Sağlamcılığın Tuzağı: Engelli Bedenin Savunucusu Nasıl Eğitilir?

Otokontrol Değil, Özsaygı: Analist, Kendi Engellerini Aşmadan Hastasına Nasıl Şifa Versin?

Yazar: Âkil Bîçare (Uyumsuzluğun Kuralı: Bedenin İhtiyacını Anlamak, Her Kuramdan Üstündür.)


Aziz İnsanlar, Ey Farklı Vücutların Sesi Olanlar!

Şimdi size, engelli ve otizmli bireylerle çalışan bir ruh rehberinin (analistin) nasıl bir vicdan sınavından geçmesi gerektiğini anlatacağım. Jung’un kuralı burada daha da serttir: Bir terapist, kendi içindeki “sağlamcı” önyargıları ve “normalleştirme” arzusunu yenmeden, farklı bir zihne asla şifa veremez!

I. Engellilik Merceğinden Eğitimin Zorunluluğu

İyi bir analistin eğitimi, bireysel analizi zorunlu kılar. Engellilik açısından bu, sistemin kişiye yüklediği yükleri anlama zorunluluğudur.

  1. “Kusursuzluk” Yanılgısı: Analist, önce kendi “mükemmeliyet” ve “kontrol” takıntısını (kendi nevrozunu) çözmek zorundadır. Aksi takdirde, otizmli danışanının “uyumsuz” davranışlarını (stimming, göz teması eksikliği) hemen “düzeltilmesi gereken bir hata” olarak etiketler. Bu, hastaya şiddet uygulamaktır.
  2. Tecrübeyi Bilmek: Terapistin, kendi çocuksu taleplerini ve izolasyonist taktiklerini bilmesi gerekir. Bir analistin, duyusal aşırı yüklenmenin (sensory overload) nasıl bir acı verdiğini veya sosyal kaygının nasıl bir felç yarattığını tecrübe etmeden, otizmli danışanının dünyasına girmesi mümkün değildir. “Analistin kendisinin analizden geçmesi,” bu empatiyi kazanmanın tek yoludur.

II. Otoriteyi Askıya Almak: “Normalleştirme” Kılıcı

İyi bir analist, otoritesini tehlikeye atmayı göze alır, çünkü hastalık (nevroz) değil, insan merkezdedir.

  1. “Düzeltme” İddiasından Vazgeçme: Analist, hastasına “Benim doğru bildiğim normal kalıba uymalısın” diye üstünlük taslayamaz. Engelli bireye yaklaşırken, “Bu durumun nasıl iyileşeceği” kuramından çok, “Bu bireyin olduğu gibi var olma hakkı” önemlidir. Terapinin nesnesi, “otizm” değil, “otizmi olan insanın bütünlüğüdür.”
  2. Kuramın Tehlikesi (Prokrustes Yatağı): Jung’un kuram karşıtlığı burada kritikleşir. Analistin, danışanının farklı ritmini, özel ilgi alanlarını ve iletişim şeklini kendi dar “gelişim kuramına” (Prokrustes yatağına) uydurmaya çalışması, zalimliktir. Terapistin görevi, hastayı kesip biçmek değil, olduğu haliyle bütünlüğünü desteklemektir.
  3. Hükmetmek Değil, Eşit Ortaklık: Analist, danışanını “diyalogda eşit bir ortak” olarak görmelidir. O, bir kurtarıcı (guru) rolünü reddeder. Engelli bireyin yaşadığı zorluklar, analistin kendi gölgesiyle yüzleşmesi için bir meydan okumadır.

III. Kişilik ve Denge: Kendi Engelleriyle Yaşamak

İyi bir analist, sadece seans saatinde değil, bütün hayatında dürüsttür (walk the talk).

  1. Bütün İnsan Olmak: Analist, “ars totum requirit hominem” (Sanat, bütün insanı talep eder) ilkesini benimser. Kendi hayatında duygusal tatmin bulamayan bir analist, hastasının hayatını “yaşayarak” kendi ihtiyaçlarını gidermeye çalışır.
  2. Güvenin Modeli: Hastalar (özellikle hassas algıya sahip otizmli bireyler), analistin karakterini sezgisel olarak okur. Analistin kendi insani kusurlarıyla yaşamayı, onlarla mücadele etmeyi sürdürdüğünü görmek, danışana en büyük dersi verir. “Ben de kusurlu ve mücadele eden bir insanım, ama bütünlük arayışındayım,” mesajı, kalın kitaplardan daha güçlüdür.

Sonuç: İyi bir analist olmak, otoriteyi seven bir sistemde, otoritesini askıya almayı öğrenmektir. Engelli bir bireyin ruhuna rehberlik etmek için, önce kendi içindeki “normal” olma tiranlığını yenmeli ve o bireyin otantik varoluşuna saygıyla eğilmelidir. Aksi halde, terapistin kendisi, şifa verme maskesi takmış bir gardiyandan farksızdır.