Psikiyatri tıbbın oldukça genç dallarındandır. Modern psikiyatrinin sembolik doğum tarihi olarak Fransız Devrimi’nden sonra, o zaman delilerin kapatıldığı bir tür tımarhane olan Bicetre’in 1793’te bir akıl hastanesi sıfatını kazanması ve Phillippe Pinel’in onun başına getirilmesi sayılmaktadır. Aslında o sırada oldukça modern akıl hastaneleri başka yerlerde de vardı ve bir süreden beri psikiyatrik hastaları tedavi de etmekteydiler. Ancak Pinel’in hastaların zincirlerini dramatik bir şekilde çözmesi ve bunun Fransız Devrimi içindeki sembolik anlamı bu olayı öne çıkarmış ve bu tarihten sonra akıl hastaları kesinlikle tıbbın ilgi alanı içinde olarak sayılmıştır. Önceleri “moral terapi” gibi adlarla hastaların daha çok rehabilitasyonuna yarayan bazı şeyler, müzik, spor, oyunlar, toplu aktiviteler gibi yöntemler kullanılıyordu. Ama 19. yüzyılda tıbbi yaklaşımlar öne geçti ve böylece daha biyolojik tedavi biçimleri yaygınlaştı. Daha sonra da ruhsal bozukluk ve sıkıntıların ruhsal dediğimiz fenomenlerle, yani insanlar arasındaki standart iletişim yolu olan konuşma kullanılarak ve kişinin ruhsal tepkileri aracılığıyla, sürekli işleyen ve çalışan ruhsal işlevlerin gücüyle yönlendirilmesi demek olan psikoterapi yöntemleri geliştirildi. Bunun için sağaltım kurumları, yani ruh hastaneleri ve kliniklerinin, bu tedavi yönteminin uygulanabileceği koşullarda yeniden düzenlenmesi ve çalışması sağlanmaya başladı.
Ruhsal ve zihinsel fenomenlere dışarıdan bazı maddeler, yani ilaçlar vererek müdahale ise başlangıçta çok zordu. Çünkü bu fenomenlerin olup bittiği organın, yani merkezi sinir sisteminin biyolojisi ve kimyası kolay bilinemiyor, ilaçların ve çeşitli maddelerin bu sistem üzerindeki etkileri izlenemiyordu. Uzun yıllar bu konuda yapılabilen ancak çok istenmeyen bazı belirtileri yatıştırmak için yöntemler aramak ve uygulamaktan ibaret kaldı. Merkezi sinir sistemine kimi maddelerin şu ya da bu şekilde etki yaptığı, tarihin en eski çağlarından beri bilinen bir şeydir. Öteden beri bilinir ki, bazı maddeler sinirlerin bazı işlevlerini bozar. Örneğin alkol sarhoş eder, afyon uyku verir, esrar algılamaları bozar. Önceleri bunlar ve benzeri maddeler, kişiyi yatıştırmak, sakinleştirmek, rahatlatmak için kullanıldı. Yapılabilen bundan ibaret kalıyordu. Giderek farmakoloji, yani ilaçbilimi daha sağlam temellere oturtuldu ve 19. yüzyılın sonlarına doğru, kimya bilimindeki büyük devrimle birdenbire bir sanayi doğdu. Bugün ilaç sanayisi, boya sanayisi ile birlikte, genel endüstrinin en geniş ve yoğun çalışan alanlarından biridir. Tıbbın diğer alanlarına ilişkin araştırma, çalışma ve buluşlarla birlikte, 20. yüzyılın ortalarından itibaren muazzam bir ilaç endüstrisi gelişti. Türkiye’de de ilaç endüstrisi, endüstri alanlarının en gelişmişlerinden biridir.
Elbette bu gelişme ruh ve sinir hastalıklarını da etkilemeden duramazdı. Psikofarmaka dediğimiz, ruh alanında etkin olan ilaçlar şimdi, enfeksiyonlara karşı kullanılan antibiyotikler ve kalp-damar ilaçlarıyla birlikte ilaç endüstrisinin amiral gemileridir. Dediğimiz gibi yurdumuzda da bu dallardaki endüstri, genel olarak endüstrimizin en güçlü alanlarındandır. Elbette bu durum bütün endüstrilerin ortak sorunlarının, araştırma, geliştirme, ekonomik koşullar, pazarlama gibi sorun odaklarının, alanımızda da yansımasına yol açmaktadır. Bu da kimi politik ve de meslek ahlakı demek olan etik sorunlar olarak yansımaktadır. Özellikle araştırma işinde hukuksal ve etik sorunlar çok fazladır. İnsanlar üzerinde araştırma olanakları, ahlak ve hukuk kurallarıyla çok sınırlıdır. Ruh hastalıkları alanı da hayvanlar üzerinde yapılacak deneylerle izlenemez. Kaldı ki artık hayvan deneyleri de hayvan hakları karşısında etik bakımdan sınırlıdır.
Bütün bu gelişmeler klinik araştırmalara yoğun şekilde yansımaktadır. Bu araştırmalar ve yeni tedavi yöntemleri, birtakım hastalıkların değişik tiplerinin daha iyi anlaşılmasını sağlamakta, bu da yeni ve daha değişik tedavilere yol açmaktadır. Bu durum yalnız psikiyatrik hastalıklar değil, diğer alanlardaki bütün hastalıklar için de söz konusudur. Bazen bir hastalık için önerilen bir tedavi yöntemi, o hastalıkla birlikte bir başka hastalığın da iyileşmesine yol açmakta, o zaman bu iki hastalığın aynı nedene bağlı oldukları ya da ikisinin aynı hastalığın iki ayrı türü olduğu anlaşılmaktadır. Buna karşılık bazen de bir hastalık için önerilen tedavi yöntemi, o hastalık tablosuna benzeyen bazı hastalıklarda işe yaramamakta, bu da aslında bu ikisinin farklı hastalıklar olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Dediğimiz gibi, bu durum bütün hastalıklar için söz konusudur. Ayrıca dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerinde birbirinden farklı hastalık tabloları vardır. Psikiyatrik bozuklukların bölge kültürlerine göre farklı olması ve çeşitli bölgelerde gene kültüre bağlı olarak farklı hastalık neden ve düzeneklerinin olması da uluslararası araştırmaların ve sistemlerin başa çıkması gereken sorunlardandır. Bunun için uluslararası bir sınıflandırma sistemi ortaya koymak kolay değildir. Oysa psikiyatrik bozukluklar, ortaya çıkardıkları hukuksal sorunlardan ötürü aynı sistemde toplanmak zorundadır. Bu amaçlarla kurulmuş olan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), özgün adıyla World Health Organization (WHO), gene bu amaçlarla hastalıkları dünya çapında gözleyip incelemek ve her yer için geçerli olan hastalık indeksleri yayımlamak zorunda kalmıştır. İlki 1920’lerin sonlarında yayımlanan bu listelere International Clasification of the Diseases (ICD) adı verilir. Bu listeler zaman zaman gözden geçirilir, yeni buluş ve görüşlerle incelenir ve yeni listeler hazırlanır. Halen ICD’nin 10. versiyonu yürürlüktedir.
Bunun yanında ABD’de özellikle 2. Büyük Savaş’ın ardından çok gelişen ve diğer ülkelerden farklı bir gelişme gösteren psikiyatri bilimi, orada psikiyatrik hastalıklar için daha farklı bir sistemleştirmeyi zorunlu kılmış ve bunun üzerine 1952 yılında, ICD’nin 6.’sı yürürlükteyken, Amerikan Psikiyatri Birliği (American Psychiatric Association – APA) Amerika için ayrı bir liste hazırlayıp yayımlamıştır. Bu liste de Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistik El Kitabı (Diagnostic and Statistical Manual for Mental Disorders – DSM) adını taşımakta ve bu da gereksinimlere göre yeniden revize edilmektedir. Şu anda DSM IV yürürlüktedir. Zaman içinde bu iki sınıflandırma sistemi birbirini etkilemiş ve ikisi birbirlerine yaklaşmıştır. Gene de sistematizasyonun farklı olması ikisinin tam çakışıp birleşmesini önlemektedir. Türkiye’de ikisi de kullanılmaktadır. Ancak yayınlarda İngilizcenin ve ABD kaynaklarının daha ağırlıklı olması yüzünden, meslektaşlar arasındaki konuşma ve yazışmalarda DSM sistemi daha çok kullanılmaktadır. Fakat resmi yazı ve istatistikler için ICD kodunun kullanılması zorunludur. Biz de bu kitapta DSM kodlamasını kullanmayı yeğleyeceğiz.
Bu kodlamalarda her bozukluk üç haneli bir sayı ile gösterilir. Sonra bir nokta konup gene bir ya da iki haneli bir sayı ile o bozukluğun alttiplerine işaret edilir. 295.30 Şizofreni – Paranoid tip, 295.20 Şizofreni – Katatonik tip, 300.4 Distimik Bozukluk, 296.40 Bipolar I Bozukluğu gibi.
Psikiyatride “hastalık” deyimi pek kullanılamaz. Çünkü tıpta hastalık diye tek bir nedenden olan belli bir hastalık tablosu anlaşılır. Oysa psikiyatride aynı neden birden fazla tabloya neden olabildiği gibi aynı tabloyu farklı nedenlerin ortaya çıkarması da mümkündür. Onun için “hastalık” deyimi yerine “bozukluk” deyimini kullanmak bizce daha doğrudur.
Ruhsal bozukluk ise Haarstick ile Faber’in 1994’te yaptıkları tanıma göre algılamada, bellekte, yaşantıların ele alınışı ve yargılanışında, bedensel ve toplumsal işlevlerde hastalık niteliğinde, istenç dışı ve kişinin kendi isteği ve çabası ile düzelmeyen bir bozulma olması durumudur.
50 Soruda Psikiyatri – Ali Nihat Babaoğlu
Bilim ve Gelecek Kitaplığı, Kasım 2011