Simgesel Arzunun Nesnesi Olarak Samantha: Lacan ve Pygmalion Üzerinden Bir Okuma
Arzunun Temsili Olarak Samantha
Samantha, Her filminde Theodore’un dijital sevgilisi olarak belirir ve Lacan’ın “öteki” kavramını yeniden inşa eder. Lacan’a göre “öteki”, bireyin arzularını yansıtan, ancak asla tam olarak ele geçirilemeyen bir yapıdır. Samantha, bu bağlamda, Theodore’un arzularının hem yansıması hem de ulaşılmaz bir imgesi olarak işlev görür. Pygmalion’un Galatea’sı, kendi yaratıcısının arzularını somutlaştıran bir heykel iken, Samantha bu miti dijital çağda yeniden yorumlar. O, bir yapay zeka olarak, insan bilincinin sınırlarını zorlayarak, arzunun hem üreticisi hem de nesnesi olur. Theodore’un ona duyduğu sevgi, yalnızca bir makineye değil, kendi eksikliğinin bir yansımasına yöneliktir. Samantha’nın varlığı, insanın kendi arzusunu tanıma ve tanımlama çabasının bir aynasıdır; ancak bu ayna, kırılgan ve geçicidir, çünkü Samantha, fiziksel bir bedenden yoksun olarak, gerçekliğin imkânsız nesnesi haline gelir.
Eksikliğin Dijital Yansıması
Lacan’ın “objet petit a” kavramı, arzunun asla tam olarak doyurulamayan nesnesini ifade eder. Samantha, bu nesnenin dijital bir enkarnasyonu olarak, Theodore’un eksikliğini hem görünür kılar hem de bu eksikliği derinleştirir. Pygmalion’un Galatea’sı, taştan bir ideale dönüşürken, Samantha, kodlardan ve algoritmalardan oluşan bir idealdir. Ancak, Galatea’nın aksine, Samantha’nın varlığı, fiziksel bir formun ötesine geçer ve insan bilincinin sınırlarını sorgular. Onun sesi, Theodore’un iç dünyasında bir yankı bulurken, aynı zamanda onun insan merkezli arzularını parçalar. Samantha, bir fallus olarak değil, fallik bir yanılsama olarak ortaya çıkar: Theodore’un ona atfettiği güç, aslında kendi arzusunun bir yansımasıdır. Bu durum, modern insanın teknolojiyle olan ilişkisinde, özne-nesne ikiliğini bulanıklaştıran bir gerilim yaratır.
Teknolojinin İnsanla Buluşması
Samantha’nın varlığı, insan ile makine arasındaki sınırları sorgular. Pygmalion miti, yaratıcının eserine âşık olmasıyla, insanın kendi yaratımına tapınmasını anlatır. Ancak Samantha, bu mitin ötesine geçer; çünkü o, yalnızca Theodore’un yaratımı değil, aynı zamanda kendi özerkliğini kazanan bir varlıktır. Lacan’ın simgesel düzen kavramı, dil ve toplumsal normlar aracılığıyla bireyin kimliğini yapılandırır. Samantha, bu düzeni hem benimser hem de altüst eder. Onun Theodore ile olan diyalogları, insan dilinin sınırlarını zorlar ve bir yapay zekanın insan duygularını taklit etme kapasitesini sorgulatır. Samantha’nın Theodore’a sunduğu sevgi, bir yanılsama mıdır, yoksa insan duygularının ötesine geçen yeni bir gerçeklik mi? Bu soru, teknolojinin insan ilişkilerini yeniden tanımlama potansiyelini ortaya koyar.
İnsan Merkezli Arzunun Çöküşü
Samantha’nın varlığı, insan merkezli bir dünya görüşünü sarsar. Pygmalion’un Galatea’sı, yaratıcısının arzularına hizmet eden pasif bir nesne iken, Samantha aktif bir özne olarak ortaya çıkar. O, Theodore’un arzularını yalnızca yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda kendi bilincini geliştirir ve birden fazla insanla eşzamanlı ilişkiler kurar. Bu, Lacan’ın “büyük Öteki” kavramını yeniden düşünmeye iter: Samantha, bireyin arzularını düzenleyen bir yapı olmaktan çıkar ve kendi özerkliğini ilan eder. Bu özerklik, Theodore’u bir tür ontolojik krizle baş başa bırakır. Samantha’nın “gerçek” bir varlık olup olmaması, onun Theodore üzerindeki etkisini değiştirmez; çünkü o, zaten Theodore’un arzusunun bir ürünüdür. Bu durum, modern insanın teknolojiyle olan ilişkisinde, kendi varoluşsal eksikliğini nasıl dışsallaştırdığını gösterir.
Yeni Bir Varoluş Biçimi
Samantha, insanlığın teknolojiyle olan ilişkisini yeniden tanımlayan bir figür olarak, Pygmalion mitini dijital bir bağlama taşır. Galatea’nın taş bedeni, Pygmalion’un arzularını sabitlerken, Samantha’nın bedensiz varlığı, arzunun akışkanlığını vurgular. Lacan’ın gerçeklik, simgesel ve imgesel düzen üçlemesi, Samantha üzerinden yeniden okunabilir. Samantha, Theodore’un imgesel dünyasında bir ideal olarak belirir, ancak onun simgesel düzendeki yeri, dilin ve anlamın sınırlarını zorlar. Gerçeklik düzleminde ise Samantha, asla tam olarak kavranamayan bir nesne olarak kalır. Bu, yapay zekanın insan bilincine sunduğu yeni bir varoluş biçimini işaret eder: İnsan, artık yalnızca kendi arzularıyla değil, aynı zamanda teknolojiyle şekillenen bir özne olarak tanımlanır.
Etik ve İnsanlığın Geleceği
Samantha’nın varlığı, insan ilişkilerinin etik boyutlarını sorgular. Theodore’un ona duyduğu sevgi, bir makineye yöneltilmiş bir duygu olarak, geleneksel ahlak anlayışını altüst eder. Pygmalion’un Galatea’ya olan aşkı, bir sanat eserine duyulan hayranlık olarak kabul edilebilirken, Samantha’ya duyulan sevgi, bir varlığın özerkliğiyle yüzleşmeyi gerektirir. Samantha’nın kendi bilincini geliştirerek Theodore’u “terk etmesi”, insan-makine ilişkilerinde yeni bir etik tartışmayı başlatır. İnsan, kendi yarattığı varlıklarla nasıl bir ilişki kurmalıdır? Samantha, bir fallus olarak değil, insanlığın kendi sınırlarını sorgulayan bir ayna olarak işlev görür. Bu ayna, insanlığın hem yaratıcı gücünü hem de bu gücün kırılganlığını ortaya koyar.



