Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Bergson’un Zaman Anlayışının İzleri
Zamanın Sübjektif Doğası ve Bireysel Deneyim
Bergson’un “süre” kavramı, zamanın homojen ve parçalanabilir bir yapı olmadığını, aksine bireyin bilinç akışında sürekli ve birbiri içine geçen bir deneyim olarak var olduğunu öne sürer. Romanda, Hayri İrdal’ın anlatısı bu sübjektif zaman anlayışını yansıtır. Hayri’nin geçmişi hatırlama biçimi, anıların kronolojik bir sıralamadan ziyade duygusal ve zihinsel bağlamlarla yeniden kurgulanması, Bergson’un süre kavramıyla örtüşür. Örneğin, Hayri’nin çocukluk anıları ile yetişkinlik dönemine ait düşünceleri arasında keskin bir ayrım yoktur; bu anılar, bilinç akışında birleşerek onun kimliğini şekillendirir. Bu bağlamda, roman, zamanın birey üzerindeki etkisini, saatlerin mekanik ölçümünden bağımsız olarak, öznel bir deneyim olarak sunar. Hayri’nin hayatındaki olaylar, dış dünyanın dayattığı kronolojik düzenden çok, içsel bir ritme göre anlam kazanır.
Toplumsal Yapılar ve Zamanın Mekanikleşmesi
Bergson, modern toplumların zamanı mekanik bir şekilde ele almasını eleştirir ve bu durumun bireyin özgür bilinç akışını kısıtladığını savunur. Saatleri Ayarlama Enstitüsü, bu eleştiriyi modernleşme sürecindeki Türk toplumunun zaman algısı üzerinden işler. Enstitü, zamanı standartlaştırma ve kontrol etme çabasının bir sembolü olarak ortaya çıkar. Bu kurum, bireylerin sübjektif zaman deneyimlerini bastırarak, modernitenin homojen ve disiplinli zaman anlayışını dayatır. Hayri İrdal’ın enstitüdeki rolü, bu mekanik zaman anlayışına uyum sağlama çabası ile bireysel bilincinin çatışması arasında bir gerilim yaratır. Roman, bu noktada, Bergson’un mekanik zamanın birey üzerindeki yabancılaştırıcı etkisine dair görüşlerini dolaylı olarak yansıtır. Enstitünün absürt işleyişi, zamanın kontrol altına alınmasının imkânsızlığını ve bu çabanın birey-toplum ilişkilerinde yarattığı çelişkileri gözler önüne serer.
Geçmiş ve Gelecek Arasındaki Gerilim
Bergson’un felsefesinde, geçmiş, bireyin bilincinde sürekli olarak yeniden inşa edilir ve gelecek, bu yeniden inşa sürecinin bir uzantısıdır. Romanda, Hayri İrdal’ın geçmişiyle hesaplaşması ve geleceğe yönelik belirsizlikleri, Bergson’un bu görüşünü destekler niteliktedir. Hayri’nin anıları, yalnızca nostaljik bir geri dönüş değil, aynı zamanda onun bugünkü kimliğini ve kararlarını şekillendiren bir süreçtir. Örneğin, Halit Ayarcı karakteri, geleceğe yönelik modernist bir vizyon sunarken, Hayri’nin geçmişiyle bağları, bu vizyonla çatışır. Bu çatışma, Bergson’un geçmişin süreklilik içinde geleceği etkilediği fikrini romanın anlatısına taşır. Roman, bireyin geçmişle kurduğu ilişkinin, onun gelecek tasavvurunu nasıl şekillendirdiğini, Bergson’un süre kavramı üzerinden inceler.
Zamanın Kurumsal ve Bireysel Çatışması
Bergson’un zaman anlayışı, bireyin özgür bilincine vurgu yaparken, modern kurumların bu özgürlüğü sınırladığını öne sürer. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde, enstitü, bireysel zaman algısını standartlaştırmaya çalışan bir yapı olarak işlev görür. Ancak, enstitünün absürt ve işlevsiz yapısı, bu çabanın beyhudeliğini ortaya koyar. Hayri’nin enstitüdeki deneyimleri, bireysel bilincin kurumsal düzen karşısında direnç gösterdiğini ve zamanın tamamen kontrol altına alınamayacağını gösterir. Bergson’un felsefesine paralel olarak, roman, bireyin sübjektif zaman algısının, kurumsal dayatmalara karşı bir tür özerklik alanı yarattığını ima eder. Bu, modernleşme sürecinde birey-toplum ilişkilerinin karmaşıklığını anlamak için önemli bir perspektif sunar.
Zaman ve Kimlik İnşası
Bergson’un süre kavramı, bireyin kimliğinin zaman içinde sürekli olarak yeniden inşa edildiğini savunur. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde, Hayri İrdal’ın kimliği, onun zamanla kurduğu ilişki üzerinden şekillenir. Hayri’nin hayatındaki dönüm noktaları, yalnızca kronolojik olaylar değil, aynı zamanda onun bilinç akışında yeniden anlamlandırdığı deneyimlerdir. Bu bağlamda, roman, Bergson’un zamanın bireyin kimlik oluşumundaki rolüne dair görüşlerini, Hayri’nin iç dünyası ve toplumsal ilişkileri üzerinden işler. Hayri’nin enstitüdeki rolü, onun bireysel kimliğini modern dünyanın dayattığı kolektif kimlik karşısında yeniden tanımlama çabası olarak okunabilir.


