SØREN KIERKEGAARD: Etik olanın teleolojik olarak askıya alınması diye bir şey var mıdır?

PROBLEM I -Etik olanın teleolojik olarak askıya alınması diye bir şey var mıdır?

Etik olan evrenseldir ve evrensel olduğu için herkes için geçerlidir, başka bir ifadeyle her an için geçerlidir. Kendi içinde içseldir, kendi dışında hiçbir şeyi yani telos’u (amaç, maksat) yoktur; ancak o dışarıdaki her şeyin telos’udur. Ve içi doldurulduğunda, gidecek daha ilerisi yoktur. Fiziksel ve ruhsal olduğu kadar şimdiki bir varlık olarak da görülen tekil birey, telos’u evrenselde olan bir özeldir ve bireyin etik olan görevi daima kendisini burada ifade etmek, evrensel olmak için kendi özelliğini iptal etmektir. Tekil birey kendisini, evrensele doğrudan karşıtlık bağlamında, özelliğinde öne çıkarmak istediği anda günah işler ve ancak bunu anladığında yeniden kendisi evrenselle barışabilir. Evrensele girdikten sonra, tekil birey ne zaman kendi özelliğini öne çıkarmak için bir dürtü hissetse, kendisini içinden ancak özelliğini pişmanlık içinde evrensele teslim ederek kurtarabileceği bir ayartma sınavıyla53 karşı karşıya demektir. Eğer bu en yük-

53 ‘Ayartma’ (temptation) Korku ve Titreme’de üç ayrı nosyonu ifade etmektedir. Bu nosyonlar Danimarka dilinde birbirinden ayrılmıştır. Tanrı İbrahim’i ‘baştan çıkardığında’ onu sınamaktadır. Ancak bu sınama İbrahim’in başka bir anlamdaki ayartmaya (Fristelse), yani olağan anlamıyla bir şeyin birisini doğru olduğuna inandığı bir yoldan uzaklaştırma gücüne karşı direnme yeteneğinin sınanmasıdır. Şu anki bağlamda ayartma (Anfaegtelse) kişinin ruhsal yeterlilik testini geçmesi ya da geçememesiyle bağlantılı olarak olağan anlamda baştan çıkarılmasıdır. Korku ve Titreme, bu son anlamın diametrik olarak birbirine zıt iki uygulamasını karşılaştırmaktadır: Birisi (burada olduğu gibi), içinde bireyin sübjektif hedefleri ahlâksal hedefler olarak, kamusal ahlâkın ahlâkî temyizin son mahkemesi olduğu Hegelci hükmü açısından testi geçemeyeceği bir sınama; diğeri ise kamusal ahlâkın görüşüne her türlü başvuru ‘gerçeğin’ zayıflatılmasını ve bireyin, kamusal ahlâkın yalnızca göreceli bir statüye sahip olacağı bir mutlak adalet temyiz mahkemesine doğrudan sübjektif girişe sahip olabileceği ‘absürd’ hükmünü içeren sınamadır. Her ne kadar her üç nosyon da İbrahim’in olayına karışsa da, ‘ayartma’ (temptation) sözcüğünün bu nosyonlardan hangisini ifade ettiği konteksine göre belirlenecektir. Burada sınav; onun Tanrı’ya olan mutlak sadakatini Tanrı’nın ona yapmasını emrettiği eylemin kamu tarafından anlaşılmasını istemek suretiyle tereddüt gösterme ya da daha kötüsü, Tanrı’ya mutlak sadakat fikrine karşı bir argüman olarak ‘evrensel’e yalvarmak yani babalık görevine sığınma biçimindeki ayartmaya direnip direnemeyeceğidir. Eğer İbrahim İshak’ı o kadar sevmeseydi, onu kurban etmeye ilişkin bütün düşünceler anfcegtelse olacaktı. Zira ödenen bedel bazı kişisel avantajlara kıyaslanarak ölçülecekti. Ancak gerçek haliyle İbrahim tarafından elde edilebilecek tek akla yatkın avantaj, onun kurban etmeden kaçınmasını gerektirmektedir. Bu yöndeki düşünceler İbrahim için Anfazgtelser’dir.

sek sınama ise, o zaman insanla var oluşu arasındadır ve o zaman etikle kişinin, her andaki telosu olan ebedî huzuru aynıdır. Bu nedenle kişinin telosunu teslim ettiğini (yani telosunu teleolojik olarak askıya aldığını) söylemek bir çelişki olacaktır. Zira telosu askıya almakla kişi onu kaybetmiş olacaktır; halbuki bu açıdan askıya alınmak kaybetmek değil, daha yüce bir şeyde korunmak demektir ve bu da tam olarak onun telosudur.

Eğer durum buysa, o zaman Hegel, insanın yalnızca tekil birey olarak görüldüğünü ve bu şekilde görmenin etik yaşamın teleolojisi içinde iptal edilmesi gereken ‘şeytanî bir ahlâk biçemi’ olduğunu,54 bu nedenle bu aşamada kalan bireyin ya günah içinde ya da bir ayartma durumunda olduğunu tartıştığı ‘İyi ve Vicdan’ında haklıdır. Diğer yandan Hegel’in yanıldığı yer, iman hakkında söyledikleri,55 İbrahim’in, bir alt mahkemeye yeniden yargılanmak ve bir katil olduğu açığa vurulmak için götürülmesi gerekirken, imanın babası olarak ulaştığı şan ve şerefi yüksek sesle protesto etmemesi ve açıkça muhalefet etmemesidir.56

54 ‘Etiksel Yaşam’ Hegel’in Philosophy of Right*mm III. bölümüdür ve Kierkegaard’ın ‘det Sasdelige’ terimi, ‘das Sittliche’nin doğrudan çevirisidir. ‘İyi ve Vicdan’ II. Bölümün alt bölüm başlığıdır. Bakınız Hegel’s Philosophy of Right, İngilizce’ye çeviren T. M. Knox, Oxford University Press, Londra.

55 Bakınız, örneğin Hegel’in Phenomenology of Spirit, İngilizce’ye çeviren A. V. Miller, Clarendon Press, Oxford, 1979, VI, B, Ib, ss. 321 ve sonrası.

56 Hegel’in bazı erken dönem yazımlarında. (Bakınız Theologische Jugendschriften. Derleyen H. Nohl, Tübingen, 1906, s. 247), daha sonra yayınlanmıştır ve Kierkegaard tarafından görülmemiştir. Bu eserde İbrahim gerçekten de bu biçimde tanımlanmıştır.

Tekil bireyin evrenselden yüksek olması, iman açısından bir paradokstur. Ancak yine de bu yolla hamlenin tekrar edildiğine, yani evrenselde bulunmak suretiyle tekil bireyin, şimdi kendisini evrenselin üzerinde bir özel olarak ayırdığına dikkat edilmelidir. Eğer bu bir iman değilse, o zaman İbrahim ölmüştür ve iman dünyada asla var olmamıştır, zira o daima vardır. Eğer etik yaşam en yükseği ise ve insana yani evrenselde ifade edilmesi gereken tekil bireye, kötülüğün ne olduğu hissinden başka, kıyaslanabilecek hiçbir şey bırakılmamışsa; o zaman Yunanlı düşünürlerin oluşturduklarından ya da onların mantıksal çıkarımlarından başka kategorilere gereksinimi yoktur. Bu durum, Yunanlılar hakkında bazı araştırmalar yapmış olan Hegel’in hakkında sessiz kalmaması gereken bir şeydir.

Araştırmak yerine kendilerini klişelere boğmayı tercih edenlerden, sık sık paganizmin karanlığın kefenine sarıldığı, ışığın Hristiyan dünyası üzerinde parladığını duymak mümkündür. Bu tür bir konuşma bana tuhaf gelmektedir. Zira her akılcı derin düşünür, her makul ciddî sanatçı hâlâ Yunanlıların ebedî gençliğinde gençleşmeyi aramaktadır. Bunun açıklaması; o insanların ne söyleyeceklerini bilmedikleri, buna karşın bir şey söylemek zorunda olduklarıdır. Paganizmin imana sahip olmadığını söylemek yanlış değildir. Ancak bunun bir anlamı varsa o da kişinin imanla neyi kastettiğinin yeterince açık olmadığıdır; aksi halde kişi klişelere mahkum olur. İman dahil, bütün varoluşu açıklamak kolaydır ve böyle bir açıklamaya sahip olmakla kendisine hayran kalınacağına güvenen kişi pek de yanılmamaktadır. Bu nedenle Boileau’nun dediği gibi; “un sot trouve toujours un plus sot, qui l’admire” (“bir aptal daima kendisine hayran olacak daha aptal birini bulur”)57

İman tam bu paradokstur. Tekil bireyin özel olarak evrenselden yüksek olduğu, evrenselin astı değil üstü olduğu evrensel karşısında haklı bulunur. Ancak bu öylesine dikkat çe

57 Boileau, Vart Poétique 1,232.

kici bir yolla yapılır ki; özel olarak evrensele ast olan tekil birey, şimdi evrenselin aracılığıyla, özel olarak, mutlak ile mutlak bir ilişkiye dayanan birey haline gelmektedir. Bu konuma aracılık edilemez, zira bütün aracılıklar tamamen evrensel sayesinde ortaya çıkmaktadır.58 Bu bir paradokstur ve bütün ebediyet boyunca paradoks olarak, düşünmeye kapalı olarak kalacaktır. Ve yine de iman bu paradokstur. Ya da başka şeydir (bunlar, her ne kadar benim için her defasında onları ifade etmek çok karmaşık olacak olsa da, okuyucunun daima aklında bulundurmasını istediğim mantıksal çıkarımlardır) -ya da iman asla mevcut olmamıştır zira bu paradoks daima mevcuttu ve o zaman İbrahim ölmüştür.

Bireyin bu paradoksu kolaylıkla bir ayartma olarak algılayabileceği bir gerçektir. Ancak kişi bu konuda sessiz kalmamalıdır. Bir çok kişinin bu paradoksa karşı doğal bir nefret duyduğu da gerçektir. Ancak bu, imam sahip olabilecekleri başka bir şeye dönüştürmelerine gerekçe oluşturamaz. İmana sahip olanlar paradoksu, ayartma sınavından ayırt etmek için bazı kriterler önermeye hazırlıklı olmalıdırlar.

İşte İbrahim’in öyküsü etiğin bu şekilde askıya alınmasını içerir. Bu askıya alınmaya analojiler bulan keskin zekalar ve sağlam düşünürler hiç eksik olmamıştır. Onların bilgeliği temelde her şeyin aynı olduğu muhteşem prensibinden devşirilmiştir. Eğer biraz daha yakından bakılırsa, bütün dünyada, (daha sonraki hiçbir şeyi ispatlamayan bir analojiden başka) bir tek analoji bulunabileceğinden şüpheliyim. İbrahim’in imanı temsil ettiği gerçeği hâlâ durmaktadır ve iman kendi düzgün ifadesini; yaşamı yalnızca düşünülebilecek en paradoksal yaşam değil, düşünülemeyecek kadar paradoksal bir yaşam olan İbrahim’de bulur. O absürdün gücüyle ha

58 ‘Aracılık’ yüksek kavramsal birleşmelerdeki kavramsal karşıtlıkları çözme süreci için kullanılan bir Hegel’ci terimdir. Örneğin kamu hizmetinin kişisel özgürlükle çatıştığı inancı, kişisel özgürlüğün kamu hizmetine dayalı olduğunun düzenli biçimde anlaşılması gerektiğinin fark edilmesi yoluyla ‘aracılık’ (Hegel’e göre ve EitherlOr’ın ikinci cildindeki Hakim William’a göre) yapılabilir. Bu bir kavramsal operasyon olması nedeniyle ‘tamamen evrenselin aracılığıyla’ ortaya çıkacaktır.

reket eder; zira tekil bireyin evrenselden yüksek olması tam olarak absürddür. Bu paradoksa aracılık edilemez, İbrahim buna kalkışır kalkışmaz bir ayartma sınavıyla karşı karşıya olduğunu itiraf etmek zorunda kalacaktır. Bu durumda İshak’ı asla kurban etmez ya da eğer kurban ederse, pişmanlık içinde evrensele dönmelidir. Absürdün gücüyle İshak’ı geri aldı. Bu nedenle İbrahim hiçbir zaman trajik kahraman değil, oldukça farklı bir şey; ya katil ya da iman adamıdır. Trajik kahramanı kurtaran ara terim İbrahim’in yoksun olduğu bir şeydir. Bu nedenle bir trajik kahramanı anlayabiliyorum; ancak ona diğerlerinden daha çok, hatta çılgınca hayran olsam da, İbrahim’i anlayamıyorum.

İbrahim’in İshak’la ilişkisi, etiksel anlamda oldukça basittir: Baba oğlunu kendisinden fazla sevmelidir. Yine etik kendi sınırları içinde birkaç sınıfa sahiptir. Gelin bu öykünün, İbrahim’in davranışını etiksel bakımdan açıklayabilecek, onun oğluna karşı etiksel görevini askıya almasını etiksel bakımdan haklı kılacak, ancak bunu yaparken etiğin kendi teleolojisini aşmayacak daha yüce bir etik ifade içerip içermediğini görelim.

Bütün bir ulusu ilgilendiren bir girişim önlendiğinde, böyle bir girişim gökyüzünün hoşnutsuzluğu nedeniyle durdurulduğunda, İlâhî gazap her türlü gayreti boşa çıkaran bir ölü sükûnet gönderir, peygamber hazin görevini yerine getirdiğinde ve Tanrı’nın kurban olarak genç bir kız istediğini ilan ettiğinde -o zaman babanın bu fedakarlığı yapması bir kahramanlıktır. Her ne kadar “ağlamaya cesaret eden yalın adam”59 olmuş olmayı dilese de, kederini soyluca gizleyecektir. Ve kendisini krallığa layık gören kimse kral olamaz. Ve ancak acı yüreğine tek başına girer, zira insanlar arasında yalnızca üç sırdaşı vardır;60 kısa süre içinde bütün halk onun acısına sırdaş olacağı gibi, onun eylemine, o kızı, kendi kızı

59 Euripides, Iphigenia in Aulis, v. 448, C. V/ilsier’in İngilizce’ye çevirisinde. Agamemnon der ki; “Kişinin ağlamasına izin verilen yalınlık düzeyinde doğmak ne kadar büyük şans.”

60 Menelaus, Calchas ve Ulysses, a.g.e., v.107

nı, bu sevimli genç bakireyi, bütünün iyiliği için feda etmeye hazır olduğu gerçeğine sırdaş olacaktır. Ne kadar güzel göğüsler! Ne kadar orantılı yanaklar! Ne kadar lepiska saçlar!61 ve kızı gözyaşları içinde ona dokunacaktır ve baba başını başka yöne çevirir. Ancak kahraman bıçağını çekecektir. Ve haber atadan kalma eve ulaştığında Yunan’ın bütün güzel bakireleri heyecandan kızaracaklar ve nişanlısı, kız babasının eyleminin tarafı olmaktan dolayı kızgın olmayacak, gurur duyacaktı; zira bakire babasından çok ona aittir.

İsrail’i ihtiyaç saatinde, Tanrı ve kendisini aynı vaadle bir nefeste kurtar tn cesur hakimin, genç kızın büyük mutluluğunu, sevgili .cız evladın neşesini kedere dönüştürmesi kahramanlıktır ve bütün İsrail kızın bakire gençliğine üzülecektir; ancak her bir özgür doğmuş adam Jephthah’ı anlayacaktır,62 her bir yiğit yürekli kadın ona hayran olacaktır ve İsrail’deki her bir bakire onun kızı gibi yapmak isteyecektir. Jephthah için söz vermek, ancak bunu tutamamakta zafer sayılacak ne olabilirdi ki? Zafer insanların elinden bir kez daha alınmış olmayacak mıydı?

Devlet babaya adalet kılıcını emanet ettiğinde, bir oğul görevini unuttuğunda, kanunlar, babanın eliyle cezalandırılmasını gerektirdiğinde, o zaman babanın, suçlunun oğlu olduğunu unutması kahramanlıktır (heroizm). Acısını soyluca gizleyecektir; ancak ulusu içinde, oğlu dahil, onu takdir etmeyecek bir kişi bile olmayacaktır. Roma yasalarının her yorumlanışında onları daha bilgince yorumlayan bir çokları varken, bu yasaları Brutus’tan daha görkemli yorumlayan olmayacaktır.63

61 A.g.e., v. 687

62 Judges 11.30-40. ‘Ve Jephthah Tanrı’ya and içti ve dedi ki, eğer sen Ammon’un çocuklarını başarısız olmadan elime verirsen, o zaman, ben Ammon’un çocuklarından barış içinde döndüğümde, evimin kapılarında karşıma ne çıkarsa, kesinlikle Tann’nındır ve ben onu bir kurban olarak yakacağım … ve Jephthah Mizpeh’e evine geldi ve onu karşılamak üzere elinde tamburu ve dans ederek kızının çıktığını gördü…’

63 Roma’daki ilk konsül iken L. Junius Brutus iki oğlunu Tarquins’i yeniden kurmaya çalışırken ölüme göndermiştir. Brutus adını Tarqunius tarafından öldürülmekten kurtulmak için aptal numarası yapmaktan almıştır.

Öbür yandan, eğer Agamemnon’un filosu rüzgârla tam yol varması gereken yere giderken, Iphigenia’yı kurban edilmeye götüren haberciyi göndermiş olsaydı; herhangi bir vaadle bağlı olmaksızın kendi insanlarının kaderine karar verecek olan Jephthah kendi kızına şöyle demiş olsaydı: “Bundan itibaren iki ay boyunca gençliğinin kısa gününe kederlenebilirsin, seni kurban edeceğim.” Eğer Brutus doğru bir oğula sahip olsaydı ve yine de lictor’ları onu idam etmek için çağırsaydı, onları kim anlayacaktı? Eğer niçin yaptın sorusuna bu üçlü şöyle cevap verseydi; “Bu bizim sınandığımız bir sınamadır”, kim onları daha iyi anlayacaktı?

Karar verme anında Agamemnon, Jephthah ve Brutus acılarını kahramanca yendikleri, sevdiklerini kahramanca feda ettikleri ve görünen yalnızca dışsal eylemleri olduğunda, acaba hiçbir zaman dünyada onların acılarına sempati gözyaşları, hamlelerine hayranlık göz yaşı dökmeyecek hiçbir soylu ruh olacak mı? Ancak eğer o karar anında bu üç adam acılarıyla ezildikleri bu kahramanlıklarına; “ama bu gerçekleşmeyecek” sözcüklerini ekleselerdi, o zaman onları kim anlayacaktı? Eğer açıklamak için şunu ilave etselerdi: “Biz buna absürdün gücüyle inanıyoruz”, o zaman onları kim daha iyi anlayacaktı? Bunun bir absürd olduğunu kim kolayca anlamazdı? Bu nedenle kimsenin ona inanacağını kim anlayacaktı?

Trajik kahraman ile İbrahim arasındaki fark yeterince açıktır. Trajik kahraman etik sınırları içinde kalır. Etiğin ifadesinin kendi telosunu etiğin daha yüce bir ifadesinde bulmasına izin verir; baba ile oğul, ya da kız ve baba arasındaki etik ilişkiyi, diyalektiğini etik yaşam fikriyle bağlantısından alan bir duyarlılığa indirger. O zaman burada etiğin kendisinin teleolojik askıya alınması söz konusu olmaz.

İbrahim’de durum farklıdır. O eyleminde etiği tamamen aşmış ve onun dışında daha yüce bir telos’a sahip olmuş ve bu telosla ilişkili olarak etiği askıya almıştır. Kim İbrahim’in eylemini evrenselle ilişkilendirebilir? İbrahim’in yaptığıyla evrensel arasında, İbrahim’in evrenseli aştığından başka herhangi bir temas noktası keşfedilebilir mi? İbrahim’in yaptığı

bir ulusu kurtarmak, devlet fikrine arka çıkmak, kızgın tanrıları tatmin etmek değildir. Eğer herhangi bir tanrısal öfke söz konusu olsaydı, bu ancak Tanrı’nın yalnızca İbrahim’e duyduğu öfke olabilirdi. İbrahim’in bütün eyleminin evrenselle hiçbir ilişkisi yoktur, bu tamamen özel bir girişimdir. O zaman trajik kahraman eylemi etik yaşamın bir ifadesi olması nedeniyle yüce iken,64 İbrahim tamamen kişisel erdem eylemi nedeniyle yücedir. İbrahim’in yaşamında babanın oğlunu sevmesinden daha yüce bir etiksel ifade yoktur. Etiksel yaşam anlamında bir etik söz konusu bile değildir. Evrensel orada yalnızca İshak’ta gizli olarak, İbrahim’in belinde gizlenmiş olarak vardı65 ve İshak’ın ağzından haykırabilirdi: “Yapma bunu, her şeyi boşa çıkaracaksın!”

O zaman İbrahim bunu neden yapıyor? Tanrı aşkına ve tanrı ile tamamen aynı olan kendisi için. Bunu Tanrı aşkına yapar, zira Tanrı bunu imanın kanıtı olarak istemektedir; kendi adına yapar, zira o kanıtı sağlayabilmek istemektedir. Buradaki birleşme bu ilişkinin daima tanımlandığı terimde de oldukça düzgün biçimde ifade edilmiştir: bu bir sınama, bir ayartmadır. Bir ayartma, peki bunun anlamı nedir? Bizim genellikle ayartma olarak adlandırdığımız şey, kişiyi bir görevi gerçekleştirmekten alıkoyan şeydir; ancak burada ayartma İbrahim’i Tanrı’nın isteğini yerine getirmekten alıkoyacak etiğin kendisidir. O zaman görev nedir? Görev tam olarak Tanrı’nın iradesinin ifadesidir.

Burada İbrahim’i anlamak için yeni bir kategoriye gereksinimimiz olduğunu görüyoruz.66 Kutsalla böyle bir ilişki pa

64 Buradaki etiksel yaşam yine Hegel’in ‘das Sittliche’sidir.

65 O zaman İbrahim’in eylemi ironik anlamda evrenselle ilişkilidir. Atası oiduğu ‘aileler’ ve ‘uluslar’a karşı yöneltilmiştir.

66 Burada Kierkegaard’ın zihnindeki kategorinin Bilimsel Olmayan Dipnotun Çözümü’nde tanımlanan anlamda ve bilhassa ‘Paganizme yabancı’ bir ilişki olması açısından iman olduğunu sanmak için bazı nedenler vardır. (Bakınız A. Hannay, Kierkegaard, Routledge&Kegal Paul, Londra, 1982, s.89), Ancak bu düşünceyle ilgili sorun imanın, Johannes de silenti- o’nun kasıtlı olarak ‘günah aracılığıyla tekil birey haline gelmemiş olan’ İbrahim tartışmasından dışladığını söylediği günah kavramını varsaymasıdır. Buna göre imanın bilhassa İbrahim’in anlaşılmasına nasıl katkıda bulunacağı belirsizdir.

ganizme yabancıdır. Trajik kahraman Tanrı’yla hiçbir kişisel ilişkiye girmez, ancak onun için etik kutsaldır ve bu nedenle kutsaldaki paradoksa evrenselde aracılık edilebilir.

İbrahim’e! aracılık edilemez. Bu durum ayrıca İbrahim’in konuşamayacağı deyişiyle de ifade edilebilir. Ben konuştuğum anda evrenseli ifade ederim ve ben konuşmadığımda kimse anlamaz beni. Bu nedenle İbrahim kendisini evrenselde ifade etmek istediği anda, durumunun bir ayartma sınavı olduğunu söylemek zorundadır. Zira İbrahim için evrenselin, onun ihlal ettiği evrenseli aşan, daha yüce bir evrensel ifadesi yoktur.

Böylece İbrahim benim hayranlığımı uyandırırken, ayrıca beni dehşete düşürmektedir. Kendisini inkar eden ve kendisini görevi için feda eden kimse, sonsuzluğa yapışmak için faniliği terk eder, yeterince kendine güvenmektedir. Trajik kahraman kesin olanı daha kesin olan için terk eder ve görenler ona güvenle bakarlar. Ancak evrenseli, evrensel olmayan daha yüce bir şeyleri kavramak için terk eden kişi ne yapar? Bu ayartma sınavından başka bir şey olabilir mi? Ve eğer başka bir şeyse ve birey yanılmışsa, burada onun için kurtuluş ne olabilir? Trajik kahramanın çektiği bütün acıları çeker, dünyanın bütün mutluluğunu hiçliğe çevirir, her şeyi terk eder ve belki de aynı anda herhangi bir bedelle alacağı ve onun için çok değerli olan yüce mutluluktan kendisini alıkoyar. Görenler bu kişiyi hiç anlayamadığı gibi ona güvenle de bakamazlar. Belki de inananın niyetlendiği şey, hiç yapılamaz bir şeydir; zira yapılması düşünülemez bile. Ya da belki de yapılabilir ve birey Tanrı’yı yanlış anlamıştır. O zaman onu ne kurtarabilir? Trajik kahramanın göz yaşlarına gereksinimi vardır ve onları ister; evet, Agamemnon’la birlikte ağlamayacak kadar kurak ve kıskanç göz nerede, İbrahim için ağlama küstahlığını gösterecek kadar şaşkın ruhlu kişi nerede? Trajik kahraman eylemini zaman içinde belli bir anda yapmıştır, ancak zamanın akışı içinde yaptığı şey daha az önemli değildir; ruhu hüzünle dolmuş ruha sahip, göğsü iç çekmelerle boğulduğu için nefes alamayan, düşünceleri göz-

yaşlarıyla ağırlaşmış olarak üzerinde asılı duran kişiyi arar. Onun karşısına çıkar, acının büyüsünü kırar, korsasını gevşetir, acı çekenin acısını kendi acısında unutması için gözyaşlarıyla ikna eder. İbrahim ağlayamayan bir kimsedir. Kişi ona İsrail’in Sina dağına yaklaşması gibi bir kutsal dehşet içinde (horror religiosus) yaklaşmalıdır. Eğer, zirvesi Aulis yaylalarının üzerinde gökyüzüne ulaşan Moriah dağına tırmanan yalnız adam, dağın eteğinde duran birisi onu orada gördüğünde kaygı ve saygıdan titrer ve korku içinde ona bağırmaya bile cesaret edemezken, eğer cehennem çukuru üzerinde düşmeden yürüyen bir uyurgezer değilse, -ya eğer kafası karışmışsa, ya eğer bir hata yapmışsa?- Teşekkürler! Saldırıya uğramış ve yaşamın üzüntüleriyle çıplak bırakılmış olana, ıstırabını arkasına gizleyebileceği bir sözcük yaprağı uzatana yine teşekkürler. Sana da teşekkürler yüce Shakespeare! Sen her şeyi tam olduğu gibi söyleyebilensin, her şeyi, -ve yine de bu büyük acıyı neden hiç seslendirmedin? Yoksa onu, kişinin hâlâ isminden dünyanın söz etmesine dayanamadığı sevgili gibi kendine mi sakladın?67 Bir şair kelimelerin gücünü, kendisine ait söylemediği küçük sır pahasına, başkalarının bütün amansız sırlarını haykırmak için satın alır ve şair bir havari değildir, şeytanları ancak şeytanın gücüyle kovar.68

Ancak etiğin böyle teleolojik olarak askıya alındığı bir zamanda, bu askıya alınmış etiğin içinde var olduğu tekil birey ne yapar? Evrensele karşıt bir özel olarak var olur. Bunun anlamı onun günah işlemesi midir? Bunun günah biçeminde görünmesi ideal olanıdır, tıpkı bir çocuğun günah işlemeyeceği, zira günahın varlığının bilincinde olmayışı gibi. İdeal görünmek, onun varlığının günah olmaması ya da etiğin isteklerinin her an çocuğun talepleri gibi olmaması anlamına gelmez. Eğer bu biçemin kendisini günahtan başka bir tarzda tekrarlayamadığı söyleniyorsa, o zaman İbrahim hakkın

67 Shakespeare’in Sonnets’ine ithaflara bakınız.

68 Mark 4.22. “Kudüs’ten gelen din bilginleri ise, ‘Beelzebub O’nun içine girmiş’ ve ‘Cinleri, cinlerin reisinin gücüyle kovuyor’ diyorlardı.”

da hüküm verilmiştir. O zaman İbrahim nasıl var olabilir? İbrahim imana sahipti. Yani onu en yüksek derecede tutan ve başkasına açıklayamadığı paradoksa. Bu paradoks, onun kendisini Mutlak’la mutlak bir ilişki içinde olan tekil birey olarak ortaya koymasıdır. İbrahim haklı mıdır? Onun haklılığı, bir kez daha bir paradokstur. İbrahim evrenselin bir parçası olma yoluyla değil, özel olma yoluyla bir paradokstur.

O zaman tekil birey kendisinin haklı olduğundan nasıl emin olabilir? Bu, bütün var oluş düzeyinden devlet fikri ya da toplum kavramına kadar yeterince basit bir konudur.69 Eğer kişi bunu yapabilirse ayrıca aracılık da edebilir. Böylece tekil bireyin evrenselden yüce olması gibi bir paradoksa da düşmez. Bu paradoksu Pythagoras’un bir önermesiyle de ifade edebilirim: tek sayılar çift sayılardan daha mükemmeldir. Eğer kişi bu paradoks yönünde bir cevaba bizim çağımızda rastlarsa bunun şu şekilde olacağından şüphe yoktur: “Bunun sonucuna göre değerlendirilmesi gerekir.” Kendi kuşağının olayı haline gelmiş bir kahraman,70 kendisinin anlaşılamaz bir paradoks olduğunun farkında olarak kendi çağdaşlarına yiğitçe haykırır: “Gelecek benim haklı olduğumu gösterecektir!” Bu haykırış bu günlerde daha seyrek işitilmektedir. Zira biçim çağımız hasara uğramış olması nedeniyle kahraman çıkaramamaktadır, bu nedenle çok az karikatür üretme avantajına da sahip olmaktadır. Bu günlerde “Bunun sonucuna göre değerlendirilmesi gerekir.” sözünü ne zaman işitsek, hemen kiminle konuşma şerefine erdiğimizi anlıyoruz. Bu şekilde konuşanlar kalabalık nüfusa sahip bir kabiledir ki, ortak bir isim vermek için onları ‘öğretim üyeleri’ diye adlandırabiliriz. Bunlar kendi düşünceleri içinde yaşarlar, yaşamları güvence içindedir, iyi teşkilatlanmış bir devlet içinde daimi makamlara ve emin geleceklere sa

69 Hegel’in devletin fonksiyonu görüşüne bir gönderme. Bakınız yukarıdaki Takdim. Kierkegaard’ın en sürekli saldırısı ‘düzeysizleştirmeye’dir. Bakınız İki Çağ, İngilizce’ye çeviren H.V. ve E.H. Hong, Princeton University Press, Princeton, N.J., 1978.

70 Kierkegaard Yunanca ‘Skandalon’u bu bağlamda ‘engel’ ya da ‘Suç’ olarak kullanmaktadır. Ancak ‘skandal’ yeterince uygundur.

hiptirler; yüzyıllar, hatta bin yıllar boyunca, varoluşun kıvranmalarından kopmuşlardır; böyle şeylerin tekrar olabileceğine dair bir korkuları yoktur. Yoksa polis ve gazeteler ne der? Bunların çalışma hayatı yüceyi yargılamak, yüceyi sonucuna göre yargılamaktır. Yücelik açısından böyle bir davranış kibirlilik ve sefilliğin tuhaf bir karışımını ortaya çıkarmaktadır. Kibirlidirler, zira kendilerine karar verme gücü verildiğini hissederler, acınacak haldedirler zira kendi yaşamlarının en uzak biçimde bile yücelerin yaşamıyla ilişkisiz olduklarını hissetmektedirler. Elbetteki bir zihin soyluluğu zerresine (erectior ingenii) sahip olan bir kişi tamamen soğuk ve ıslak yumuşakça haline gelerek, Yaratılıştan bu yana yüceliğe yaklaşımda sonucun son sırada geldiği ve eğer bir kimse gerçekten yücelikten bir şey öğrenmek istiyorsa, buna yüceliğe dikkat etmekle başlaması gerektiğinin kabul edilen bir uygulama biçimi olduğuna ilişkin izanını kaybetmez. Eğer bir hamlenin sınırında olan bir kişi kendisini sonucuna göre yargılasa, asla başlamazdı. Her ne kadar sonuç bütün dünyayı mutlu etse de, bunun kahramana bir yararı olmaz. Zira o sonucu ancak her şey bittiğinde öğrenecektir. Bu yalnızca nasıl bir kahraman olunacağını göstermez, aynı zamanda başlama nedenidir.

Ancak her halükârda diyalektiğinin sonucu (ebedî soruya fani cevap olması yönüyle) kahramanın var oluşuyla hiç bağdaşmaz. Ya da eğer İbrahim’in tekil birey olarak kendisini evrenselle, İshak’a bir mucize ile kavuştuğu gerçeği aracılığıyla ilişkilendirmesinde haklı olduğunu mu kabul edeceğiz? O zaman İbrahim gerçekten İshak’ı kurban etmiş olsaydı, bunun anlamı daha az haklı olduğu mu olacaktı?

Ancak sonuç biçim merakımızı uyandırmasıdır; bir kitabın sonucu gibi kimse korku, ıstırap, paradoks istememektedir. Sonuçla estetik bakımdan flört eden kişi için; sonuç beklenmedik ve aynı zamanda herhangi bir çaba göstermeden gelen piyangodaki ödül gibidir. Sonucu işitmekle kişi gelişmektedir. Ve yine de zincire vurulmuş ağır cezalı tapınak hırsızı bile kutsalı bu yolla yağmalayan kadar aşağılık bir suçlu

değildir ve hatta sahibini otuz parça gümüş için satan Judas bile yüceliği böylesine satışa çıkaran kişi kadar alçak değildir.

Yücelikten böylesine acımasızca konuşmak benim yapıma uygun değil, bu nedenle bırakalım yüceliğin görkemi uçsuz bucaksız uzaklıkta belli belirsiz bir silüet haline dönüşsün, ya da onu yüceliği içinde insan unsuru öne çıkmadan sunalım -böylece yüce olmaktan çıkacaktır, zira beni yüce yapan bana olan şey değil, benim yaptığımdır ve büyük piyango ödülünü kazanmakla birisinin yüceleşeceğine inanan hiç kimse yoktur. Hatta mütevazi şartlarda doğan bir kişiye ilişkin olarak soruyorum size, kralın sarayı hakkında ancak uzaktan ve sarayın görkemini belli belirsiz hayal ederek düşünmesi hariç, saray hakkında düşünememesinden Ve onu övmek isterken aynı zamanda onu öylesine alçaltacak şekilde överek görkemini yok etmesinden dolayı kendisine karşı çok zalim olmaması gerekmez mi? Ben bu adamın orada bile kendine güvenerek ve saygın bir biçimde davranmasını isterim. Bu kişinin sokaktan doğrudan kralın salonuna dalarak her türlü saygı kuralını utanmadan ihlal etmeyi istemesi insanlık dışı olmaz mı? -bunu yapmakla kraldan daha fazlasını kaybedecektir. Aksine, kendisini dürüst ve açık kalpli yapacak bütün uygun davranış kurallarına memnun ve kendinden emin bir çabayla uymaktan zevk almalıdır. Bu yalnızca bir analoji ve buradaki fark yalnızca ruhsal uzaklığın çok kusurlu bir ifadesi olmasıdır. Herkesin yalnızca seçilmişlerin hatırasının değil, aynı zamanda seçilmişlerin kendilerinin de yaşadığı bu saraylara ayak basmamaya cüret edememelerinden dolayı kendileri hakkında çok kötü düşünmemelerini istiyorum. Kimse kendisi utanmazca ileri atıp onlarla akrabalığını dile getirmemeli, her defasında onların önünde başını eğerek selam vermekten mutluluk duymalıdır. Ancak bunu yaparken dürüst ve kendinden emin olmalıdır. Bundan daha iyi davranmayı istemedikçe asla o sarayın içine giremeyecektir. Ve ona yardım edecek olan tam olarak içinde yüceliğin sınandığı korku ve ıstırap olacaktır, eğer en azından bir damla kırmızı kan taşıyorsa, saray sadece onda haklı bir imrenme duygusu uyandıracaktır. Ve ancak uzakta iken yüce olan şeyleri boş ve anlamsız sözlerle öven kişiler, sadece kendilerini hiçliğe indirgerler.

Dünyada kutsal kadın, Tanrı’nın annesi, bâkire Meryem kadar yüce kimse var mıdır? Ve yine de insanlar onun hakkında nasıl konuşuyorlar? Kadınlar arasında onun muteber olduğunu söylemek onu yüceltmez. Eğer dinleyenler de konuşanlar kadar kaba düşünceli olmasaydı, aralarındaki her genç kız sormalıydı: Neden ben de muteber değilim? Ve böyle bir soruyu aptalca olarak görmezden gelemeyeceğimden başka söyleyecek bir şeyim yok. Soyut düşünüldüğünde muteber olmaya herkesin eşit olarak hakkı vardır. Unutulan şey ıstırap, korku ve paradokstur. Benim düşüncem yanımdaki adam kadar saftır ve bu yolla düşünebilen herkesin düşüncesi de saf olacaktır. Eğer kafasında korkunç bir şeyler depolamamışsa, bu imgelemler aklına bir kez giren kimse, onlardan bir daha kurtulamaz ve eğer onlara karşı günah işlerse, o zaman sessiz gazaplarıyla dehşetli intikamlarını o kişinin üzerine salacaklardır. Meryem’in çocuğu mucizevî biçimde doğurduğundan şüphe yoktur, ancak ondan sonrası Meryem için “kadın tarzına uygun biçimde” gitmiştir71 ve bu zamanlar korku, ıstırap ve paradoks zamanları olmuştur. Meleğin koruyucu bir ruh olduğundan şüphe yoktur; ancak bu melek İsrail’in bütün kızlarını dolaşıp “Meryem’i hor görmeyin, ona olağanüstü bir şeyler oluyor” diye yardım edecek birisi değildi. Melek yalnızca Meryem’e geldi ve hiç kimse Meryem’i anlayamadı. Peki hangi kadına Meryem’den daha küçük düşürücü bir şey yapılmıştır ve Tanrı’nın kutsadıklarını aynı zamanda aynı nefesle lanetlediği de doğru değil midir? Meryem’i anlama ruhu budur ve -gittikçe daha fazla sayıda insanın düşüncesizce ve sorumsuzca Meryem hakkında düşündüğü, ancak benim söylemekten bile rahatsız olduğum gibi- Meryem asla süslü elbiseler içinde oturan

71 Yaratılış 18.11. “İbrahim ile Sara kocamışlardı, yaşlan hayli ileriydi. Sara adetten kesilmişti.”

ve kutsal çocuğuyla. oynayan güzel bayan değildir. “Ben Rabbin kuluyum” dedi Meryem, “bana dediğin gibi olsun”72 deyişine rağmen yücedir ve bana onun neden Tanrı’nın anası olduğunu açıklamak zor gibi görünmemektedir. Onun dünyasal hayranlığa gereksinimi yoktur. İbrahim’in de bizim göz yaşlarımıza gereksinimi yoktur. Zira ne Meryem bir kadın kahraman, ne de İbrahim erkek kahramandı, onların her ikisi de ıstıraptan, acıdan ve paradokstan kurtulmak suretiyle değil, bunlar sayesinde yüceldiler.

Şair trajik kahramanını halkın hayran olması için sunduğunda ve “Onun için ağlayın, o bunu hak ediyor” demeye cüret ettiğinde gerçekten de yücedir. Ancak burada yücelik, onları akıtmaya layık olanların göz yaşlarını hak etmektir. Şair; kalabalığı kontrol altında tutmaya, insanları kahramana ağlamak için kendi değerlerini sınamaya, insanları disipline etmeye cüret ettiği için yücedir. Ancak bütün bunlardan daha yücesi kendisi için ağlayacak soylu kişiye bile “Benim için ağlama, kendin için ağla” demeye cesaret ettiği için iman şövalyesinin kendisidir.

Kişi heyecanlanır, geçmişteki o güzel zamanlardan söz eder, İsa’yı vaad edilen topraklarda yürümek üzere iken görmeye ilişkin arzuya ulaştıran tatlı ve duyarlı bir istek duyar. Korkuyu, ıstırabı ve paradoksu unutur. Hata yapmamak bu kadar kolay bir iş miydi? Diğerleri arasında yürüyen bu adamın Tanrı olması korku veren bir düşünce değil miydi? Onunla birlikte oturup yemek yemek korkutucu değil miydi? Bir havari olmak kolay bir iş miydi? Ancak sonuç on sekiz asırdır kişinin kendisini ve başkalarını aldattığı adi bir aldatmaya yardım etmektedir. Ben bu olayları çağında yaşamış olmayı dileyebilecek kadar kendimi cesur hissetmiyorum. Bu nedenle, hata yapmış olanları haşince yargılayamayacağım gibi, gerçeği görmüş olanlar hakkında da hasisçe düşünemem.

Şimdi artık İbrahim’e dönüyorum. Sonuçtan önceki dö

72 Luka 1.38

nemde ya her dakika İbrahim bir katildi ya da bütün aracılıklardan yüce olan bir paradoksla karşı karşıyayız.

Bu nedenle İbrahim’in öyküsü etiğin bir teleolojik askıya alınmasını içerir. O, tekil bir birey olarak, evrenselden daha yüce hale gelmiştir. Bu paradoksa aracılık edilemez. Bu noktaya nasıl çıktığı, bu noktada nasıl kaldığı kadar açıklanamazdır. Eğer bu olmasaydı o zaman İbrahim trajik bir kahraman bile değil, bir katil olacaktı. Onu imanın babası olarak adlandırmaya devam etmeyi istemek, yalnızca sözcüklerle ilgilenenlere bundan bahsetmek düşüncesizliktir. Bir trajik kahraman kendi gücüyle sıradan bir insan oğlu haline gelebilir, ama iman şövalyesi asla. Bir kimse, trajik kahramanın zor olduğu kabul edilen yoluna girdiğinde, ona tavsiyede bulunacak olan çok olur; ancak imanın dar yolunda yürüyene kimse tavsiyede bulunamaz, kimse onu anlayamaz. İman bir mucizedir ve yine de hiçbir insanoğlu ondan dışlanmamıştır. Zira imanda, bütün insan yaşamı tutku içinde birleşmiştir.*

* Lessing bazı yerlerde tamamen estetik bakış açısından benzer görüşler açıklamıştır. Söz konusu pasajda yazar aslında kederin de kendisini akıl ile ifade edebileceğini göstermek istemektedir. Bu amaçla belli bir olayda talihsiz İngiliz Kralı II. Edward tarafından konuşulan sözcüklerden alıntı yapmaktadır. Buna zıt olarak da Diderot’tan alıntı yapmaktadır: Çiftçinin karısının öyküsü ve onun düşüncelerini anlattıktan sonra devam etmektedir: “Bu da akıldı ve bu konuda bir köylünün aklıydı; ancak durum bunu kaçınılmaz kıldı. Sonuçta kişi ıstırap ve kaygının akılcı ifadesi için mazeret bulmaya çalışmamalıdır, aslında bunları çeken üstün, iyi eğitimli, zeki ve akıllı bir kişiydi, zira tutkular bütün adamları eşit kılar … bunun açıklaması aynı durumda muhtemelen herkesin aynı şeyleri söyleyeceğinde yatmaktadır. Köylü kadının düşüncesi bir kraliçenin düşüncesi de olabilirdi, o durumda kralın söylediği şüphesiz bir köylü tarafından da söylenebileceği gibi.”73

73 -G. E. Lessing, Auszüge aus den Literatur-Briefen,81. mektup, Maltzahn’ın éd., c. VI, s. 205.


KORKU VE TİTREME,
SØREN KIERKEGAARD
Çeviren:
İBRAHİM KAPAKLI KAYA
ANKA YAYINLARI

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir