Sana şehir gelecek uzaklardan
esmer bir aşkı yüklenerek gelecek
Kimsesiz bir ağacın dallarından
acısını dut gibi dökerek gelecek
Yıllar sonra buğulu bir sabah vakti
kapına yaralı bir at gibi gelecek
Kâğıdın kalemin tozlu sunağından
beyaz kefenini yırtarak gelecek
Aşkta kaybedilmiş bir eli kazanıp
geçmişini unutmaktan gelecek
Dilin terkisinden, harflerin hızından
söze küskün kelimelerden gelecek
Sana şehir gelecek uzaklardan
bir halkın içinden geçerek gelecek.
(Tanıtım Bülteninden)
Yıllar sonra buğulu bir sabah – Gülümser Çankaya
(20/01/2012 tarihli Radikal Kitap Eki)
Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü kazanan Tozan Alkan, toplumsal duyarlığı yüksek, yaşamı ve insanı göz ardı etmeyen şiirler yazıyor. Şiiri şiir yapan temel nitelikleri elden bırakmadan kendi tarzında söylüyor söyleyeceğini.
Yunan şair Kavafis?in Şehir adlı şiirini bilmeyenimiz yoktur. Gitmek fikri bir virüs gibi içimize girdiğinde duvar gibi dikilir önümüze Kavafis ve şöyle der: ?Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın/ Bu şehir arkandan gelecektir/ Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın/ Aynı mahallede kocayacaksın;/ Aynı evlerde kır düşecek saçlarına/ Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda/ Başka bir şey umma.?
Kavafis?i ve onun bu güzel şiirini bana anımsatan Tozan Alkan?ın ?Sana Şehir Gelecek? adlı kitabı oldu. Bu kitapta Alkan, Şehir adlı şiiri Kavafis?e ithaf etmiş; insanın elinde bulunan yegane olanağın ?bu an? ve ?bu mekân? olduğu farkındalığını bizlerde yaratan Kavafis?e, sanki hepimizin yerine pırıl pırıl, yaşanası bir kenti armağan olarak gönderir gibi?
Şiir hiçbir zaman formüle edilemedi. Zaten şiir formüle edilebilir bir şey olsaydı peşinden bunca koşturmazdı bizi. Zaman zaman küçük ışıltılarla kalbimize dokunuyor sonra da kaybolup gidiyor. Fakat şiire ilişkin bilinen bir gerçek var ki o da şiirin bencil mi bencil olduğu; kendini kimselere teslim etmiyor ama meydana gelmek için çok şey istiyor. Bana göre şiirin temel besin kaynağı duyarlı bir yürektir. Bununla birlikte bir şiiri okuduğumda dikkat ettiğim ilk şey özgün olup olmadığıdır. Toplumsal duyarlığı yüksek, yaşamı ve insanı göz ardı etmeyen şiirler yazıyor Tozan Alkan. Şiiri şiir yapan temel nitelikleri elden bırakmadan kendi tarzında söylüyor söyleyeceğini: ?Bir ağıt gibi eşiğinde kapının/ yaslı kadın bebeğini emziriyor/ nasıra?da nasır tutmuş memeleriyle/ kimin aklına uyup da doğurmuş böyle/ allah aşkına hangi tanrının?? Bir örnek daha kitaptan: ?Aşk ille de dağların/ içinden geçecek değil ya/ bazen bir erkeğin aklından da geçer/ hele de ?cinsellik yerini acemilikle/ aşkı kullanan adam?lardansanız??
Akortsuz iki gövde
Kitapta bulunan şiirler dağ, kara, uzun ve öncesi adı verilen dört bölüme ayrılmış. Neden dağ?
Edebiyatta genellikle dağ; mitolojik, folklorik ve sosyolojik özellikleri ile yer bulur. Dağa çıkılır, dağa sığınılır, dağa tapınılır, dağda yaşanır, dağda savaşılır, dağda saklanılır ve daha birçok imgesel özellik sayabiliriz. ?Sana Şehir Gelecek? adlı kitaba bölüm başlığı olan ve bölümde bulunan şiirlerde sıkça kullanılan dağ imgesi, bir gövdenin vazgeçilmez bir parçası olarak belirginleşiyor. Egemen olanın şehirde (devlet), azınlık olanın dağda (mualif) konumlandığı gerçeği dile getiriliyor. Ancak buna karşılık bütün ideolojik ayrılıklara rağmen; dağın ve şehrin tek bir ülke, içinde yaşayanların da tek bir halk olduğu ustalıkla vurgulanıyor. ?İnsanın gövdesini sevmesi iyi/ bir ülkeyi dağlarıyla birlikte.? Ya da: ?Haklıydık ikimiz de yerden göğe/ damlanın kendisi suydu/ suyun kendisi damla.?
Onları farklı algılamamıza sebep olan sadece aldıkları isimlerdir. İnsanları cinsiyetleriyle, fikirleriyle ya da etnik kökenleriyle sınıflandırmak bir gövdeyi uzuvlarına ayırmak kadar kanatıcıdır. Dağın ve şehrin ikizliği -şairin dilinden söyleyecek olursak-; bir dalın ikiye koptuğu yerde kanıyor. ?İnsanlar kardeştir ve barış içinde yaşamalıdır.? Bu temel cümle ne yazık ki basitmiş gibi algılanıyor ve her zaman gözden kaçıyor ?Sırtından kan akıyor dağın oluk oluk/ gecenin bir teli daha kopmuş/ akortsuz iki gövde/ ihaneti sağıyor zifir karanlıkta/ birinden ötekine ağıtla geçiliyor??
Bu bölümde bulunan dokuz şiir, bu ana tema üzerinden atmosfer buluyor. Farklı şiirlerde kullanılan ortak sözcükler ya da bir şiirdeki bir dizenin, başka bir şiire ad olması, yaratılan bu atmosfere bir devamlılık sağlıyor. Örneğin: Bir dalın ikiye koptuğu yerde adlı şiirdeki bir dizede geçen mahrem devrim imgesi başka bir şiire ad oluyor. ?Denizi nereye koyarsan koy/ bütün çocuklar oradan akar?? diyor şair. Güzel olanı, insana yakışır olanı deniz imgesiyle somutlayıp birliğe dikkat çekiyor. Eğer varsa suç da birdir, verilen ceza da. Zulmeden de birdir zulmedilen de. Ama en önemlisi çekilen acı birdir. ?Sırtlara sırtlara saplanan hancerin/ bir ucu kurbanın elinde bir ucu katilin? Öyleyse neden bu ikilik? Bunu anlamak güç.
Dağ bölümünde yer alan en dikkat çekici şiirlerden biri de Tablet şiiridir. Şair bu şiire, Leibniz?in mümkün dünyaların en iyisi budur görüşünü temellendirmiş. ?Yıllardır kül tabletler üzerinde/ bekledik yaralı hayvanlar gibi/ kök salmalarını kağıda/ boşlukta devriye gezen/ sahipsiz harflerimizin?? Söz ve eylem arasındaki kopukluğun da anlatıldığı bu şiir insanın içinde büyük bir boşluk yaratıyor sanki. Kendinize sormadan edemiyorsunuz; benim mümkünüm nedir? Peki ya şiir, daha iyi bir dünyayı mümkün kılabilir mi? Bizler hayatı gereğinden fazla kavramsallaştırıp sonra da o kavramların içinde kayboluyoruz. Belki de daha güzel bir hayat, özgürlük, barış, kardeşlik, eşitlik, adalet, dostluk gibi basit ama temel sözcüklerin içinde gizlidir. Ne yazık ki bu sözcükler her geçen gün biraz daha değerden düşüyor. Şehrin kavgasından, yalnızlığından, adına ?toplum? denen; yalnızca ve yalnızca insanların hayatını denetleyen bir soyutluktan kaçıp dağın somutluğuna sığınma arzusu mudur işaret edilen: ?dağlar, mümkün dünyaların en iyisi?.
Şiirin gücü
Kara sevda, kara yazı, kara tren, kara gece, kara gün; kara sözcüğünü bunca tekrar ettiğimizde etraf sahiden kararıyor sanki. Karanlığın kuşatmasında kalmış gibi hissediyoruz kendimizi…
Uzun uyku, uzun boy, uzun akıl, uzun köprü, uzun ot; uzun sözcüğü bunca tekrar ettiğimizde, oturduğumuz koltuktan uzayıp çatıyı deldiğimizi ve gökyüzüne doğru uzadığımızı hissediyoruz. Bu hissi içimizde yaratan güç, sözcüklerin gücüdür. Şairin ve şiirin gücü de buradan kaynaklanır.
Dağ bölümünde çizilen karamsar tablo ve eleştirel bakış açısı, bu üç bölümde biraz daha yumuşamış gibi görünüyor. Romantizmin yer yer motiflendiği lirik şiirlere rastlıyoruz: ?dün sen nehrini çaldım senin için/ çalarken suya bakıyordu adamın biri/ seni seviyordum çaldım çok mu?? Ve… ?O vakitler istanbul bir o kadar mağrur/ madamın adını verdiydim bir sokağa/ madam dediğin durmadan sarışın esmer/ adının bütün harfleri şıngır mıngır? Ve… ?Benim de kaç kez gönlüm kaydı/ ipeğin kokusuna, atlara, gürgenlere?? Daha aydınlık ve daha aşk dolu sözcükler tercih edilmiş. Ben şiirde ve hayatın tamamında aydınlık ve sevgi dolu sözcüklerden yanayım. Bir sözcük ağızdan çıktığı an, evrene bir tohum düşmüş demektir; geriye yalnızca onun yeşermesi kalır. Buna inanıyorum. Bu iyimser bir inanış. Ama neylersin ki hayat iki yüzlü bir madalyon; arka yüzü de bilmek gerekiyor.
Aslında kitabı daha uzun anlatıp daha çok şiir alıntılamak isterim ama bu, şair ve okuru arasındaki köprüye fazla müdahale olur. ?Sana Şehir Gelecek?, toplam 38 şiirden oluşan bir kitap. İnsan okurken keşke daha kalın bir kitap olsaymış diyor. Ama aşk denince bile aklına makas gelen bir adamın sözü fazla uzatmaması da doğal geliyor sonra.
Kitabın Künyesi
Sana Şehir Gelecek
Tozan Alkan
Komşu Yayınları / Yasakmeyve Şiir Dizisi
Editör : Bülent Usta
İstanbul, Ocak 2012, 2. Baskı
64 sayfa