Nobel Edebiyat Ödülü’nü almak için şiir yazmıyorum. Ola ki elli sene sonra beni bu ödüle aday göstermek gafletinde bulunanlar çıkarsa, şimdiden ödülü reddettiğimi, hatta birilerinin bana ödül vermeye kalkmasını hakaret saydığımı belirtmek isterim. Bunun politik-etik gerekçelerini daha iyi algılamak isteyenler “Ödül Düzleminde Şiir Erkini Yıkmanın Anatomisi” (Eliz Edebiyat/ Şubat 2011) adlı yazımda, yeterince veri bulacaklardır.
Nobel Edebiyat Ödülü’ne olası, farazi aday gösterilişimi daha şimdiden reddettiğimi ifade ettikten sonra, ulusal ve uluslararası diğer tüm ödülleri de reddettiğimin altını çizmeme ihtiyaç olmasa gerek. Uluslararası edebiyat-şiir ödüllerinde işleyen mekanizmaları bilemiyorum, ama ulusal çaptaki ödüllerin işleyişi hepimizin malumu. Ödülü bir sıçrama tahtası olarak kullanarak “ünlü” olmak, bu “ün” üzerinden maddi ya da manevi rant sağlamak, şair olarak bu yolla rüştümü ispatlamak, ödül yoluyla ulufe dağıtan şiir erk odaklarına biat etmek, bu şiir baronlarının politik-poetik dümen suyuna girmek, bu kişilerin müridi olmak gibi dertlerim yok.
Şiir yıllıklarına ya da antolojilere girmek için yazmıyorum. Ülkemizde başlangıcından bu yana her biri nesnel olmaktan çok uzak kalmış, politik-poetik yanlılığın ötesinde, kirli kişisel ilişkiler, intikamlar için araç olarak kullanılmış şiir yıllıklarını, adamdan saymıyorum. (Bu noktada, kendisine kötü söz eden şairi, hazırladığı şiir antolojisine almaktan çekinmeyen, tepeden tırnağa şiir namusuyla, şövalyece davranan İhsan Topçu’nun, tüm şairler, yıllıkçılar, eleştirmenler tarafından örnek alınabilmesini diliyorum…). Hangi şiirim- poetik yazım hangi antolojiye alınmış ya da alınmamış diyerek de zerre kadar takip etmiyorum, ama kalkıp birkaç gülünç şair gibi “Filanca editöre küstüm, benim şiirlerimi yıllıklara zinhar almaya kalmasın” da demiyorum, çünkü idealize edilmiş, olması gereken bir şiir yıllığının amacı, şiir coğrafyamızın yıllık fotoğrafını çekmektir. Burada toplu fotoğrafa girmekten kaçınmanın tek yolu, dergilerde hiç şiir-yazı yayımlatmamak olmalıdır. “Filanca editöre küsen” gülünç şairlerin, bu yolla diğer şiir yıllıklarını onaylıyor olduklarını (ki diğer hiçbir yıllığa rest çekmediler) fark edememeleri acınası. (Tabi o yıllıklarda kendi şiirleri her sene boy gösteriyordu ne de olsa. Ne gerek vardı o zamanlar, durduk yerde şiir yıllıklarını eleştirmeye). Oysa ilk şiir yıllığından bu yana, “olabildiğince nesnel”, bilinçli olarak öznel seçimlerin bataklığına girmemiş şiir yıllığı hiç olmadı bu coğrafyada. Buna rağmen şairler, kendileri için karne saydılar bu yıllıkları. Kırık not alınca “Örtmen bana taktı”, dediler, iyi not alınca koşar adım aferin alacakları kişilere gösterdiler karnelerini. Obur egolarını doyurmak isteyen şairler tarafından, kendisine gereğinden çok daha fazla değer atfedilen şiir yıllıkları, aslında teknik bir dokümantasyondur, yıllık hazırlayıcıları da teknisyen. Teknik çalışmanın başarısız kotarılmış olması sadece teknisyenin ayıbıdır. Şairlerin obur egolarını beslemek adına, yıldızlı pekiyi almak düşleriyle debelenmeleri ise sadece yıllık hazırlayıcı şiir tarihinin “hizmetçilerinin” erk gücünü arttırır, şair-yıllıkçı hiyerarşisi oluşturur. Tıpkı biat kültürünün hüküm sürdüğü sefil coğrafyamızda bireylerin, topyekün kendilerinin çıkarları için “hizmetçi” olması gereken politikacıların karşısında el pençe divan durması gibi. Şairler karnelerini yırtmadıkça, yıllıklara girip girmediklerine karşı kayıtsız kalmadıkça, yıllıkçıların erk alanı genişler ve bu traji-komik oyun temcit pilavı olmaya devam eder her sene. Buyrun, isteyen elinde gezdirsin gülünç karnesini, ben almayayım.
“Reytingimi” arttırmak uğruna, son on yıldır “moda” haline getirilen puşt-modern (post-modern) şiirler düzleminde yazmıyorum. Şiirden anlam’ı, anlak’ı, yaşayan “sahici” insanı dışlayan, sürrealizmden ödünç alma oto-didakt yöntemiyle şair öznenin bilinç altını kusmasından, sözcük ve harf oyunlarından öteye gitmeyen, öteki’ni önemsemeyen ve böylece kendi yaralarınızdan başkasına ilgi duymanızı, empati kurmanızı engellemek isteyen, kapitalizmin yabancılaştırmasını besleyen, bizzat kapitalizmin kendi çıkarlarının bekası için istediği mankurtlaşmış, “çoban köpekleri gibi aptal”, sormayan, sorgulamayan, itiraz etmeyen, eleştirmeyen, örgütlenip “devirmeyen”, birer tüketim makinası haline getirilmiş bireyler üretmek için şiir coğrafyasında palazlandırdığı bu “sentetik” post-modernist şiir, bir insanlık suçudur. Çoktan arkaik hale gelmiş bir estetik algının neo-şaklabanlığı olan görsel şiir/somut şiirler de bu puşt-modernist şiir panayırının “iş” koludur. Dergilerde kolay köşe kapmak, ödüller için takla atmak, gazetelerin kitap eklerinde hakkımda övgüler düzdürmek uğruna bu insanlık suçuna iştirak etmiyorum.
“Ünlü” yayınevinden şiir kitabımı çıkartmak adına vampir yayıncılara rüşvet vermiyorum. Maliyetinin üstüne yüzde yüz kâr ekleyerek şiir kitabımı basmalarına, bu kârın bir kısmını işkembelerine indirmelerine izin vermiyorum. Kârın geriye kalan kısmıyla bu vampir yayıncıların şair dostlarının, yayımlanmasını istekleri şiir kitaplarının, tarafımca finanse edilerek basılmasına göz yummuyorum. Bu rüşvetin karşılığı olarak vampir yayıncıların, “ünlü” dergilerinde reklamımı yapmasını, yandaşlarının ise gazetelerin kitap eklerinde “kitap tanıtımı yazısı” adı altında şahsımı pohpohlamasını reddediyorum.
Şairlik “üst kimliği” edinmek için şiir yazmıyorum. Gördüğüm buncaları şair ise (istisnalar hariç) ben anti-şair olmayı, şiirli köyün delisi olmayı, şiir haini olmayı seçiyorum. Yakamdaki gülünç şair rozetiyle sefil bir bar faresi olarak genç kadınları yatağa atma çabalarına girmek için şiir yazmıyorum. İstanbul Şiir Dükâlığı’na yamanmak için şiir yazmıyorum. Yerel ya da ulusal gazetelerde köşe kapmak için şiir yazmıyorum. Beleş “rakı-balık” sefası için, şairler ve şair olma heveslileri dışında hemen hiç kimsenin katılmadığı şiir dinletileri/panelleri/kongreleri gibi, aslen belediyelerin, derneklerin, üniversitelerin maddi kaynaklarını, yani halkın vergilerinden toplanan paraları küçük konformist çıkarlar uğruna sömürmek için ya da kitap fuarlarında yalancı pehlivan gibi boy göstermek için şiir yazmıyorum. Annem beni sevsin diye şiir yazmıyorum. Babam bana “aferin” desin diye şiir yazmıyorum, sevgilim bana hayran kalsın diye şiir yazmıyorum…
Benim şiirde temel derdim, okurun empati ya da özdeşlik kurabileceği, yani hayata geçen şiirler yazabilmek, okurun kalbine iki dize çakabilmek. Benim şiirdeki asli görevim, bütün horlanan, dışlanan, yok sayılan, kenara itilen, ezilen ve sömürülenlerin şiir düzleminde dili olabilmek. Böylece toplumsal farkındalık yaratarak kapitalizmin yabancılaştırmasına kendi sıkletimce karşı durmak. “Kırık Çırak”, “Tenha Tezgahtar”, “Kız Veysel”, “İtirazlı İşporta”, “Evsizliğin Çocukluğu”, “Genelev Travması”,…gibi şiirleri yazmamın nedeni de budur.
Birgün şiirlerim ya da dizelerim, boyacı çocukların sandıklarına, tezgâhtar kızların cep aynalarının arkasına, simitçilerin camekânlarına, gündelikçi kadınların mutfak dolaplarının kapaklarına, fabrikaların, arka sokakların, kenar mahallelerdeki liselerin duvarlarına yazılmaya başlanırsa, işte o zaman, şiir adına bir şeyler yapmaya başlamışım demektir.
SERKAN ENGİN
Yaşam Sanat Dergisi, Aralık 2014