Biraz gerilere gideceğiz, yaklaşık 3000 yıl öncesine, M.Ö 1000’li yıllara… Bugün bize gerçeküstü, fantastik ve metafizik gibi görünen hikayeleriyle Homeros’un “Odysseia”sı, insanın dünyayı yorumlayışının ilk edebi örnekleri olarak hem önemli hem de çok sürükleyici bir örnek.
Daha yakına gelelim. Bocaccio’nun “Decameron”u(1351) bir ortaçağ klasiği. Dine, tabulara, tutuculuğa ve ahlakın ahlaksızlığına yüz öykü ile mizahi bir eleştiri getirirken kadın erkek ilişkilerinin doğasına, aşka ve cinselliğe yer veren Bocaccio çağını fersah fersah aşan bir yazardı.
Tam adıyla ”Pantagruel’in Babası Koca Gargantua’nın Paha Biçilmez Yaşamı” ya da kısaca “Gargantua”(1534) yazarı Rabelias’ın mizahını ve edebiyattaki benzersiz rolünü ortaya koyan, 500 yıl öncesine ait çağdaş bir metin.
1605 yılında yazılan ve roman sanatı üzerindeki etkileri hala süren Cervantes’in “Don Quixote”unu mutlaka ama eksiksiz çevirisiyle okumak gerekir.
Modern romanın ilk örneklerinden sayılan Daniel Defoe’nun “Robenson Crueso”nu da önerebilirim. Ancak nasılsa okumuş ya da izlemişsinizdir. İlginizi çekmeyebilir. Onun yerine bir kadının felaketini işlediği, çağına göre feminist tonlar barındıran “Molly Flanders”ini(1722) koyabiliriz. Hemen hemen aynı yıllarda kaleme alınan Swift’in “Gulliver’ın Gezileri”(1726) de çocukken okuduğunuza hiç benzemeyen eksiksiz çevirisiyle gerçek bir klasiktir.
Artık romanın olgunluk dönemine, altın çağlarına yaklaştık. Fransız, Rus ve İngiliz edebiyatlarının öncülük ettiği bu döneme Rusya’dan başlayalım. Puşkin’in “Yüzbaşının Kızı”, Lermantov’un “Çağımızın Bir Kahramanı”, Gogol’un “Ölü Canlar”ı, Tolstoy ”Anna Karenina”sı, Dostovyevski “Yeraltından Notlar”ı, Ivan Turgenev “Babalar ve Oğullar”ı ve Çehov’un hikayeleri, klasiklerin hiç de ürkütücü bir yanı olmadığını kanıtlıyor.
Fransız edebiyatından Balzac’ın “Vadideki Zambak”ı, Stendhall’in “Kırmızı ve Kara”sı, Flaubert’in “Duygusal Eğitim”i, Emile Zola’nın “Therese Raquin”i, Maupassant’ın “Pierre ve Jean”ı, bireyi ve toplumu ele alış biçimleriyle klasiklere neden klasik denildiğini yanıtlayan örnekler.
19.yüzyıl İngiltere’sinin bireysel ve toplumsal tarihini yansıtan sürükleyici, trajik ve sevimli hikayeleriyle Charles Dickens, Jane Austen, Mary Shelley, Bronte Kardeşler ve Thackery’nin romanlarını sayabilirim. Bunlara Amerika’dan Edgar Alan Poe’nun hikayelerini, H.Melville’in kısa romanı “Barthlebey”i ve Almanya’dan Goethe’nin “Genç Werther’in Acıları”nı da ekleyelim.
20.yüzyıl klasiklerini unutmadım. Herbirini teker teker değerlendirecek yerimiz olmadığı için öncelik sırası, zaman ve mekan gözetmeyen uzun bir liste veriyorum: Şolohov’dan “Durgun Akardı Don”, James Joyce’dan “Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi”, V. Woolf’tan “Flush, Joseph Conrad’tan “Karanlığın Yüreği”, Lawrence Durrel’den “İskenderiye Dörtlüsü”, Kafka’dan “Değişim”, Robert Musil’den “Genç Törless”, Thomas Mann’dan “Buddenbrook Ailesi”, Jean Paul Sartre’dan “Özgürlük Yolları”, Camus’den “Yabancı”, Colette’den “Caniko”, D.H.Lawrence’den “Ölü Adam”, Dino Buzzati’den “Tatar Çölü”, George Orwell’den “1984”, Vladimir Nabokov’dan “Lujin Savunması”, W.Faulkner’den “Döşeğimde Ölürken”, Steinbeck’ten “Gazap Üzümleri”, J.R.Fowles’dan “Kolleksiyoncu”, Yukio Mişima’dan “Bir Maskenin İtirafları, Jean Genet’den “Gemici”, J.D.Salinger’den “Çavdar Tarlasında Çocuklar”, Jack Kerouac’tan “Yolda”, James Baldwin’den “Giovanni’nin Odası”, Sadık Hidayet’ten “Kör Baykuş”, Tayeb Salah’tan “Kuzeye Göç Mevsimi”, J. M. Coetzee’den “Michel K. Nasıl Yaşadı”, G.G.Marquez’dan “Yüzyıllık Yalnızlık”, Gunter Grass’tan “Teneke Trampet”, Julio Cortazar’dan “Lucas Diye Bir”, Italo Calvino’dan ”Görünmez Kentler”, Thomas Bernhard’dan “Odun Kesmek”, Jose Saramago’dan “Körlük”….
Bu saydıklarım arasından çoğunu beğeneceğiniz umuyorum. Ama sevmedikleri çıkabilir. Sorun değil; Klasiklerle, aslında sanat ve edebiyatın her türüyle kurulacak ilişki bilgi ve iletişim amaçlı değil, okuyucu/izleyici/dinleyici olarak sanatın/edebiyatın hazzını almak içindir. İçimizi ferah tutabiliriz. Osmanlı romanından Cumhuriyet dönemine, Dünya edebiyatının ilk kurmaca metinlerden çağdaş romancılara kadar genişleyen klasik listelerindeki kitapların tümünü okumaya zaman yetmez. Dilediğiniz bir yazardan, ilginizi çeken bir romandan başlayabilirsiniz. Edebiyatla tanışmanın, okumaktan haz alır hale gelmenin olası bir tek şeması, sihirli okuma formüller yoktur. Okuyucunun dünya edebiyatıyla, klasik metinlerle canlı bir ilişkisinde her şeyden önce önemli olan, kendini ve bununla beraber kendisini özellikle etkileyen eserleri tanımasıdır.
Bu bitimsiz serüvene görev duygusuyla çıkmıyoruz. Kimilerinin başyapıt saydığı edebiyat şahaserlerini sevmek, onları şimdiye kadar okumamış olmanın utancıyla okumak zorunda da değiliz. Tersine, okumaya, tanımaya ve sevmeye, herkes kendisi için en uygun yazardan başlamalı, herkes bir yazının, bir şarkının, bir anlatının, bir incelemenin hoşuna giden noktasına bağlanmalı ve buradan yola çıkarak benzerlerini aramalıdır. Gerçek okuyucu klasikleri neden okumak gerektiğini başkalarının cümlelerinden değil kendi edebiyat beğenisinden çıkaracaktır.
Aslında “Klasikleri Neden Okumalı?” sorusundan önce “neden kitap okumalı” sorusunu öne almamız gerekirdi; yüksek öğrenim görmenin bir iş sahibi olmaya indirgendiği, bilginin, kuramın, estetik tartışmaların nasıl ve nereden geldiği meçhul bir kanaate feda edildiği, kitapların silahlarla birlikte suç delilleri olarak sergilendiği, mafyatik dizilerin izlenme rekorları kırdığı günümüzde bu soruya vereceğimiz yanıtların ikna gücü oldukça şüphelidir.
A. Ömer Türkeş
kitapeki.com/