Nazım Hikmet’in Orhan Kemal’e gönderdiği ümitsizlik ve yazarlık üzerine bir mektubu

nazım2Nazım Hikmet’in kendi hapishanesine düşecek olmasına sevinen Orhan Kemal’in, Nazım Hikmet ile ilgili tuttuğu notların bir kısmı ‘Nazım Hikmet’le 3.5 yıl’ adlı kitapta toplanmış. (Everest Yayınları, Haziran 2007)

Nazım Hikmet’in sabah sporları, daktilodaki ustalığı, çilek tutkusu ve küçük bir tavşanla arkadaşlığı bir yana, Orhan Kemal’in Nazım Hikmet’i diğer arkadaşlarından sakınması, O gelince diğer herkesi ve her şeyi unutması ve kendisiyle ilgili kimi itirafları kitabı başka bir ritimde okuttu bana.

Hapishanede birlikte geçirdikleri zamana (1940-1943) mektuplaştıkları zaman ekleniyor. Kitapta sadece Nazım Hikmet’in Orhan Kemal’e yazdığı mektuplar var. Ama o mektuplardan Orhan Kemal’in ne yazmış olabileceğini tahmin etmek zor değil. Hatta bu, çok keyifli bir oyuna dönüşüyor, derken 6.11. 1949 tarihli mektupla aniden bitiyor kitap. Ve – birçok sebepten dolayı- özellikle bu mektubu buraya (olduğu gibi) taşımak istiyorum. Hapishanede yazılan bu Mektup, eksiksiz bir eleştiri örneği olmakla beraber, değişmeyen Türkiye gerçeğine karşı ‘geliştirilebilir’ tavır rehberi niteliğinde. Nasıl oluyor da diyorum … nasıl oluyor?

Bu mektubu kendime ders ediniyorum.

Raşit, Evladım.
Mektubunu ve kitabını aldım. Teşekkür ederim. Kitaptan konuşalım. Evvela, baskısını beğenmedim. Daha iyi bir kağıda, daha iyice bir kapak kompozisyonuyla basılsaydı. Fakat ne halt edek, bu kadarına da şükür. Kitaptaki resmine kızdım. O bir rezalet. Bunun basılmasına neden razı oldun? İnsan ya resim kor, ya komaz, fakat koyunca da sanat değeri olan resim, yahut fotoğraf kor. Her ne hal ise.

Şimdi gelelim esere. Bir kelimeyle, sana ve Türk halkına layık bir eser ve bazı hikayeleri, dünya küçük hikaye edebiyatında yer tutacak kadar usta, doğru, iyi ve kusursuz. Yüreğim sevinçle kabardı. Böbürlendim. Kitabı bir gecede bitirdim. Hikayelerin altlarına notlar aldım. Bak, onları yazayım.

Revir Meydancısı Yusuf ‘’güzel’’. Mahalle Bekçisi Ali ‘’çok güzel’’. Final lüzumsuz. 20 sayfa. Hikaye daha önce bitmeli. Köpek Yavrusu ‘’çok güzel’’. Yalnız bir tehlikenin ilk işaretleri var bunda. Ekmek, Sabun ve Aşk. Çok güzel. Bir Öksüz Kız Etrafında. ‘’Güzel’’. Bir Ölüye Dair. Güzel. Bir İnsan ‘’Güzel.’’ Daha kısa olabilir de. Bir Kadın. Çok güzel. Bir yılbaşı Macerası. Çok güzel. Uyku. Harika. Dönüş. İşte küçük bir şaheser. Kitap Satmaya Dair. Çok Güzel. Bazı finaller birbirine benzeyen unsurlarla yapılıyor. Propagandacı. Güzel. Yemişçi. Güzel. Çocuk Ali. Favkalade.

Şimdi Raşitçiğim, teknik bir iki noktaya temas edeceğim. Şiirde olsun, nesirde olsun, virgül, noktalı virgül ve hatta noktanın yardımıyla kurulan cümleler, yani bu noktalama işareti olmazsa, manası karışabilen cümleler sakat cümlelerdir.

Bir misal vereyim. ‘’İki kocakarı, alay mutfağının arkasındaki arsada ıslak toprağa karşılıklı oturmuşlardı.’’

Burada iki kocakarı’dan sonra konan virgül sayesinde cümle mana kazanıyor. Virgülü kaldırırsan, iki kocakarı alay mutfağı, gibi acayip bir mana çıkıyor. Bu cümleyi şöyle kurmak lazımdır:

Alay mutfağının arkasındaki arsada ıslak toprağa iki kocakarı karşılıklı oturmuştu. Bunu şöyle rasgele aldım. Bizim yazarlar buna hiç dikkat etmiyor. Sana tavsiyem, cümleyi virgülsüz, noktalı virgülsüz filan, anlaşılabilecek bir şekilde kurmaya çalış, virgülsüz filan, sonra yardımcı unsur olarak kullan, hatta istersen hiç kullanma.

Hatta bir cümlenin bittiği ve öteki cümlenin başladığı noktayla anlaşılıyorsa, her iki cümlenin de tam kurulmamış olduğunu hemen kestir. Bir daha tekrar edeyim, noktalama işaretleri olmadan anlaşılmayan, yahut zor anlaşılan cümleler mutlaka, ters, ölü doğmuş, ölü kurulmuş cümlelerdir. Teşbih bahsinde de çok titiz olmak lazım. Sen bazen teşbihi suistimal ediyorsun. Hele bir cümlede iki teşbih, yahut birbiri ardından gelen teşbihler birbirlerinin canına okumaktan, birbirlerini öldürmekten , silikleştirmekten başka işe yaramaz.

‘’Etrafını alan mahalle çocuklarıysa yaramaz ve haşindiler.’’
Bak, bu yanlışlığı ben de bir zamanlar, biraz da bilerek yaptımdı. Sen yapma. Yaramaz ve haşindi demek lazım, haşindiler değil. Bu ufak tefek teknik bahislerden sonra asıl meseleye geliyorum.

Bugün realizm iki istikamette inkişaf etmektedir. Bir istikamet, eksiztansiyalizme kadar dayanan, mürteci ve insanı topyekun kapkara gören ümitsiz, boktan, ve eninde sonunda realiteyle bağını koparan cereyandır. Öteki ise yeni ve yaratıcı bir çeşit romantizmle birleşen ve sanatkarın bir ruh mühendisi olduğunu kabul eden, bundan dolayı da eninde sonunda realiteyi en iyi ifade eden cereyandır. Senin bazı hikayelerin, yalnız kederli değil, aynı zamanda ümitsiz. Zaten bilhassa son yıllarda, gayet malum sebeplerle, bilhassa da hikayecilerimizde, bir temayül çoğalmaktadır. Realite, bizzat tarihi akışıyla realite, ümitsiz değildir, kederli, mahzun, acı, alacakaranlık, korkunç, iğrenç, rezil, kepaze filan falan tarafları vardır, bu tarafları aksetttirmekte en ufak bir ihmal, insanlığı tek taraflı, tozpembe bir ışıkla vermek olur ve realiteden uzaklaşılır, fakat bütün bunlara rağmen bu realite yine insanların eliyle daha iyiye, daha güzele doğru gelişme yolundadır. Gelişen şey ise ümitsiz değildir, sevinçsiz değildir. Bu bahsin üzerinde bilhassa duruyorum, çünkü fert olarak bir insanın ümitsizliğe kapılması, kapılmaması yalnız kendini ilgilendirir, fakat mesela insanların hastalıklara karşı mücadelelerinin boş bir gayret olduğuna inanan bir doktorun doktorluk etmeye nasıl hakkı yoksa, bir muharririn de muharrirlik etmeye hakkı yoktur. Kimse onlardan bu hakkı zorla alamaz, ama realite eninde sonunda onları yok eder. Şekspir, Servantes, Balzak, Tolstoy, Çehof, Gorki gibi büyük muharrirler, zaman zaman dehşetli acı, korkunç, kederli muharrirlerdir, fakat her zaman ümitlidirler. Hamlet piyesini düşün. Don Kişot’u düşün. Harp ve Sulh’u düşün, Üniversitelerim’i düşün. Bunlara karşılık, ferden onlar ayarında olan Dostoyefski eninde sonunda yok olup gitmektedir. Kederli, mahzun, acılı olmak için sebepler mevcuttur, fakat ümitsiz olmak için tek bir sebep mevcut değildir.

Aman evladım, kendini bundan sakın, daha acı, daha mahzun ol, fakat sevincin ve ümidin pırıl pırıl parlasın. İşte bu kadar. Bir daha tekrar ederim, seni ve Türk edebiyatını tebrik ederim. Çoluk çocuk hepinizi hasretle bağrıma basarım.

Yazıyı hazırlayan: 5harfliler.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir