Otizm Terapileri ve Kapitalist Sistemin Verimlilik Arayışı

Otizm terapilerinin, kapitalist sistemin “verimli birey” yaratma çabası olup olmadığı sorusu, birey-toplum ilişkisi, biyopolitik kontrol mekanizmaları ve insan varoluşunun anlamı üzerine derin bir sorgulamayı gerektirir. Bu metin, otizm terapilerinin tarihsel, sosyolojik, etik, antropolojik, dilbilimsel, sanatsal ve gelecek odaklı boyutlarını inceleyerek, bu terapilerin bireyi toplumsal ve ekonomik düzene entegre etme amacı taşıyıp taşımadığını değerlendirir. Kapitalist sistemin bireyden beklediği üretkenlik, normatif davranış kalıpları ve otizm spektrum bozukluğu (OSB) tanısı alan bireylerin bu çerçeveye nasıl konumlandırıldığı, metnin ana eksenini oluşturur.

Birey ve Toplumun Normatif Beklentileri

Otizm terapilerinin kökeni, bireyi toplumsal normlara uyumlu hale getirme çabasına dayanır. 20. yüzyılın başlarında, otizm ilk kez tanımlandığında, bu durum genellikle bir “sapma” olarak görülmüştür. Behaviorist yaklaşımlar, özellikle uygulamalı davranış analizi (ABA), bireyin sosyal becerilerini geliştirerek topluma entegrasyonunu sağlamayı hedefler. Ancak bu süreç, bireyin öznelliğini mi güçlendirir, yoksa onu kapitalist sistemin iş gücü taleplerine uygun bir kalıba mı sokar? ABA gibi yöntemler, tekrarlayan davranışları azaltmayı ve sosyal normlara uygun davranışları artırmayı amaçlar. Bu, bireyin özerkliğini desteklemekten çok, toplumsal düzenin bir parçası haline gelmesini sağlama eğilimindedir. Kapitalist sistem, bireylerden ölçülebilir çıktılar bekler; bu nedenle terapiler, bireyin “işlevsel” olmasını sağlayacak şekilde tasarlanabilir. Örneğin, bir çocuğun göz teması kurması ya da belirli sosyal ipuçlarını anlaması, iş gücü piyasasında daha “kabul edilebilir” bir birey olmasına hizmet edebilir. Bu durum, terapilerin bireyin içsel ihtiyaçlarından çok, dışsal beklentilere odaklandığı eleştirisini doğurur.

Ekonomik Sistem ve Biyopolitik Kontrol

Kapitalist sistem, bireylerin bedenlerini ve zihinlerini üretkenlik için optimize etmeye yönelik biyopolitik stratejiler geliştirir. Otizm terapileri, bu bağlamda, bireyin potansiyelini “kullanılabilir” hale getirme çabası olarak görülebilir. Michel Foucault’nun biyopolitik kavramı, devletin ve kurumların bireylerin yaşamını düzenleme biçimlerini açıklar. Otizm terapileri, bu düzenlemenin bir parçası olarak, bireyin davranışlarını standartlaştırmayı hedefler. Örneğin, erken müdahale programları, çocuğun mümkün olduğunca erken yaşta “normal” davranış kalıplarına yönlendirilmesini amaçlar. Bu süreç, bireyin özerkliğini artırmaktan çok, onu ekonomik sistemin bir dişlisi haline getirme riski taşır. Terapilerin finansmanı da bu noktada dikkat çeker: Sigorta şirketleri ve devlet kurumları, yalnızca “kanıt temelli” ve ölçülebilir sonuçlar üreten terapilere destek sağlar. Bu, terapilerin bireysel farklılıklara değil, standartlaştırılmış hedeflere odaklanmasına yol açar. Dolayısıyla, otizm terapileri, bireyi özgürleştiren bir araç olmaktan ziyade, ekonomik sistemin verimlilik taleplerine hizmet eden bir mekanizma olarak işlev görebilir.

İnsan Doğası ve Farklılığın Tanımlanması

Otizm, insan çeşitliliğinin bir yansıması olarak görülebilir; ancak kapitalist sistem, bu farklılığı bir “sorun” olarak çerçeveleyebilir. Antropolojik açıdan, otizm tanısı, modern toplumların normatif insan tanımına uymayan bireyleri sınıflandırma çabasını yansıtır. Otizm terapileri, bu farklılıkları “düzeltme” ya da “yönetme” amacı taşırken, bireyin kendi varoluşsal gerçekliğini göz ardı edebilir. Örneğin, nöroçeşitlilik hareketi, otizmin bir hastalık değil, insan beyninin doğal bir varyasyonu olduğunu savunur. Bu hareket, terapilerin bireyi normlara uydurma çabasını eleştirir ve otizmli bireylerin kendi perspektiflerinden anlaşılmasını talep eder. Ancak kapitalist sistem, bu çeşitliliği kucaklamak yerine, bireyleri ekonomik üretkenliğe katkıda bulunabilecek şekilde yeniden şekillendirmeyi tercih eder. Bu durum, otizm terapilerinin etik boyutunu sorgulatır: Bir bireyin farklılığı, onun özerkliğini tehdit etmeden nasıl desteklenebilir? Terapiler, bireyin kendi potansiyelini keşfetmesine mi odaklanmalı, yoksa toplumsal beklentilere mi hizmet etmeli?

Dil ve İletişimde Standardizasyon

Otizm terapilerinin önemli bir boyutu, iletişim becerilerini geliştirmeye odaklanmasıdır. Ancak bu süreç, dilin kapitalist sistemdeki işleviyle yakından ilişkilidir. Dil, ekonomik ve sosyal ilişkilerde bir araç olarak görülür; bu nedenle terapiler, bireyin dil kullanımını “işlevsel” hale getirmeye yönelir. Örneğin, konuşma terapileri, bireyin sosyal normlara uygun şekilde iletişim kurmasını sağlamayı amaçlar. Ancak bu, otizmli bireylerin kendine özgü iletişim biçimlerini (örneğin, görsel ya da jest tabanlı iletişim) değersizleştirebilir. Dilbilimsel açıdan, otizmli bireylerin iletişim tarzları, dilin yalnızca işlevsel bir araç olmadığını, aynı zamanda bireysel kimliğin bir ifadesi olduğunu gösterir. Kapitalist sistem, bu farklı iletişim biçimlerini genellikle “eksiklik” olarak görür ve terapiler aracılığıyla standartlaştırılmış bir dil kullanımına yönlendirir. Bu süreç, bireyin özgünlüğünü bastırma riski taşır ve otizm terapilerinin bireyi toplumsal normlara uydurma çabasını pekiştirir.

Sanat ve İfade Biçimleri

Otizm terapileri, sanat temelli yaklaşımları da içerir; ancak bu yaklaşımlar, bireyin yaratıcılığını mı destekler, yoksa onu belirli bir kalıba mı sokar? Sanat terapisi, otizmli bireylerin duygularını ifade etmesine olanak tanır; ancak bu süreç, genellikle bireyin toplumsal normlara uyum sağlaması için bir araç olarak kullanılır. Örneğin, bir çocuğun çizdiği resimler, onun duygusal durumunu anlamak için değil, sosyal becerilerini geliştirmek için bir basamak olarak değerlendirilebilir. Kapitalist sistem, sanatı bile üretkenlik çerçevesinde ele alır; bu nedenle sanat terapileri, bireyin özgür ifadesinden çok, ölçülebilir sonuçlar üretmeye odaklanabilir. Ancak sanat, otizmli bireylerin kendilerini ifade etme biçimlerinde benzersiz bir zenginlik sunar. Bu, terapilerin bireyin yaratıcı potansiyelini desteklemesi gerektiğini, ancak bunun genellikle ekonomik hedeflere tabi kılındığını gösterir.

Gelecek Perspektifleri ve İnsanlık

Otizm terapilerinin geleceği, teknolojinin ve yapay zekanın etkisiyle şekillenmektedir. Nöroteknoloji, genetik müdahaleler ve kişiselleştirilmiş terapiler, otizmli bireylerin yaşam kalitesini artırabilir. Ancak bu teknolojiler, kapitalist sistemin verimlilik arayışına hizmet ettiğinde, bireyin özerkliği riske girebilir. Örneğin, yapay zeka destekli terapiler, bireyin davranışlarını analiz ederek “optimum” sonuçlar üretmeyi hedefler; ancak bu süreç, bireyin farklılığını silme riski taşır. Gelecekte, otizm terapilerinin etik bir çerçeveye oturtulması gerekecektir. Bireyin farklılıklarını kucaklayan, ancak aynı zamanda onun toplumsal katılımını destekleyen bir denge kurulabilir mi? Bu soru, otizm terapilerinin yalnızca kapitalist sistemin bir aracı olmaktan çıkıp, bireyin insanlığını merkeze alan bir yaklaşıma evrilip evrilemeyeceğini belirleyecektir.

Sonuç ve Değerlendirme

Otizm terapileri, bireyi toplumsal normlara entegre etme çabası ile bireyin özerkliğini destekleme arasında bir gerilim taşır. Kapitalist sistem, bu terapileri genellikle verimlilik ve üretkenlik hedeflerine hizmet edecek şekilde şekillendirir. Ancak nöroçeşitlilik hareketi ve etik tartışmalar, terapilerin bireyin farklılıklarını kucaklaması gerektiğini vurgular. Terapilerin geleceği, bireyin insanlığını merkeze alan bir yaklaşımla yeniden tanımlanabilir. Bu, sadece otizmli bireylerin değil, tüm insanlığın farklılıklarını kabul eden bir toplumun inşası için bir adımdır. Soru, terapilerin bireyi özgürleştirip özgürleştiremeyeceği değil, toplumun bireyi olduğu gibi kabul edip edemeyeceğidir.