşı dolaylı yoldan bir isyandır satranç.

satrancZweig’in Büyülü Dünyasında Parlayan Son Yıldız: Satranç
Yeryüzü en büyük satranç alanı ve tanrı en büyük oyun kurucudur. Kimileri piyon olarak yaratılmakta, kimileri şah ve kimileri de vezir olarak yaratılmaktadır. Yazgısına bir başkaldırıdır satranç. Nazi faşizmine karşı ve Adolf Hitler’e karşı dolaylı yoldan bir isyandır satranç. Nazi faşizmi döneminde, yakılan ve toplatılan kitaplar arasında Zweig’in kitapları da bulunmaktadır.

Nazi faşizmi karanlık bir dünya kurma arayışıdır, karanlıkta korkunun soğuk ve iğrenç yüzüyle daha kolay yönetilebilir kitleler ve bunun bilincinde olan liderler karanlık ve korkunun egemen olduğu bir dünya yaratırlar toplumlarına. Ve bu karanlık dünyada kitaplar, dergiler, gazeteler toplatılır; yazarlar tutuklanır yeryüzü biraz daha karartılır ve topluma tek seçenek sunulur. Kurulan sözde düzene itaat etmesi ve eleştiri yapmaması! İşte tam da bu noktada satranç bütün ezberleri bozar.

Bir uzun öykü olan ve kimi eleştirmenlerce roman olarak tanımlanan satranç: New York’tan Buenos Aires’e yolculuk yapan bir deniz vapurunda yaşanır. Yolcular arasında bulunan bir milyoner, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic’e, ücret karşılığı bir parti satranç oynamayı önerir. İlk partiyi beklendiği gibi rahatlıkla şampiyon kazanır. Yine kaybedilmekte olan rövanş partisinin ortasında, oyuna Dr B. adında bir başka yolcu daha katılır.

Sayfa 33’te belirtildiği gibi Dr B. bu uzun öyküye aniden girer. “Mc Connor piyonu son kareye sürmek için elini uzatmıştı ki, birisi kolundan yakaladı, alçak sesle ve heyecanla fısıldadı. “Tanrı aşkına! Sakın ha!” “Şimdi veziri alırsanız, fili c1’e sürüp piyonunuzu kırar, siz de atınızı geri çekersiniz. Ama bu arada boştaki piyonunu d7’ye getirip kalenizi tehdit eder ve atınızla şah-mat deseniz bile kaybedersiniz ve dokuz-on hamle sonra yenilirsiniz.”

Bunun üzerine kaybedilmekte olan oyun beraberlikle sonuçlanır ve Dr.B’ye şampiyonla karşılaşması önerilir kendisine. Şampiyonla karşılaşmaya başlamadan oyunu nasıl öğrendiğini anlatır çevresindekilere.

Gestapo tarafından bir otel odasında aylarca hücre hapsine kapatılmışken, bir sorgulama öncesi bekletildiği odanın duvarında asılan montun cebindeki satranç kitabını çalmayı başarmıştır. Kitaptaki kaydedilmiş oyunları satranç tahtası olmadan kendi kafasında oynamaya başlar. Satranç, hücrede sıkıntıdan çıldırmak üzere olan Dr. B.’nin hayatını kurtarmıştır. Ancak zamanla ölü nokta dediği kitaptaki bütün oyunları ezbere öğrendikten sonra, kitabı çalmadan önce hücredeki sıkıntıdan yıprandığı konumuna tekrar düşer.

Satranç tahtası ve taşları yoktur, ancak, önce ekmek içinden yaptığı satranç taşlarıyla sonra da tümüyle belleğinde oynayarak kurumsal bir satranç ustası olup çıkar. Fakat bu tutkusu yüzünden sinir krizlerine beyin ağrılarına yakalanır. Bunun üzerine kafasında yeni partiler icat eder ve şizofrenik tarzda partileri sinir krizi geçirene dek kendi kendine karşı oynamaya başlar. Sonunda hapisten salıverilmiştir. Gemide satranç şampiyonuna karşı ilk müsabakayı kazanır. Dr. B bütün şampiyonların partilerini ezbere bildiğinden Czentovic’in oynayacağı oyunları önceden hesaplıyordur. İkinci müsabaka sırasında Czentovic, karşısındakinin zamanla huzursuzlaştığını fark edince özenle yavaş oynamaya başlar ve Dr. B yine kriz geçirince parti yarıda kalır.

Sf.23’de satrancın belki de bilinmeyen en iyi tarifi karşımıza çıkıyor: “Hem çok eski hem de yepyeni, düzeneği hem mekanik hem hayal gücüne bağlı, hem sabit geometrik bir alanla sınırlı hem de bileşenleri sınırsız, hem sürekli gelişen hem de kısır, hiçbir şeye götürmeyen bir düşünme, hiçbir şeyi hesaplamayan bir matematik, yapıtları olmayan bir sanat, maddesi olmayan bir mimari, bununla birlikte varlığıyla bütün kitap ve yapıtlardan daha dayanıklı olduğu su götürmez, bütün halklara ve bütün zamanlara ait tek oyun.”

Dr. B sadece sorgu esnasında insan yüzü görebiliyor ve sorgu odasının önünde uzun zaman sonra görmüş olduğu tek yazılı şey bir takvim oluyor. Gözünü takvimden ayırmayıp uzun uzun takvime bakar. Hücre hapsinde okunacak kitap yada herhangi yazılı bir şey yoktur, takvimin yazılı yaprağı onun için bir umut olur adeta ve gözünü uzun süre ayıramaz ondan derken asılı bir palto ve kabarık cebi ilişir gözüne, bir kitap olacağını düşünür ve başta oldukça tedirgindir fakat insanı kemirip bitiren o merak duygusu, keşifler yaptıran o tanrısal duygu onu paltoya yanaştırır ve eliyle yoklar onu, derken kitabı bir şekilde soğuk ve ıstırap dolu yalnızlığı ile gölgelenmiş hücresine götürür ve karanlık oda bir müddet ışığa kavuşur ve umutla yüklenir. Çünkü bir kitap girmiştir artık hücreye. Hiçlik ve boşluk duygusu bir müddet uzak durur Dr. B’nin benliğinden.

Nazi faşizminin çirkin yüzünü kitabın özellikle bu kısmında bir kez daha görmekteyiz. İşkence altında iç sorgulamalar, kendinden şüphe etmeler, bilinmezlik içinde mücadele insanı bunalıma sürükler. Diğer yandan ise çarşaftan satranç altlığı, ekmek parçalarından taşlar, odanın tozundan taşlara siyah renk verme ise faşizme karşı insanlığın mücadelesini simgeler adeta. Dr. B Sf. 45’de ise “Yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz” sözüyle faşizmin işkenceci yüzünü bir kez daha bütün çıplaklığıyla gözler önüne serer.

Dr. B’nin işkence odasından çıktıktan sonra ilk sözleri ise oldukça manidardır. “Yeryüzünde beni sorgulamayan, bana işkence yapmayan bir insan var mı gerçekten?’’

Yaşama ve yok etme içgüdüsüyle yaşama tutunan insan, bütün tanrıların ve inançların tutsağı yeryüzünün biricik garibi insan! Bir ideoloji ve ya ortak dava uğruna gözünü karartıp varlığını ortak töz, dava uğruna yok edebilir. Vicdanî ve insanî bütün duyulardan uzaklaşıp en büyük işkencecilere ve katillere dönebilir. Kendisine dönüp ‘’neden?’’ diye sorulduğunda ise vicdanî ve insanî duyulardan uzak ideolojisi uğruna yaptığı cevabını duymak mümkündür. Dr. B, çağının insanına hayretle bakmaktadır.

Milgram’ın sosyal psikoloji deneyinde de görüldüğü gibi insanlar otorite sahibi kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle her ne kadar çelişse de itaat etme eğilimlerinin yüksek olduğu görülmektedir.

‘’İtaatin hukuksal ve felsefesel açılardan devasa önemi bulunmaktadır, ancak bunlar çoğu insanın somut durumlarda nasıl davrandığı konusunda fazla bilgi vermez. Yale Üniversitesi’nde sıradan bir insanın sadece bir deney bilimcisinden aldığı emirle başka bir insana ne kadar acı çektireceğini ölçmek için basit bir deney düzenledim. Katılan deneklerin güçlü vicdanî duyguları ile saf otoriteyi çeliştirdim, ve kurbanların acı dolu çığlıklarının eşliğinde genellikle otorite kazandı. Yetişkin insanların, bir erk makamının komutası doğrultusunda her şeyi göze almakta gösterdikleri aşırı isteklilik çalışmamızın acilen açıklanma gerektiren en önemli bulgusudur’’ (Milgram, itaat’in tehlikeleri makalesinden…)

Milgram özelliklede Nazi döneminde katledilen yüz binlerce Yahudi ve diğer insanların fırınlarda ve gaz odalarında hiç acınılmaksızın ve insanî duygulardan uzak olarak nasıl katledilebileceğini, onları katleden insanların otoriteye itaatin ne dereceye vardığını görmek, sorgulamak için geliştirildiği düşünülebilir.

Zweig’in büyülü dünyasında parlayan ve intiharından önce yazmış olduğu son kitabı, Satranç’ı okuyan kişi, bir satranç maçının heyecanına kendine kaptırırken aynı zamanda 20. yüzyılın acımasızlığına dair bir fikir de edinebilir. Satranç yeryüzünün ezilen bütün insanlarına, zorbalığa ve faşizme karşı direnen bütün insanlara, insanî ve vicdanî duygularını, saflığını yitirmemiş insanlara sıcak bir selamdır.

Arda İcil
07.09.2016 http://kitapeki.com/

Satranç
Yazar: Stefan Zweig
Çeviren: Ayça Sabuncuoğlu
Baskı Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 71 sayfa
Yayınevi: Can Yayınları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir