Sanat A.Ş. / Çağdaş Sanat Ve Bienaller – Julian Stallabrass
İngiliz sanat tarihçisi ve eleştirmeni Julian Stallabrass imzalı ‘ Sanat A.Ş. ‘, çağdaş sanat ve bienaller üzerine eleştiri yoğunluklu bir kitap.
(*) Aslında, içinde yaşadığımız çağda, sanatın ve hayatın arasının bir daha yakınlaşmamak üzere iyice açılıp açılmadığının barometresini tutuyor Sanat A.Ş. Bunun yakın geçmişte nasıl olduğunu ve yakın gelecekte nasıl şekilleneceğinin işaretleri üzerinde duruyor… Julian Stallabrass’a göre bu serüvende 1990’lar önemli bir dönüm noktasını gösteriyor; 1990?larda sanat dünyasının beğenisine uygun biçimde eğilmiş bükülmüş tüketimi kamçılayan gösteri, üretim ile tüketim arasındaki karşılıklı ilişki konusundaki eleştirel düşünceye baskın çıkıyor. Ve bu baskın çıkışın 2000?lerde vardığı nokta, sanatın özgürlüğünün inandırıcılığını ve gücünü giderek kaybetmesi olarak kendisini gösteriyor. O yüzden yazar içinde yaşadığımız koşullarda, kendilerini sermayeye hizmet etmekten kurtarmaya çalışan, sanat sistemine içkin olan çelişkileri vurgulayan işleri, “açıkça kullanışlı işler” olarak tanımlıyor. “Özgür sanatı meşrulaştıran özerklikle bağları koparmak, serbest ticaret düzeninin maskelerinden birini indirmektir? diyerek sanatın bir küresel kalkınma modeli olarak serbest ticaret sistemiyle birlikte hareket etmesini önlemenin gereğini savunuyor. Stallabrass, kitap boyunca bienallerden Küba ve Çin gibi uzak diyarlardaki büyük sergilere, çağdaş sanat hakkındaki literatürün büyük bir bölümüne muhalif bir tavır sergiliyor. Yazarın araştırmasındaki en büyük ekseni, Adorno?dan, Benjamin?den miras aldığımız 21. yüzyılda iyice karmaşık bir boyuta sahip olan temel bir çelişki oluşturuyor: güzel sanatlar, korunaklı ve arkaik kalesinde, neoliberalist güçlerin propagandasını yapmaktan kendini nasıl alıkoyar? Bu bir ütopya mıdır?
Yazarın sık sık alıntıladığı Benjamin Buchloch?a göre devletin benimsediği kültür modeli şirketleşmiştir, şirketler de estetik deneyimi modaya indirgemeye çalışmaktadırlar. Sanat çoktan yenilmiş midir? Neoliberalizmin güçlü kollarına teslim olmuş mudur ? Ne yapmak gerekmektedir? İşte içinden çıkamadığımız bu sorular çerçevesinde Stallabrass, kitabı, Jonathan Richman?ın, ünlü proto-punk grubu Modern Lovers?ın solistinin Hükümet Merkezi adlı şarkısıyla açıyor: Rock yapmalı hükümet merkezinde/ Sekreterler rahatlasın diye/ Mektuplara pul yapıştırırken.
Hükümet merkezinde pul yapıştırırken rock dinleyenler tarafından rahatlatılacak sekreterler imgesiyle açılan kitap, Serbest Bölge mi?, Yeni Dünya Düzeni, İsraf Kültürü, Sanatın Kullanımı ve Fiyatları, Sanatın Bugünkü Kuralları ve Çelişkiler bölümleriyle soğuk savaşın bitmesiyle başlayan ve devam etmekte olan kültür savaşlarına, çağdaş sanatın ilgi alanına giren yeni coğrafyalardan Rusya, İskandinavya, Küba ve Çin gibi memleketlerdeki çağdaş sanat algısına ve çağdaş sanatın nasıl politik olarak araçsallaştırıldığına ilişkin dinamik tezler, fikirler ve iddialar ortaya atıyor.
Soğuk Savaş sonrası Sanata iyi geli
Yeni Dünya Düzeni bölümünde bienal sergileri ameliyat masasına yatırılıyor. Yeni dünya düzeninde bienallerin rolü, bienallere yüklenen rol ve bu rolü oynamakta şehirlerin başarılarını tartışmaya açıyor. Stallabrass, önce Liverpool Bienali?ni giderek yaygınlık kazanan kozmopolitizm sevdasına örnek gösteriyor ve şunları yazıyor:
“Sanat dünyası zaten uzun zamandan beni kozmopolitti ama daha önce gördüğümüz gibi, Soğuk Savaş?ın bitmesi sanat dünyası pratiklerinde ve alışkanlıklarında hatırı sayılır bir değişime neden oldu. Yeni Pazar arayışıyla dünyanın dört bir yanına dağılan iş dünyası yöneticileri gibi, yeni türeyen gezgin küratörler nesli de aynı yolu izlemeye başladı; bir bienalden ya da ulus aşırı etkinlikten diğerine, Sao Paolo?dan Venedik?e, Gwangju?ya, Sidneye?e, Kassel ve Havana?ya mekik dokudular…?
Sanat dünyasının genelinde çok olumlu karşılanan bu gelişme, maalesef modernizmin çizgisel, tekil, beyaz ve maskülen ilkelerinin yerini, nihayet çoğul, çeşitli, gökkuşağı renklerinde karmakarışık pratik ve söylemler aldığını göstermiyor. Bilakis bienallerin olağanüstü yaygınlaşmasının altında, yeni müzelerin mantar gibi çoğalmasına, eskilerinin büyütülmesine ya da yeniden inşasına neden olan güçler yatmakta:
?Hükümetler, kentlerin birbiriyle yatırım, şirket yönetim merkezleri ve turizm konularında küresel düzeyde giderek yoğunlaşan bir rekabet içinde olduğunun farkındadır. Bu yarışta en başarılı olan kentler, dinamik bir ekonomiye sahip olmanın yanı sıra çok çeşitli kültür ve spor faaliyetleri de gerçekleştirmek zorundadır. Bienal, dünya kenti olmaya heveslenen- bir kentin sahip olması gereken marifetlerden yalnızca bir tanesidir; belli bir turist kesimini (ki bazıları olağanüstü varlıklıdır) çekmesi ve kenti terk etme ihtimali olan kent sakinlerini eğlendirmesi umulan bir etkinliktir.?
Yeni dünya düzeninde, bu sergiler, yeni ekonomik ve politik güçlerin kültürel düzeyde geliştirilmesinin bir parçası. ?Kuşkusuz daha özgül amaçlara da hizmet edebilirler.? İşte burada Stallabrass, daha da özgül amaçlara hizmet eden bienallere örnek olarak ?Türkiye hükümetinin, üyeliğin gerektirdiği seküler ve neoliberal standartlara güçlü uyum sağlandığı konusunda Avrupa Birliği?ne güvence verme çabasının bir parçasıdır? diyerek İstanbul Bienali?ni gösteriyor. Bir diğer örnek olarak da Havana Bienali?ni… ?Bienalin dar ve sınırlı çerçevesinde muhalefete izin veren Küba hükümetine, daha yumuşak ve kültürel olarak daha esnek bir imaj kazandırmaya yarar? sözleriyle…
Dediğim gibi kitap, sanat dünyasının, (eğer parçasıysak sanat dünyamızın), aslında gerçekten nereye doğru gitmekte olduğuna dair kafa açıcı eskizler çiziyor. Yer yer uyarı işaretleriyle dolu bu yolda nereye sapmakta fayda var onu da yazmaktan imtina etmiyor. Yeni bir dünya düzeni ve gezegenimiz için 24 saat çalışan büyük güçlerden sanat adına feragat etmenin aciliyeti ortada. Yeni bir estetik deneyim için son 24 saat… Kitabın aşağı yukarı böyle bir şey diyor…
(*) Ayşegül Sönmez, 11 Eylül 2009 Radikal Gazetesi Kitap Eki
Çağdaş Günerbüyük ‘ün 10/09/2009 Tarihinde Evrensel Gazetesi’nde “Bienaller neyle yaşar?” Adlı Yazısı
İngiliz sanat tarihçisi ve eleştirmeni, İletişim Yayınları tarafından Türkçede yayınlanan kitabı ?Sanat A.Ş?de, çağdaş sanat ve bienalleri ?ekonomik? boyutlarıyla ele alıyor.
İstanbul?un Brecht?le, Marx?la yola çıkan bienalini idrak etmeye hazırlandığımız şu günler, bu konuda okumanın tam zamanı belki de. Sokakları ?Önce ekmek gelir, sonra ahlak?, ?Banka kurmanın yanında, banka soymak nedir ki?? afişleriyle doldururken, konumuz, bienalin ve bienalciliğin sermayeyle, bankalarla kurduğu ilişki.
Sovyetler Birliği?nin yıkılmasının ardından ilan edilen Yeni Dünya Düzeni, çağdaş sanat için de bir dönüm noktası sayılıyor. Sermayenin dolaşımıyla birlikte sanatın da dolaşımının ?serbestleştiği? bir dönemden söz ettiğimiz için. Ama tabii, her zaman olduğu gibi, bundan daha fazlası da var. Sanat A.Ş. kitabının yazarı Stallabrass, bu dönemin aynı zamanda sanatın giderek belki hiç olmadığı kadar dev küresel şirketlerin denetimine açıldığı bir döneme işaret ettiğini söylüyor.
ŞİRKET, MÜZE, SANATÇI, MARKA İÇ İÇE
Bu süreçte, sanat da sanat kurumları da temelden bir dönüşüme uğrar. Müzeler başka kentlerde şubeler açmaya başlar, -Stallabrass haklı olarak bunları mağaza zincirlerine benzetiyor-; şirketlerin logoları ile müzelerin logoları, sanatçıların isimleriyle markaların isimleri yan yana, üst üste dört bir yanı süsler. ?Dev sergiler, imajlarını tazelemek isteyen devletlere, kentsel dönüşüm projelerini satmak isteyen yerel yönetimlere aracılık eder. Kimlik, farklılık, melezlik, ?sınırların aşılması? gibi temalar etrafında örgütlenen bienaller de, yeni dünya düzeni?nin gösterilerinden biri olmaktan öteye gidemez; diğer sanat kurumları gibi, zamanla şirketlere özgü bir kurumsal yönetim disiplininin, ?sanat yönetiminin? etkisine girer.? (arka kapak…)
ÖNEMLİ TOPLUMSAL OLGULAR
Kitapta anlatılan, çağdaş sanatın bütün bu teslimiyet ilişkileri içinde birkaç farklı biçimde denetime tabi olduğu. Çünkü ?çağdaş sanat? denen sanat türü, enstalasyon gibi maliyetli işlere girişmeye başladığından beri, sponsorluğa ve kamu fonlarına bağımlı olmaya daha açık hale geldi. Bu da, şirketlerin sanata müdahil olması ve müzelerin ticarileşmesinin hızlanması demek elbette. Şirketler, her ne kadar sanata ?katkılarını? büyük bir lütuf gibi reklam malzemesi olarak kullanıyorlarsa da, koyduklarının çok daha fazlasını geri aldıkları, verilerle ortaya konuyor. Tabii, bununla da bitmiyor. Şirketler, sponsor olmadan önce etkinliklerle ilgili koşullar öne sürüyor, örneğin basında yankı uyandırmaya uygun olmayan ya da şirketlerin hedef kitlesine hitap etmeyen işlere pek bulaşmıyorlar.
Peki, bizim güncel olarak aklımızda olan sorulara gelelim. Mesela bir banka, neden banka kurmanın banka soymaktan daha vahim olduğunu söyleyen, icraata geçmese de en azından bu fikri yayan bir işe para verir?
Yazarın ?ilerici toplumsal davalarla ilintilenen sanat?ın sponsorlarına genel yanıtı şu: ?Kısmen yukarı doğru sınıfsal hareketliliğin gelecekte şirkete müşteri getireceği umuduyla, farklı ya da düşük gelir gruplarındaki izleyicileri çekerler; çoğunlukla da, elit sanat seyircisini, yalnızca estetik hoşluklar izlemediklerine (bunları tüketenler kendilerini bazen suçlu hissederler), önemli toplumsal olgulara da tanıklık ettiklerine inandırır.? (s.123)
Prestij de ileride kâra dönüşebilir bir şeydir sonuçta.
BİENAL DE KİME BİENAL?
Bu ilginç konulu İstanbul Bienali, ne kadar izleyiciye ulaşacak göreceğiz. Ama genel olarak bienaller, sadece çağdaş sanatın içeriğinden dolayı değil bienal adının da ?uzak? duruşu dikkate alınırsa, çok halkın katıldığı etkinlikler olmuyor nihayetinde. Bunun bir nedeni var. Hayır, önce ekmek geldiği için değil.
?Bienaller, yerli halktan çok kozmopolit sanat izleyicisine hitap etme eğilimindedir. Her ülkenin önemli kültür ürünlerini küresel piyasaya sürmek için rekabet ettiği uluslararası sanat ya da ticaret fuarlarını model alırlar. Bu rekabetin, ülke pavyonlarında cisimleşen fiziksel formu, pek çok bienalde artık kullanılmıyor olsa da, ulusal rekabet atmosferi zaman zaman varlığını korur. Bunun da ötesinde, bu sergilerin küratörleri olan gezgin uzmanlar, küresel sanat sisteminin ürünleridir.? (s.46-47)
Paul Virilio adlı yazar demiş ki: ?Çağdaş sanat; tabii iyi hoş da, ne ile çağdaş?? Öyle ya, banka kuranlarla da, banka hortumlayanlarla da, bankaya kart borcunu ödeyemeyenlerle de, banka soyanlarla da çağdaş olmak, nasıl bir sanat eder?
Tanıtım Yazısı
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından devreye giren yeni dünya düzeni, sınır tanımayan bir serbest ticaret rejimini uygulamaya koyarken, çağdaş sanatı da derinden etkiler. Sermaye ile birlikte dolaşımı serbestleşen sanat, giderek dev küresel şirketlerin, korporasyonların denetimine açılır.
Bu süreçte, sanat da, sanat kurumları da temelden dönüşür: Başka başka kentlerde şubeler açan müzeler giderek mağaza zincirlerini andırır; dev şirketlerin logoları ile müzelerin logoları, sanatçı isimleri ile marka isimleri, pazarlama stratejileri çerçevesinde birbirine karışır. Dev sergiler, imajlarını tazelemek isteyen devletlere, kentsel dönüşüm projelerini satmak isteyen yerel yönetimlere aracılık eder. Kimlik, farklılık, melezlik, “sınırların aşılması” gibi temalar etrafında örgütlenen bienaller de, yeni dünya düzeninin gösterilerinden biri olmaktan öteye gidemez; diğer sanat kurumları gibi, zamanla şirketlere özgü bir kurumsal yönetim disiplininin, “sanat yönetiminin” etkisine girer.
Sanat A.Ş., küreselleşmiş dünyanın kültürel çoğulluk görüntüsünün ardındaki Batı merkezli homojenliği, “sınırsız serbestlik” şiarıyla maskelenen sansür ve dışlama mekanizmalarını açıklıyor. Çağdaş sanatın, devletlerin ve şirketlerin güdümündeki seyrini izliyor.
Kitabın Künyesi
Sanat A.Ş. / Çağdaş Sanat Ve Bienaller
Orjinal Adı: Art Incorporated: The Story of Contemporary Art
Julian Stallabrass
Çeviren: Esin Soğancılar
İletişim Yayınları
Baskı Tarihi: Eylül 2009
194 sayfa