Helmut Ortner’in bir siyasi polisiye üslûbuyla, bir roman akıcılığında kurguladığı Sacco ile Vanzetti – Amerika’da İki İtalyan, Bir Hukuk Cinayeti, 20. yüzyıl başında Amerika Birleşik Devletleri’nde hoşgörüsüzlük ve yabancı düşmanlığının ne kadar canice ölçülere vardığını göstermekte; ayrıca, aradan yüz yıl gibi bir süre geçmesine rağmen dünyamızın şu andaki siyasal-kültürel atmosferinin nasıl da pek değişmeden kaldığına ışık tutmaktadır… (Tanıtım Bülteninden)
Nicola Sacco ( 22 Nisan 1891 ? 23 Ağustos 1927) ve Bartolomeo Vanzetti (11 Haziran 1888 ? 23 Ağustos 1927) Amerika Massachusetts’e göçen bu iki İtalyan, bir cinayet ve gasp olayı ile ilgili olarak suçlanmış, ve 7 yıllık mahkumiyet günlerinden sonra 23 Ağustos 1927’de idam edilmişlerdir. Ancak suçlulukları konusunda derin şüpheler mevcuttur, ve Amerikan adalet sisteminin ayıbı olarak hatırlanan davalardan biridir Sacco ve Vanzetti davası. Yükselişte olan, İtalyan, göçmen ve anarşistlere olan antipati ve nefret, Sacco ve Vanzetti’nin hayatına mal olmuştur.
Sacco ve Vanzetti, bir ayakkabı fabrikasında muhasebe müdürü olan Frederick Parmenter ve bu fabrikada güvenlik görevlisi olan Alessandro Berardelli’nin, 15 Nisan 1920’de 15.766,51 dolar ile birlikte ödeme yapmak için bankaya doğru yol alırken silahlı saldırı sonucu öldürülmeleri ve soyulmaları olayından sorumlu tutulmuşlardır. Sacco ve Vanzetti’nin idamı burjuva hukukunun ve yargısının sınıf çıkarları doğrultusunda nasıl kullanıldığının tarihi bir örneğidir. İşçi önderleriydiler onlar. ABD’deki komünist avı döneminde bir komplo sonucu tutuklandılar ve burjuva hukukunun komploya uygun olarak verdiği kararla 23 Ağustos 1927’de idam edildiler.
Sacco ve Vanzetti – Güney Gönenç
(Varlık Dergisi, Eylül 1997)
Nicola Sacco (…) 17 yaşındayken ABD’ye göç etti. Bir ayakkabı fabrikasında işçi olarak çalışmaya başladı. Bu arada kendisi gibi bir İtalyan göçmeni olan ve seyyar balıkçılık yapan Bartolomeo Vanzetti’yle tanıştı. Vanzetti’nin de etkisiyle toplumcu ve barışsever görüşleri benimsedi. Bu amaçla etkinliklerde bulundu.
Mayıs 1920’de Vanzetti’yle birlikte Massachusetts Eyaleti’nde South Braintree’deki bir ayakkabı fabrikasının veznedarını ve koruma görevlisini öldürmek ve soygun yapmak suçlarından tutuklandılar. Sacco ve Vanzetti 14 Temmuz 1921’de Dedham’da yapılan duruşmalarında cinayetten ve hırsızlıktan suçlu bulundular. (…) Tüm dünyayı sarsan bu dava, siyasal ve ideolojik bir mücadeleye dönüştü ve tam 7 yıl sürdü. Ve sonunda, suçsuz oldukları kesin kanıtlarla ispatlandığı halde,
Sacco ile Vanzetti 22 Ağustos 1927 pazartesi günü gece yarısı idam edildiler.
Romanlarında genellikle tarihsel olayları ele alan Fast, bu romanında da işte bu unutulmaz gerçek olaydan yola çıkarak Sacco ve Vanzetti’yi ölümsüzleştiriyor. (Arka Kapak)
15 Nisan 1920’de öğleden sonra üç sularında, Boston’un banliyölerinden South Braintree’nin ana caddesinde, bir soygun sırasında iki adam öldürüldü. Buraya birkaç kilometre uzakta, Charlestown’da 22 Ağustos 1927 gecesinde, iki adam elektrikli sandalyede idam edildi. Sacco ve Vanzetti davası işte bu dört adam ve bu yedi uzun yıl boyunca adım adım örüldü.
* * *
Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve onu izleyen kriz dönemi, Amerikan toplumunu ikiye ayıran, dünya kamuoyunu ayağa kaldıran ve sembol haline gelen Sacco ve Vanzetti davasının arka planını oluşturur.
Olay, başlangıçta, şiddetin ve soygunların yoksullar için neredeyse meşrulaştığı bu yeniden uyum sağlama dönemi için oldukça sıradandır. Boston’un sanayi banliyösü ülkenin içinde bulunduğu şartlardan fazlasıyla etkilenmiştir.
Kasım ayında komşu şehrin “tasarruf sandığı” soyulur; Noel’de bu kez Bridgewater’da bir ayakkabı fabrikasının kasası soyguna uğrar; daha sonra bir çete ayakkabı stoklarını çalar.
South Braintree soygununun kurbanları, bu ayakkabı firmasının muhasebecisi ve onun “koruma”sıdır. Çalışanların haftalık ücretlerini zırhlı çelik kasalarla komşu büroya taşımaktadırlar. Katettikleri bu kısa yol üzerinde iki adam onlara saldırır, ateş eder, kasaları kapar ve içinde üç kişinin bulunduğu kendilerini bekleyen arabaya binerek oradan uzaklaşır.
Sabahın erken saatleridir, iki saldırganı birkaç tanık görür. Bundan sonra, davanın seyrini esas olarak tanıkların ifadeleri, karar değiştirmeleri, tutarsızlıkları belirler.
Saldırı sırasında kullanılan çalıntı Buick’in izini süren komiser Stewart, daha önce de başı polisle belaya giren bir takım İtalyanlarla karşılaşır. İçlerinden biri daha önce sürgüne mahkum edilmiştir. Bir otomobil tamircisi İtalyanların dükkana geldiğini bildirir. Teşhis edilen üç kişiyi elinden kaçıran Stewart, Bridgewater’dan gelen bir arabadaki iki adamı tutuklar. İkisi de yabancıdır. İkisi de silahlıdır. Üstlerinde anarşist bir bildirinin müsveddeleri bulunur. Adları Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti’dir.
Dedham’da ilk sorgulamayı yapan sorgu yargıcı, Sacco’nun South Braintree olayına karıştığına hemen kanaat getirir. Olayın olduğu 15 Nisan günü “İtalyan” işe gitmemiştri. Bu andan sonra, iki adamın yalanlamalarına rağmen teşhis için tanıkların karşısına çıkarılırlar.
Vanzetti daha önceden mahkum olmuştur. Noel’deki Bridgewater soygununun sanığı olarak tanıklar onu resmen teşhis etmiştir. Doğru dürüst bir savunma yapma imkanı olamayan Vanzetti yargıcın kararı okumasıyla mahkum olur:
“Mahkeme, sanık Bartolomeo Vanzetti’yi 12 yıldan az 15 yıldan fazla olmamak üzere hapis cezasına çarptırmıştır…”
Bu birinci dava yüzünden Vanzeetti diğer mahkemeyi tutuklulara ayrılan “kafes”ten izler. 1921 ağustosunda aynı yargıç, Dedham’daki mahkemede bu sefer Sacco ve Vanzetti’nin idama mahkum edildiği kararını okur. O andan itibaren iki tutuklu için uzun ve acılı bekleyiş başlar. Mahkeme uzadıkça uzar. Hatta o sırada başka bir cinayetten hapiste yatmakta olan Celestino Madeiras, soygunu ve cinayetleri Joe Morelli çetesiyle birlikte işlediğini itiraf eder. Ama 9 Nisan 1927’de yine aynı yargıcın sesi iki arkadaşın acılarına ve umutlarına son verir: “Yüce Mahkememiz vücudunuza elektrik verilmek suretiyle ölüm cezasına çarptırılmanızı uygun görmüştür… Yasaların kararı bu yöndedir.”
Kendilerine Rağmen İki Kahraman
Kahramanlar: İki İtalyan, göçmen ve anarşist. Kendilerini mahkum eden
ilk karar açıklandığında Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti kimdi? Yedi yıl sonra ölüm kararı infaz edildiğinde kim olmuşlardı?
Nicola Sacco hapishaneyi ölümden daha korkunç bulur. Ateşli bir militandır, eylemsizlik ona acı verir. Aşıktır, asıl büyük işkence karısından ayrı düşmektir. Şefkatli bir babadır, çocuklarının büydüğünü görememek onu umutsuzluğa sürükler. O kadar gurur duyduğu oğlu Dante ondan uzak büyümektedir, kızı Ines o hapishanedeyken dünyaya gelir. Vanzetti gibi, o da Amerika’ya 1908’de gelmiştir. Babasının şarapçılık yaptığı, 1885’te doğduğu köyünü dünyayı keşfetmek için terketmiştir. Cesur ve hayata karşı iyimserdir, biraz İngilizce öğrenir, bir meslek sahibi olmak için, çıraklık yaparken kendi cebinden para verir. Sonunda iyi bir kunduracı olur. Patronunun gözdesidir;
hatta ona beş odalı bir daire kiralar. 1912’de Rosina Zambelli ile evlendikten sonra hayatı daha da düzenli hale girer. Ama yine de Amerikan hayat tarzına ayak uydurmakta zorluk çeker. Neredeyse sadece İtalyanlarla görüşür.
Arkadaşlarının çoğu gibi bir anarşist çevreye girer. Elinden geldiği kadar para biriktirmeye çalışır. Annesinin ölüm haberi geldiğinde ülkesine dönmeye karar verir. Tutuklandığı günün sabahında karısının valizleri hazırlamasına yardım etmiştir. Ama yine de arkadaşlarıyla birlikte bir anarşist mitingin hazırlığına katılmaktan kendini alamaz. Miting bir matbaada çalışan bir İtalyan gencin karanlık “intiharı” üzerine düzenlenecektir.
Ölüme mahkum olduğu için, hapishanede çalışmasına izin verilmez.
Birkaç kez akli dengesini yitirir; defalarca intihara teşebbüs eder, açlık grevleri yapar. Karısının ısrarları üzerine hastaneye kaldırılır. “Akıl hastanesi”nden masumiyetini ve çektiği acıları anlatan mektuplar yazar.
Okumaya, kendini eğitmeye çalışır. Adil bir şekilde yargılanmadığını düşünür sürekli. Yoksullara ve İtalyanlara karşı kör bir nefretin kurbanı olduğuna inanır.
Daha yaşlı ve bekar olan Vanzetti’nin mizacı da tutkuları da çok farklıdır. Hapishane onu çok değiştirir, kendini iyi hisseder. Hayatının sonunda “bir toprak kurdunun ya da bir tavuğunki gibi olmayan” ölümünü selamlar. 1888 yılında Kuzey İtalya’da doğan Bartolomeo Vanzetti önce pastacılık öğrenmek için babasının çiftliğini terkeder, sonra sürgüne gitmeyi tercih eder ve 1908’de ABD’ye göç eder; burada ekonomik bunalımla yüz yüze gelir. İlk yıllar çok zor geçer. Boston yakınlarında Plymouth’a yerleşmeden önce şehirde ve taşrada her tür vasıfsız işe girer çıkar. Önce bir halat fabrikasında çalışır, 1919’da bir balık satıcısının mallarını devralır.
Bağımsızlığına kavuşmuştur. Plymouth sokaklarında ıslık çala çala el arabasını iter. Neşeli ve arkadaş canlısı bir insandır. İtalyanların kaldığı bir binada bir odada kalır. Boş vakitlerinde hep okur; Dante ve Renan, Hugo ve Tolstoy, Marx ve Proudhon ustaları okur. Bir yandan da militan bir eylemlilik içine girer. Kropotkin’e ve Malatesta’ya hayrandır. Malatesta’nın L’Umanita Nuova dergisine abone olur.
Bridgewater soygunundan mahkum olduğunda hapishanede çalışır. Önce resim atölyesine devam eder, boyalara alerjisi olduğu ortaya çıkınca bu atölyeyi bırakır, dikiş atölyesine geçer. Boş zamanlarında okumaya devam eder;
felsefeye ve aritmetiğe merak sarar. Proudhon’u tercüme eder. “Bir proleterin hayat hikayesi” adını verdiği çocukluk anılarını kaleme alır. Mahkemeyi büyük bir dikkatle izler. Masum olduğuna inanan Boston’lu kadınlarla mektuplaşır.
Siyasi “dostlar”ının kendisine pek yardımcı olmadığını ve ABD’deki işçilerin kitlesel desteğini arkasına alamadığını düşünür. En aktif destekçilerinin “entellektüeller, orta sınıf ve bazı ünlü şahsiyetler” olduğunun farkına varır, idamından kısa bir süre önce bu konudaki kırgın üzüntüsünü dile getirir: “başka ülkelerde yapılanların yarısı burada yapılsaydı, biz şu anda özgür olurduk.”
Vanzetti’nin Sacco’nun Oğlu Dante’ye Mektubu
Hiç aklından çıkarma Dante, eğer birisi baban ve benim hakkımda başka birşey söylerse, o, masum ölülere, yürekli bir şekilde yaşamış insanlara küfreden bir yalancıdır. Şunu da iyi bil ve hep hatırla Dante, eğer baban ve ben, kalleş, riyakar, dönek insanlar olsaydık ölüme gönderilmezdik. Bize karşı topladıkları delillerle cüzzamlı bir köpek, bir akrep bile ölüme mahkum
edilemez. Bizim, davamızın yeniden görülmesi için öne sürdüğümüz bu olgular, bir ana katilinin, yüreği taşlaşmış bir suçlunun davasının yeniden görülmesine yeterdi.
Hiç aklından çıkarma Dante, bunları hep hatırla; biz suçlu değiliz, bizi bir yığın uydurma ve yalanla mahkum ettiler; yeniden yargılanmamıza karşı çıktılar ve eğer yedi yıl, dört ay, onbir gün süren tarifsiz acılardan sonra bizi idam ediyorlarsa, bunun sebebi sana demin söylediklerimdir, çünkü biz yoksullardan yanaydık, insanların insanlar tarafından ezilmesine ve sömürülmesine karşıydık.
Senin ve diğerlerinin saklayacağı, davamızla ilgili belgeler, babanın, annenin, Ines’in, ailemin ve benim, Devlet’in yararı gereği ve Amerika’nın egemenleri tarafından ve onlar için kurban edildiğimizi kanıtlayacaktır.
21 Ağustos 1927
Son
* * *
İlk olarak idam edilen Sacco, infaz odasına emin adımlarla girdi ve gardiyanın bir işareti üzerine elektrikli sandalyeye oturdu. Aynı anda, İtalyanca bağırdı: “Yaşasın Anarşi!” Sonra durdu, sakinleşti ve bozuk bir İngilizceyle devam etti: “Hoşçakalın karım, çocuklarım ve bütün dostlarım.”
Sonra, sanki ilk defa görüyormuş gibi, odaya, çevresine bakındı, toplanan tanıklara “İyi akşamlar beyler” dedi. Başına kukuleta geçirilirken İtalyanca mırıldandı: “Hoşçakal anne.”
Birkaç dakika sonra Vanzetti getirildi. Sakin ve dikkatliydi. Güvenli bir adımla odaya girdikten sonra, hapishane müdürünün ve daha önceden tanıdığı üç gardiyanın elini sıktı. Elektrikli sandalyeye oturdu ve bağlanmadan önce, alçak sesle oradakilere konuşmaya başladı. “Size masum olduğumu söylemek istiyorum” dedi ağır ağır. “Ben hiçbir zaman suç işlemedim, ama arada sırada günaha girmişimdir”. Baş gardiyana dönerek: “Benim için bütün yaptıklarınıza teşekkür ederim. Ben sadece bu suçlama için değil, bütün suçlamalara karşı masumum. Ben masumum” dedi. Tekrar durdu ve söylemek istediklerinin doğru anlaşılması arzusuyla, Vanzetti son sözlerini söyledi: “Bugün bana yapılanlara dair bazı kişileri bağışlamak istiyorum.”
PEKİ, ARTIK BİZ İKİ ULUSUZ
Upton Sinclair’in Boston’u bir “çağdaş tarihsel roman”dır. Kitabın önsözünde
Sinclair bunun alışılmamış bir edebiyat türü olduğunu belirttikten sonra, romanının Sacco ile Vanzetti’ye ilişkin yönüyle kurmaca değil, bir tarih çabası olduğunu yazıyor; “Bu öyküde tek bir kahraman vardır, o da gerçekliktir” diyor. Kitabı yazmadan önce olayı bir tarihçi titizliğiyle ve her yönüyle incelediğini (örneğin 3900 sayfa tutan mahkeme tutanaklarını elden geçirdiğini) belirtiyor. Şikago Mezbahaları, Petrol ve Altın Zincir yazarının bu yapıtının (ve ona Pulitzer ödülü getiren romanı Dragon’s Teeth’in) dilimize çevrilmemiş olması bizim için önemli bir eksiklik. 1928’de yayımlanmış iki ciltlik koskoca bir kitaptır Boston. Hiç olmazsa bunun 450 sayfada özetlenmiş biçimi olan August 22nd (1965) çevrilmeli Türkçeye, ya da gelecek yıl, 70. yılı dolduğuna göre telif hakkı ödemeden yayımlanabileceği göz önünde bulundurulmalı Boston’un.
Tam yedi yıl akıl almaz bir hukuk rezaleti olarak süren ve iki suçsuz insanın, “işinin ehli bir kunduracıyla, bir işportacı parçasının”, elektrikli sandalyede katledilmesiyle sonuçlanan olay ABD tarihinin sayısız yüzkaralarından birini oluşturur. Bu konuda yüzlerce kitap yayımlandı.
Türkçede yalnızca Howard Fast’in Suçsuzlar adlı romanını (Çeviren Seçkin Cılızoğlu, Payel, 1969, 1975), bir de Refik Evren’in Suçsuzlar’dan özetlediği Sacco ile Vanzetti adlı kitapçığı (Haziran, 1977) anımsıyorum.
Sacco ile Vanzetti genç yaşlarda ABD’ye gelmiş iki İtalyan göçmendiler. 1920’de ABD’de doğruğa tırmandırılan komünist karşıtı histeri ortamı içinde adam öldürme suçuyla tutuklandılar. Dünya savaşının bitmesiyle ortaya çıkan işsizlik, ücretlerin korkunç düşüklüğü, büyük sermayenin gittikçe büyümesine karşılık orta katmanların hızla yoksullaşması ülkede huzursuzluğun büyük ölçüde yaygınlaşmasına yol açmış, 1918’de 1 milyon olan grevci işçi sayısı 1919’da 4 milyona yükselmişti. İşçiler grevlerde ekonomik haklar yanında demokratik haklar da talep etmeye, kimi endüstri kollarının millileştirilmesini istemeye başladılar. Gelişen radikal hareketlerin geriletilmesi için yoğun bir baskı ortamı yaratıldı. 2 Ocak 1920’de 70 kentte aynı anda gerçekleştirilen “baskın”larda 6000’i aşkın ilerici tutuklandı.
Solcu partilerin bütün binaları basıldı, yöneticileri içeri atıldı.
Tutuklananlar kentlerin büyük caddelerinden kelepçeli olarak toplu halde geçirildiler. İşkenceler ayyuka çıktı. Basının da yardımıyla tüm ülke bir korku ve dehşet ortamına sokuldu (ilginçtir, benzer olaylar İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde de yaşandı). Üye sayısı 5 milyona yükselen Klu Klux Klan da bu dehşet ortamına payına düşen katkıyı sağlıyordu. Yoğun baskıya uğrayan gruplardan biri de göçmen işçilerdi. Göçmen işçiler en ağır işlerde en düşük ücretlerle çalıştırılıyorlardı. En son işe alınıp en önce işten atılanlar da -zencilerle birlikte- onlardı. 1920’de madenlerde çalışanların yüzde 44’ünü, demir-çelik endüstrisinde çalışanların yüzde 33’ünü göçmen işçiler oluşturuyordu.
Nicolo Sacce ile Barolomeo Vanzetti göçmendiler, üstüne üstlük radikal görüşlere sahiptiler. O dehşet ortamında, 5 Mayıs 1920 günü tutuklandılar.
Üstlerine atılan suç iki maaş mutemedinin soygun amacıyla öldürülmesiydi. İki İtalyan’ın yargılanması Masachusetts eyaletinin başkenti olan Boston’da utanç verici bir maskaralık biçiminde iki ay sürdü. Sonunda iki göçmen jüri kararıyla suçlu bulunup idama mahkum edildiler. Bu yargılamanın -ve sonraki gelişmelerin- tüyler ürpertici ayrıntılarına burada yer vermeye olanak yok.
Savcının uzun uzun konuşmasının sonunda jüriye dönüp “sayın jüri üyeleri, görevinizi yapın. Görevinizi erkekçe yapın. Ey Norfolk’lu yiğitler, birbirinize uyun!” demesi, yargıcın jüriye dönüp “Kararınızı verirken Fransa’da savaş alanlarında ölen yiğit askerlerimizi düşünün. Aynı vatanseverlik duygusuyla kararınızı verin” demesi, jüri sözcüsünün her sabah mahkeme salonuna girdiğinde bayrağın karşısında saygı duruşunda bulunup asker selamı veridikten sonra yerine geçip oturan fanatik bir polis emeklisi oluşu, tüm jüri üyelerinin varlıklı Norfolklulardan oluşması, tanıklıkları karar temel olan iki tanıktan birinin hapishane kaçağı olduğunun ve mahkemede sahte adla tanıklık yaptığının ortaya çıkması, davanın gidişi hakkında bir fikir verebilir. Başka bir öldürme suçundan idama mahkum olmuş bir tutuklunun cinayeti kendisinin de aralarında bulunduğu Morelli Çetesi’nin gerçekleştirdiğini yazılı ve imzalı olarak itiraf etmesi de işe yaramadı.
Eyalet valisinin af yetkisini kullanıp kullanmamak konusunda danışman seçtiğive Harvar, M.I.T. rektörleri ile bir eski hukukçudan oluşan komite de affa gerek olmadığına karar verdi (bu rektörlerden az sonra yeniden söz edilecek). İtirazlar, yargıtay kararları, dilekçeler… Ve iki göçmen yedi yıl ölüm hücresinde yattılar. İçeri düştüklerinde pek az İngilizce biliyorlardı.
Vanzetti bu yedi yılı sürekli okumakla ve İngilizce çalışmakla geçirdi. Bir Proleterin Yaşamöyküsü adlı yapıtı ölümünden sonra yayımlandı.
Öldürülmesinden kısa bir süre önce hücresinde kendisiyle görüşen bir gazeteciye laf arasında söylediği, gazetecinin de aynen, İngilizce yanlışlarını da içerecek biçimde kağıda geçirdiği bir pasaj gazetelerde (sansasyon amacıyla olsa gerek) “Vanzetti yargıçlara ne diyor” başlığı atılarak yayımlandı. İngiliz dilinde yazılmış en önemli ve ünlü metinler arasına giren, sonradan ABD’deki yüksekokullarının çoğunun ders kitaplarına geçen bu metnin “Türkçe söylenişi”ni ben bundan tam kırk yıl önce Can Yücel’den “Yargıçlara Son Sözüm” başlığı altında okudum (ve Sacco ile Vanzetti’nin adlarını da ilk kez böylece duymuş oldum):
Bunlar gelmese başıma, siz çıkmasaydınız karşıma
ona buna dert anlatacağım diye köşebaşlarında
harcar giderdim ömürümü,
silik, belirsiz, yenilmiş titretir giderdim kuyruğu.
Ama şimdi öyle mi ya!
Bizim başarımız bu ölüm, bizim zaferimiz bu.
Dünyada aklımıza gelmezdi böyle yararlı olacağımız,
insanlık için, adalet için hürlük için
eskaza gördüğümüz bu hizmeti
bir kere değil, on kere yaşasak yapamazdık.
Dediklerimiz, hayatımız, çektiklerimiz hiç kalır bunun yanında
hiç kalır yanında idamımız -bir kunduracıyla bir işportacı parçasının idamı
Yaşayacağımız o son anı elimizden alamazsınız ya!
O bizim işte, o bizim zaferimiz.
(Her boydan, Dost, 1957; Adam, 1985)
Can Yücel’in bu başlık altında verdiği metin beş bölümden oluşmaktadır. Beşinci bölüm yukarda alıntıladığım metindir. İlk dört bölüm ise gerçekten de Vanzetti’nin duruşmadaki son sözlerinden alınmıştır. Aynı yanlışa Howard Fast’in de düştüğü görülmektedir.
Vanzetti iki dilbilgisi yanlışı yapmış, “part participle”ı (geçmiş zaman ortacı” yanlış kullanmış; “I might have lived” yerin “I might have live” ve “I might have died” yerine “I might have die” demiş. “Harcar giderdim ömrümü” yerine “Harcar gidiyorum ömrümü” ve “Titretip giderdim…” yerine “titretir gidiyorum…” gibi çevrilebilir belki. Ayrıca iki söyleyiş yanlışı yapmış.
Bakın Upton Sinclair ne diyor bu -sonradan ünlenecek- pasaj için:
“Artık göçüp gidebilirsin Bartolomeo Vanzetti, işini başardın! İyi savaşım verdin ve yarışı başarıyla bitirdin! Ne sana kara çalanların gazabından kork, ne de cellattan. Onlar sana zarar veremezler, çünkü sen yaşamının amaçlarını gerçekleştirdin. Bunlar arasında İngilizce düzyazının -tesadüfen- büyük bir ustası olmak da varmış! Abraham Lincoln’ün ölümünden bu yana Amerika’nın duyduğu en yüce sözleri söyledin! (Sinclair burada Lincoln’ün ünlü Gettysburg Söylevi’ni kastediyor -G.G.) Edebiyatta `görkemli üslup’ denilen o nadir söylemi yakaladın!… Kısacası sen Massachusetts’i yeniden edebiyat dünyasına soktun! Onca yıldan sonra New England yeniden bir büyük yazara kavuştu, ama kısa bir süre için, beynine iki bin voltluk elektrik verilinceye kadar. … O görkemli taş ve beton yapılar, onlara harcanan onca para, falan ya da filan dersin çalçene profesörleri, dekanları için ne dokunaklı komedi! Onların çabaları sayesinde Massachusetts eyaletinde `past participle’ların doğru kullanımı ve `I might have live’ denmeyeceğini bilen bir milyon adam vardır da bu milyonlar içinde geleceğe kalma şansı olan bir tümce söyleyebilecek tek kişi bulamazsınız. Harvard’ın on bin mezununun her biri `understand’ (anlamak) yerine `onderstand’, `justice’ (adalet) yerine `joostice’ denmeyeceğini bilir de bunlar arasında adaleti anlayabilenlerin sayısı beşi onu geçmez; iş, adalet uğruna ölmeye gelirse, bir kişi bile bulamazsınız!”
Bu haksız karar hem ABD’de hem başka birçok ülkede büyük tepkiler doğurdu. Davanın yeniden görülmesi için, ya da valinin af yetkisini kullanması için pek çok başvuru yapıldı, dilekçe verildi. Bunları imzalayan yüzbinlerin arasonda Anatole France, John Galsworthy, H.G. Wells, George Bernard Shaw, Romain Rolland, Katherine Ann Porter, Sinclair Lewis, Marie Curie, Albert Einstein, Fritz Kreisler, Isadora Duncan, Ramsey MacDonald da vardı. İnfazın gerçekleştirildiği 22-23 Ağustos gecesi New York’ta, Paris’te, Buenos Aires’de, Leipzig’de, Berlin’de, Kopenhag’da, Amsterdam’da, Kahire’de, Sidney’de, Melbourne’da, Belgrad’da, Havana’da, Varşova’da ve daha pek çok kentte büyük mitingler yapıldı. Paris’te ABD elçiliğinin önünde toplanan 150.000 kişiyle polis arasında arbede çıktı. Boston’da ise 250.000 kişi toplanmıştı. Polis ve asker copla saldırdı kalabalığın üstüne, pek çok kişiyi göz altına aldı, bunlar arasında John Dos Passos da vardı.
Dos Passos sonradan “Elektrikli Sandalye Karşısında: İki Göçmen İşçininin Amerikanlılaştırılmasının Öyküsü” adlı bir kitapçık yazacaktır. Onun en büyük yapıtı olan U.S.A. (A.B.D.) üçlemesi için Sartre şöyle yazmıştır:
“Dos Passos’un tek bir şey vardır, öykü anlatma sanatı. Bu yeter… Kanımca
Dos Passos çağımızın en büyük yazarıdır.” Bu üçlemede anlatılan öykü 1900’de başlar, 1927’de Boston’da biter. Üçlemenin ilk iki kitabı, Oya Dalgıç çevirisi olarak, 42.Enlem (Adam, 1982) ve 1919 (Adam, 1985) adlarıyla çıktı. Bildiğim kadarı ile üçüncü kitap Türkçede yayımlanmadı. Üçüncü kitaptan (The Big Money, Büyük Para) bir bölümün, 50 numaralı “Camera Eye” bölümünün tümünü -aslına olabildiğince uymaya çalışarak- sunuyorum (bu arada ilginç bir ayrıntı: Dos Passos Harvard mezunudur. On bir yıl önce mezun olduğu üniversitenin rektörüne bir açık mektup yazar, “kepaze bir belgeye imzanızı attınız, hem kendi adınızı, hem Harvard’ı rezil ettiiniz” der. Bu mektubu hiçbir gazete yayımlamaz.).
Boston’da şalter indiğinde saatler 23 Ağustos 1927 gününün 00.05’ini gösteriyordu. Moskova’da 23 sabahının 8.05’i olmalı. Ve o saatte Nâzım Hikmet hepimizin bildiği dizeleri yazıyordu:
Yanıyordu kanlarında şavkı İtalya güneşlerinin
koştular temiz esmer alınlarla hayatın sesine,
dövüştüler yanında dövüşen kardeşlerinin.
Yeni dünyada düştüler eski zulmün pençesine!
Yedi yıl ölümün karşısında gülerek durdular.
Elektrikli iskemleye
kadife bir koltukmuş gibi oturdular.
Yürekleri dört bin volta yedi dakka dayandı.
Yandı yürekleri
yedi dakka yandı!..
Cani değildiler, kurban gittiler bir cinayete,
kurban gittiler dolarların emrindeki adalete!
Hayatlarında olmadılarsa da kitlelerin rehberi,
ölümleriyle şaha kaldırdı kitleleri
bu iki ihtilal neferi!..
Woody Guthrie’nin yazdığı “Sacco-Vanzetti Şarkıları”nın konumuzda önemli bir yeri vardır. Guthrie “en önemli yapıtım” dediği bu proje için 1946’da Boston’a gitmiş, yazılı kaynaklardan, olayın tanıklarından edindiği bilgilerden, olayın geçtiği ortamdan edindiği izlenimleri dile getiren 12 şarkı yazmıştı. Şarkılarında ayrıntılara ne kadar önem verdiği bilinen Guthrie bu şarkılarda, Sacco ve Vanzetti’nin yaşam öyküleri, davanın gidişi, tanıkların ifadeleri ve benzeri ayrıntıları ustalıkla işlemiştir. Bu şarkılar -Peter Seeger’in besteleyip söylediği “Sacco’nun Oğluna Mektubu” ile birlikte- 1960’da uzunçalar olarak çıktı, 1996’da kaset ve CD (Smithsonian/Folkways) olarak yeniden yayımlandı. Guthrie daha önce de böyle şarkı projeleri gerçekleştirmişti, örneğin Dust Bowl (Toz Çanağı) Baladları ve Columbia Irmağı Şarkıları ABD’nin bu gelmiş geçmiş en büyük halk şarkıcısı, “nasıl yaşanacağını bizlere göstermek için ölen iki güzel insan” için yazdığı bu şarkıların birinde şöyle diyordu:
Sözcüklerini denizlere serpeceğim Vanzetti
Gemilerin, balıkların, martıların üstüne.
Balık sattığın el arabasının bir eşini
pırıl pırıl metalden dökeceğim
Ve sürüp götüreceğim dünyanın dört bir yanına.
Ünlü oyun yazarı Maxwell Anderson’un Gods of Lightning (Yıldırım Tanrıları) adlı oyunu 1927’de sahnelendi. Sacco ile Vanzetti’nin tümüyle önyargılı, işçilere ve göçmenlere karşı bir nefret ve kin atmosferi içinde yürütülen bir yargılama sonunda mahkûm edildiklerini öne süren oyun kimi
çevrelerce taraflı bulundu ve tartışmalara yol açtı. Anderson’un en önemli yapıtı olarak kabul edilen Winterset de aynı olaydan yola çıkar. Bu oyun 1936’da aynı adla beyaz perdeye aktarıldı, filmin Nathaniel Shilkret imzalı müziği Oscar’a aday gösterildi. 1960’da çevrilen TV oyunu The Sacco-Vanzetti Story’nin ardından 1971’de çevrilen ve Giuliano Montaldo’nun yönettiği Sacco e Vanzetti adlı Fransız-İtalyan yapımı film özellikle Ennio Morricone’nin müziğiyle dikkatleri çekti. Filmin ana şarkısını Joan Baez seslendiriyordu.
Ricardo Cucciola’ya Cannes Film Festivali’nden en iyi kadın oyuncu ödülünü
getiren bu filmin müziği CD olarak da yayımlandı (Omega).
Ve şimdi 1977’ye gelelim. Cinayetin ellinci yıldönümü… Der Spiegel dergisinin 31. sayısında şu haber yer aldı:
“… geçtiğimiz salı günü Sacco ve Vanzetti’nin itibarları iade edildi. Massachusetts Valisi Michael Dukakis, incelemeler sonucunda iki göçmenin yanlış bir kararın kurbanı olduklarının anlaşıldığını açıkladı. Sacco ile Vanzetti 1921’de cinayet ve soygun suçlamasıyla kuşkulu bir biçimde cezalandırılmışlardı. Vali, yeni incelemeler sonucunda, `yargıcın ve savcının göçmenlere ve düzen karşıtlarına karşı taraflı davrandığının ve yargılamanın bir politik histeri atmosferi içinde yürütüldüğünün’ anlaşıldığını belirtti.”
Konu böylece kapandı… Kapandı mı? Ben Albert Einstein’dan yanayım, bu yazıyı da o nedenle yazdım. Einstein şöyle demişti:
Sacco-Vanzetti trajedisini insanlığın vicdanında canlı tutmak için herşey yapılmalıdır.
Kitabın Künyesi
Sacco ve Vanzetti
(Amerika’da İki İtalyan – Bir Hukuk Cinayeti)
Helmut Ortner
Agora Kitaplığı / Roman Dizisi
Ankara, Temmuz 2012, 1. Basım
320 s