STEFAN ZWEIG: Balzac ve Napoléon
Onun kılıcıyla başlattığını, ben kalemimle tamamlayacağım.
Böylesine büyük bir çöküşten sonra, bitmez tükenmez umutların enkazları altında bu sabırsız spekülatörün kendine inancını yitirmesi beklenirdi. Ancak sığındığı çatının üzerine çökmesiyle Balzac’ın hissettiği tek şey şu olmuştur: Yine özgürdür ve baştan başlayabilecektir. Babasından ve belki de çiftçi soyundan miras aldığı sarsılmaz canlılığı sayesinde bu felaketten etkilenmemiş ve hatalarının bedelini ödemeyi, batırdığı paranın yasını tutmayı aklının ucundan bile geçirmemiştir. Sonuçta kaybettiği para kendi parası değildir ve sonu gelmeyen borçlar, tıpkı kendi payına düşeceği hesaplanan miras gibi gerçekdışı kalacaktır. Başkalarının, sözgelimi zayıfların belini bükebilecek şeyler böylesine dev bir iradeye sahip Balzac’ın kılına bile dokunamayacaktır.
Yaşamımın tüm dönemlerinde cesaretim şanssızlığıma üstün gelmiştir.
Yine de içinde bulunduğu durumdan dolayı ilk zamanlarda bir süre için ortalarda görünmemek, Balzac’a daha uygun görünür; ayrıca alacaklılarının beklenmeyen ziyaretlerini önlemek için adresini saklamakta haklı nedenleri de vardır. Fenimore Cooper’ın o çok sevdiği romanlarının birindeki Kızılderili gibi, bir süre boyunca ayak izlerini yok etme alıştırmaları yapar. Hem geçim derdiyle hem de Madam de Berny için Paris’te kalmak istediğinden, en iyisi, kaldığı yerleri sürekli değiştirmek ve emniyete nerede oturduğunu bildirmemektir.
İlk saklandığı yer, son zamanlarda yakın ilişkiler kurduğu Henri Latouche’un evidir. Paris gazetecilik dünyasındaki geniş çevresi sayesinde Latouche, kendisinden daha genç ve tamamen korunmasız olan Balzac’ın hayatında bir tür koruyucu görevini üstlenir. Kadınlara özgü bir kavrama ve fark etme yeteneğine sahiptir; başarıyı gördüğünde sevgi dolu ve samimidir, ama bütün yeteneği kıtlar gibi, o da başarısızlığın kokusunu aldığında, bunun vereceği acı ve yalnızlığı artırmak için elinden geleni yapabilecek biridir. Tam da yabancı yetenekleri keşfetmesini sağlayan özel bir sezgiye sahip olması, görece daha yeteneksiz olan bu adama, keşfettiği yeteneklerle birlikte bir tür ölümsüzlük kazandırmaktadır. André Chénier’nin kıskanç ağabeyinin bir çeyrek yüzyıl çekmecede sakladığı şiirlerini geleceğin dünyasına kazandırma şansını o yakalamış, kendisi kayda değer tek bir dize yazmamışsa da, Fransız şiirinin en güzellerinden bazıları, vefasız âşığı olduğu Marceline Desbordes-Valmore’un muhteşem dizeleri yine ona mal edilmiştir. Yakında otuz yaşına basacak olan iflas etmiş yayıncı spekülatörle arkadaşlık kurup yanına alması, ona herkesten fazla cesaret vermesi ve bir kez daha edebiyatta şansını denemesi için teşvik etmesi boşuna değildir.
Ne var ki Balzac bu samimi, fakat geveze arkadaşının yanında kalmaya uzun süre dayanamaz. İstediği gibi, yani gece gündüz demeden, rahatsız edilmeden çalışabilmek için, tamamen ayrı, küçük, ama kendine ait bir hücreye ihtiyacı vardır. Bu sabırsız ve aceleci adama, yeni bir başlangıç yapabilmesi için ihtiyacı olan bir parça sessizliği sağlayabilme amacıyla, kız kardeşi ile eniştesi Surville, kendi adlarını kullanabileceğini söylerler; çünkü Balzac kendi adıyla bir ev kiralayacak olsa, alacaklılar, postacılar ve icra memurlarının akınından muhtemelen sabahtan akşama kadar zil sesi susmayacaktır. Böylece 1828 Martı’nda kimsenin tanımadığı Mösyö Surville adında biri, Cassini Sokağı’nda küçük bir köşk kiralar; bu köşkte Balzac tam dokuz yıl boyunca kalacak, hepi topu dört beş odası olan bu köşkü yüzlerce, binlerce hayalî kişilikle dolduracaktır.
Cassini Sokağı’nın bulunduğu bölge pek çok avantaja sahiptir. Burası basit insanların yaşadığı bir kenar mahalle sokağıdır. Gözlemevinin yakınında, şehrin hemen hemen dışındadır ve dolayısıyla kimsenin aklına burada bir yazarın yaşadığı gelmeyecektir.
Burası artık asıl Paris değil, ama yine de Paris’e ait. Bu semt, geniş alanlara, caddelere, bulvarlara, inşaat alanlarına, bahçelere, bir ana caddeye, köy yoluna sahip, neredeyse taşra denebilir, ama yine de başkente ait; bunların hepsinden bir parçaya sahip, ama yine de tam olarak onların hiçbiri değil. Aslında bir sahra.
Çapulcu bir şövalye kalesinden nasıl çıkarsa, Balzac da geceleri buradan işte öyle çıkıp “fethetmek istediğim, ayaklarımın altındaki” dediği Paris’e gidebilmekte ve istenmeyen ziyaretçilerin rahatsız etmesini engellemek için köprüsünü kaldırabilmektedir. Saklandığı yeri bilenler yalnızca köşkün alt katında yaşayan ressam arkadaşı Auguste Borget ve ev ararken ona bu köşkü tutmasını öneren Dilecta, yani Madam de Berny’dir. Zaten köşk Madam de Berny’nin evinin hemen köşesindedir. Aynı zamanda köşkün bir rahatlığı da vardır: Dar bir arka merdivenle avluya çıkılabilmekte, oradan da üstü duvar kâğıdıyla kaplı gizli bir kapı sayesinde Balzac’ın yatak odasına gidilebilmektedir. Böylece Madam de Berny, Balzac’ı ne kadar sık ziyaret ederse etsin, itibarı zedelenmeyecektir.
Ev aslında Lesdignières Sokağı’ndakiyle kıyaslandığında pahalı bir evdir. Balzac’ın daha önce kaldığı o tavan arası 60 frankken, küçük odaları, salonu, çalışma odası, yatak odası ve süslü püslü bir banyosu olan bu köşkün bedeli yılda 400 franktır. Balzac ucuz olanı masraflı hale getirme konusunda büyük bir ustadır. Başkasının adıyla tuttuğu bu evi hemen lüks bir biçimde döşeme hevesine kapılır. Yaşamı boyunca borç içinde yüzen Richard Wagner gibi Balzac da bir servete sahip olmak için çalışırken, adeta bu servetin keyfini önceden sürmesi gerekirmişçesine yaşadığı mekânın lüks olmasını ister. Wagner’in taşındığı her yere keyfi yerine gelsin diye, kadife perdeler takıp Şam ipeğinden yatak örtüleri getirmesi, ağır ve kalın halılar döşemesi için döşemeci çağırması gibi, Balzac da adeta inzivaya çekilmeyi gerektiren çalışmaları için lüks, hatta –yine Wagner gibi– fazlasıyla lüks, allı pullu ve aslında oldukça zevksiz bir ortama ihtiyaç duymaktadır. Balzac, evini mobilyalarla doldurmaktan ömür boyu büyük keyif alacaktır; romanlarındaki kişiliklerin her birini somut olarak canlandırabilmek için nasıl ki yeri geldiğinde bir mimarın, bir döşemeci, terzi ya da koleksiyoncunun bilgi ve becerisiyle her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünerek odalar, evler, saraylar inşa etmek zorundaysa, kendisi için de özel olarak stilize edilmiş belli bir çerçeveye ihtiyaç duymaktadır. Şimdilik çok pahalı nesneler, uğruna yirmi yıl boyunca geceleri uykusunu ve sağlığını feda edeceği İtalyan bronzları, altın enfiye kutuları, armalı saltanat arabaları ve süslü püslü lüks eşyalar söz konusu değildir. Cassini Sokağı’ndaki eşyası ilk başta yalnızca gereksiz, küçük ıvır zıvırlardır. Balzac bir hırsız gibi alacaklılarından, Marais Sokağı’ndan kaçırdığı birkaç parça mobilyaya ek olarak kendine tamamen gereksiz dekorasyon malzemeleri, konsol saati, masa lambaları, heykelcikler ve kadınların sevdiği ıvır zıvırlar almak üzere bitpazarlarını ve antikacıları dolaşıp durur. Ailesinden sonra arkadaşı Latouche da cebinde hiç parası olmadığı halde Balzac’ın kadınlar gibi bu gereksiz şeylere ilgi duymasını saçma bulmaktadır:
Hiç değişmiyorsunuz. Cassini Sokağı’nda yaşamaya karar veriyorsunuz, ama hiç eve gitmiyorsunuz. Geçiminizi sağlayabilmek için gerekli çalışmalarınızın sizi beklediği eve gitmiyor, onun dışında her yeri geziyorsunuz. Aklınız halılarda, mahun ağacından dolaplarda, anlamsız güzel resimlerde, gereksiz konsol saatlerinde ve bakır işlemelerde. Beni, tüm Paris’te ışığı sizi hiç aydınlatmayacak lambalar bulmaya gönderiyorsunuz,
ama bu arada cebinizde hasta bir arkadaşınızı ziyaret etmenize olanak sağlayacak birkaç kuruşunuz bile yok.
Ancak dış dünyadaki bu gereksiz ayrıntıları iç dünyasının zenginliği için belki de gerekli görüyordu Balzac. Çalışma odası bir keşişinki gibiydi ve sonsuza kadar da öyle kalacaktı: batıl bir inançla taşındığı her eve yanında götürdüğü küçük masa, mumlar için kullandığı şamdan (Balzac çoğunlukla gece çalışıyordu), kâğıtları ve müsveddeleri için gerekli olan duvar dolabı. Ancak salon süslü, yatak odası ve en çok da banyo keyif verici görünmeliydi. Karanlık hücresinden, bir çileci gibi hülyalara dalmayı gerektiren çalışmalarından uzaklaştığı an gerçeklikle öyle birdenbire, en sert haliyle karşılaşmamak için, çevresinde ılık, dokunaklı renkler ve yumuşak kumaşlarla, biraz alışılmışın ve burjuva yaşantısının dışında olduğunu hissetmek istiyordu.
Peki Balzac bunları almak için parayı nereden bulmuştur? Kazancı yoktur, yılda 6.000 frank faiz eklenen 60.000 frank borcu vardır; eskiden Lesdignières Sokağı’nda zorla geçinen, kendi odasını kendisi fırçalayıp temizleyen ve su taşıyanlara vereceği tek kuruşun hesabını yaparak suyunu altı sokak öteden yine kendisi taşıyan bu adam, bu kadar borç içindeyken zorunlu ihtiyaçlarının yanı sıra böyle gereksiz harcamaları nasıl yapabilmiştir? Balzac yerine bu çelişkiyi roman kahramanları, de Marseiller, Rastignaclar, Mercadet açıklığa kavuşturacaktır. İnsanın borcu olmamasının ya da az borcu olmasının tasarruflu olmaya, dev borçların ise har vurup harman savurmaya neden olduğu tezini defalarca savunacaklardır. Lesdignières Sokağı’nda, ayda 100 frankla Balzac, her bir frankı harcamadan önce defalarca düşünürdü. Zaten 60.000 frank gibi astronomik rakamlara ulaşan bir borcu olduğu için, sevdiği kitapları ister ucuz amerikanbezi ister kırmızı marokanla kaplatsın, bunun için ister birkaç yüz frank fazladan ödemiş, ister borçlarına binlerce frank daha eklemiş olsun, değişen hiçbir şey olmayacaktır. Ün kazanarak ya da zengin bir kadınla evlenerek ya da borsada vurgun yaparak ayakta kalmak mümkündür, o zaman her şeyi yeniden kazanma ihtimali olabilecektir – Balzac’ın kendi kahramanları kendilerini işte böyle savunacaklardır; Balzac da böyle yaşayacak ve kendini böyle savunacaktır. İkinci ihtimal de kaybetme ihtimalidir ki, bu durumda alacaklılar borçların biraz daha arttığının farkına bile varmayacaktır. Ama Honoré Balzac kaybetmemeye kararlıdır. Asıl savaşın şimdi başladığının farkındadır ve artık bir parça kuru ekmek için ve kendi imzasını taşımayan geçici zaferler için savaşmayacaktır, aksine büyük ve önemli zaferler kazanmak için savaşacaktır. Küçük, fakir çalışma odasında tek süs olarak şöminenin üzerinde birilerinin kendisine hediye ettiği ya da bir yerlerden bulup getirdiği Napoléon’un bir heykelciği durmaktadır. İşte Balzac dünyayı fetheden bu adamın bakışını kendisine yönelik bir çağrı olarak algılar. Sürekli hatırlayıp hırslanmak için bir kâğıt parçasına, “Onun kılıcıyla başlattığını, ben kalemimle tamamlayacağım,” diye yazar ve duvarına yapıştırır. Bu teşvik ve uyarının sürekli gözünün önünde olmasını ister ve yalınkılıç, çağının efendisi olmadan önce onun gibi Paris’te küçük bir tavan arasında yıllarca beklemiş olan yüzyılın bu en büyük adamından geri kalmak istemez. Honoré Balzac da kendi silahı olan kalemi ile temiz birkaç top kâğıt alarak dünyayı kendisi için fethetmek üzere aynı kararlılıkla masa başına oturur.
Yirmi dokuz yaşındaki Balzac’ın on dokuz yaşındakine oranla böylesine üstün olmasının nedeni, ne çalışabileceğini ve ne üzerine çalışmak istediğini artık biliyor olmasıdır. Verdiği amansız savaşta kendi gücünü ilk kez hissetmiştir ve aynı zamanda da önemli başarılar kazanabilmek için hangi önkoşulun yerine getirilmesi gerektiğini öğrenmiştir: iradesini kararlılıkla tek bir hedefte ve istikamette yoğunlaştırmak; çünkü insanın iradesi ancak istikrarlı olur ve farklı heveslerle parçalanmazsa mucizeler yaratabilir. Önüne geçilemez bir tutkuya kendini adama saplantısı –Balzac, psikolojisinin bu idée mère’ini
(anafikir) eserlerinde sayısız biçimlerde ortaya koyacaktır– insana güç verir ve karşı konulmaz bir biçimde kendini kabul ettirir. Balzac hatalarının ve iş hayatındaki başarısızlığının nedenini açıkça kavramaya başlamıştır; yaptığı işe yüreğiyle asılmamış, üzerinde tamamen yoğunlaşmamıştır, gerçek bir ticaret adamı gibi büyük bir hırsla her kuruşun hesabını yapmamış, bütün siparişleri takip etmemiştir, işlerinin yanı sıra yazı yazmış ve kitap okumuştur, tüm bedeni ve ruhuyla kendini işletmesine, matbaasına vermemiştir. Edebiyat alanında şansını şimdi tekrar deneyecekse, bu o güne dek olandan çok daha tutkulu, çok daha güçlü bir şekilde gerçekleşmelidir. Önkoşullar bellidir. Kendi imzasını taşımayan sayısız çalışmasıyla pek çok deneyim kazanmıştır, gerçek yaşamla binlerce farklı biçimde kurduğu ilişkiler sayesinde artık insanları tanımış, gözlemlemiş ve gerçekliğin tüm gerilimlerini kendi bedeninde hissetmiş, dolayısıyla yaşamın bütününü betimlemelerle doldurmak için yeterince malzeme biriktirmiştir Çömez olarak yüzlerce efendiye ve onların ihtiyaçlarına hizmet etmiştir. Artık otuz yaşına yaklaşırken, çömezlik dönemi sona ermiştir; tüm iradesiyle kendini eserine verdiği takdirde, kendi kendinin efendisi olabilecektir.
Kendine ve eserlerine karşı sorumluluğunu taşımakta kararlı olduğunu, yeni kitabını kendi adıyla yayımlamaya karar vererek gösterir. Takma adların arkasına saklansa ve cebine olabildiğince çabuk para indirebilmek için basılacak mümkün olduğunca çok malzeme üretmekten başka bir şey düşünmeseydi, istediği kadar düşüncesizce hareket edebilirdi; hızla yazdığı o eserlerin sevabı da günahı da hayalî bir Mösyö St. Aubin ya da Viellerglé’ye aitti. Ancak bu kez, Honoré Balzac adını kabul ettirmek, kitap yazarlarının ve kitapların dar çevresini yarıp geçmeye kararlıdır, dolayısıyla Anne Radcliffe tarzında yazılmış entrika romanları ve tarihî saçmalıklarla karıştırılmak istemez. İşte bu nedenle Balzac 1828’ de, en başarılı ve en ünlü tarihî roman yazarı Walter Scott’ı bile kıskandıracak bir biçimde sahneye maskesiz çıkacak, yalnızca ona ulaşmayı değil, onu aşmayı da isteyecektir. Balzac’ın yeni kitabı için yazdığı önsöz de bu turnuvayı açan fanfardı:
Yazarın amacı, bütün kemikleri numaralanmış bir iskeleti birleştirir gibi olayları kuru bir biçimde art arda sıralayıp olay akışını adım adım göstermek ve buna uygun bir anlatım tarzını benimsemek değildir. Bugün artık tarihin açık sayfalarından bize seslenen büyük öğretileri herkesin anlayabileceği şekilde ortaya koymak gerekiyor. Yetenekli yazarlar yıllardır bu yöntemi izliyorlar ve bu kitabın yazarı da onlara katılmaktadır. Yazar yıllardır bu kitapta bir dönemin ruhunu tekrar verebilmeyi ve bir olayı canlandırmayı hedeflemiştir. Ama olayı salt resmî bir dille anlatmak yerine canlı bir anlatımla aktarmayı, bir savaşı haber diliyle anlatmak yerine, savaşın kendini anlatmayı, destansı anlatım yerine dramatik anlatımı tercih etmiştir.
Balzac, gençliğindeki ilk denemesi Cromwell’den bu yana ilk kez bütün gücünü kullanmayı gerektiren bir görev üstlenmiştir. Nasıl sınırsız bir yoğunluğun böylelikle dışa vurulduğunu, dünya pek yakında şaşırtıcı bir biçimde öğrenecektir.
Balzac, ilk gerçek romanı için düşündüğü konuyu uzun süre önce hazırlamıştır. Yığınla kâğıdının arasında, Fransız Cumhuriyeti’ne karşı Vendée Savaşı’ndan15 bir kesiti anlatmak istediği Le Gars (Yürekliler) romanının taslakları da vardır. Diğer yandan kendi imzasını atmadığı baştan savma kitaplarından biri için İspanya’da geçen birbirinden bağımsız bölümleri zaten hazırlamıştır. Ama artık sorumluluk duygusu artmış olduğu için, yazdığı ilk tarihî romanlardaki tarihî belgelerin inandırıcılıktan ne kadar uzak, ne kadar eksik olduğunun ve dönemin ruhunu yakalamak isteyen birinin, sadece kişilikler etrafında dönmek yerine çevreyi gerçekçi ve canlı olarak görmesi gerektiğinin farkına varmıştır. Bundan önce Ortaçağ’la ilgili derme çatma bir roman yazmaya çalıştığında, romandaki
ilgisiz bağlantıları en iyi ihtimalle birkaç profesör ya da uzman yakalayabilmişti. Ancak Vendée Savaşı zaman olarak o kadar uzak değildir, Bleus bölüklerinde savaşan ya da Cadoudal’ın köylü taburlarında savaşa tanık olan yüzlerce kişi hâlâ hayattadır. Böylece Balzac bu kez eserine dört elle sarılarak çalışmaya başlar. Kütüphanelerden çağdaş anı kitapları alır, askerî belgeleri inceler ve ayrıntılı özetler çıkarır. Önemsiz bir romana, yabancı yazarlardan kolayca alınan çalakalem betimlemelerin değil, küçük, görünmeyen, gerçekçi ayrıntıların inandırıcılık ve canlılık kazandırdığının ilk kez farkına varmıştır. Gerçek ve gerçekçilik olmadan sanat olmaz ve figürler çevre, toprak, köy, ortam ve kendi dönemlerinin atmosferiyle doğrudan bağıntılı olmadığı zaman gerçekçi bir etki yaratamazlar. Kendine ait bu ilk ve kişisel eseriyle birlikte Balzac’ın içindeki realist de uyanmış olur.
Balzac iki üç ay boyunca okur ve çalışır; eline geçen bütün anı kitaplarını gözden geçirir, bir yerden başka bir yere gönderilen askerî birlikler ve çeşitli askerî dönemlerle ilgili bilgileri mümkün olduğunca net olarak kaydedebilmek için kendine kartlar hazırlar. Ancak basılı hiçbir metin, olağanüstü bir hayal gücüne sahip olan bu adama olayları doğrudan gözlemleme hazzını tattıramaz. Balzac, Matmazel de Verneuil’ün yolculuğunu anlatabilmek için, kendisinin de tıpkı kahramanı gibi aynı posta arabasıyla bu yolculuğu yapması, aynı havayı, atmosferi aktarabilmek için belki de fazlaca coşkulu hayallerini gerçeklikle uzlaştırması gerektiğini kısa sürede anlar.
Şuanlara karşı yapılan savaşa katılmış eski cumhuriyetçi askerlerden birinin, şimdi emekli general olarak eski savaş alanlarından olan Fougères’de yaşayan Baron de Pommereul’ün Balzac ailesinin eski bir dostu olması onun için büyük bir şanstır. Yolculuk için gerekli parayı borç alması ya da karanlık işler çevirip kazanması gerekse de (en dikkatli Balzac uzmanları bile Balzac’ın gerçek işinin yanı sıra kaç kişi adına hayalet yazarlık yaptığını bilmemektedir), Balzac’ın pek yakalanmayan bu türden fırsatları değerlendirmesi gerekmektedir. Bütün samimiyetiyle Baron de Pommereul’den özür dileyerek maddi durumu pek iyi olmadığı için kendisini davet etmesini rica eder. Büyük olasılıkla herkesten uzaktaki evinde çok sıkılan bütün yaşlı askerler gibi, kaybolup gitmiş savaş anılarını büyük bir ilgiyle, can kulağıyla dinlemeye hazır birini bulmaktan memnunluk duyan Baron de Pommereul, hiç duraksamadan Balzac’ı davet eder.
Yirmi dokuz yaşındaki genç Balzac’ın yanına alacağı çok fazla eşya yoktur. İlerleyen dönemlerdekinin aksine yüz otuz jilet çeşidinden en parıltılı ve en pahalı olanını seçebilecek kadar züppelik yapacak durumda değildir henüz; üniformalı bir hizmetkârın sürdüğü kendi arabasıyla yolculuk da etmiyordur; gösterişli olmak bir yana, son derece sade, hatta hırpani görünen bu adam sıradan bir posta arabasının en ucuz köşesinde yerini alır; bir posta arabasıyla yolculuk yapma lüksünü bile tam olarak yaşadığı söylenemez. Gereksiz masraftan kaçınabilmek için yolun son kısmını kısacık bacaklarıyla yürüyerek aşmak zorunda kalır ve bu yürüyüş sırasında genç şairin yırtık pırtık kıyafeti daha da yıpranır. General de Pommereul’ün kapısına terlemiş ve üstü başı toz içinde geldiğinde, ilk başta sokak serserisi sanılır. Ama eve girip gençliğinin tüm tazeliğiyle kendini yakaladığı bu şansın keyfine, nihayet birkaç hafta ya da birkaç aylığına bir yatak ve bir kap da yemek bulmanın verdiği güven duygusuna bıraktıktan sonra, o ilk görüntüsü ortadan kaybolur. Daha sonra bu ilk karşılaşmayı anlatan Madam de Pommereul’ün satırlarında, Balzac’ın o anki görünüşü, konuşması ve bütün hareketleri açıkça gözlerimizin önüne serilmektedir:
Kesimi kötü kıyafeti yüzünden iyice belirginleşen kalın beliyle ufak tefek genç bir adamdı. Şapkası iğrençti, ama şapkasını çıkarmasıyla birlikte yüzündeki ifade karşısında her şey yok oldu. Yalnızca yüzünü görüyordum artık. Onu görmemiş olan biri nasıl
bir alna ve gözlere sahip olduğunu hayal bile edemez! Adeta nurla aydınlatılmış bir alın ve sözleri kadar etkileyici açık kahverengi gözler. Burnu kalın ve köşeliydi, ağzı normalden çok büyüktü ve çürük dişlerine karşın, hep gülecekmiş gibi duruyordu. Gür bıyıkları vardı ve saçları oldukça uzundu, omuzlarının arkasına atılmıştı. O dönemde, özellikle de bizi ziyarete geldiğinde daha zayıftı ve bu hali bizde, açlıktan bir deri bir kemik kalmış izlenimini uyandırmıştı.
Tarzı, hareketleri, tavrı ve konuşma biçimiyle o kadar iyi niyetli, nahif ve samimiydi ki, daha ilk anda herkesin kalbini kazanıyordu. Ancak en mükemmel özelliği, sürekli neşeli olmasıydı, öyle bitmek tükenmek bilmez bir neşeydi ki bu, etkisi bulaşıcıydı.
Balzac orada o kadar iyi beslenir ki, “tombulluğunu ve sağlıklı rengini” Paris’te ancak haftalar sonra kaybedecektir.
Balzac burada on dört gün kalmayı planladığı halde iki ay kalır. Hikâyeleri dinler, çevreyi dolaşır, yazar ve not alır. Paris’i unutur, arkadaşlarını, hatta günlük izlenimlerini aktaracağı bir günlük tutacağına hararetle söz verdiği Madam de Berny’yi bile unutmuştur. Saplantılı bir şekilde yalnızca tek bir şey üzerinde –ki yaşamı boyunca tüm başarılarının önkoşulu olacaktır bu–, çalışmaları üzerinde yoğunlaşarak geçirir günlerini. Birkaç hafta sonra Paris’te Latouche’un önüne romanını büyük bir bölümü bitmiş olarak koyacaktır.
Tek yeteneği keşfedilmemiş yetenekleri keşfetmek olan Latouche, Balzac’ın içindeki büyük yazarın uyanmaya başladığını hemen sezer. Ama ne kadar gerçekçi, ne kadar haklı olursa olsun, duyduğu bu güvenin ne yazık ki maddi bir karşılığı olmalıdır. Geleceğin favorisi Balzac’a “yatırım yapma”ya karar verir ve Balzac’ın maddi sorunlar yaşadığını bildiğinden, ona, henüz tamamlamadığı romanının yayın hakları karşılığında 1.000 frank önerir. Balzac’ın seçme şansı yoktur; daha önce zorlanmaksızın öylesine yazıverdiği kitaplarından bin beş yüz, hatta 2.000 frank para kazanmasına rağmen, nakit 1.000 frank önerisini reddedemez. Her zaman olduğu gibi, araya iş girdiğinde dostluk bozulur. Latouche hoş olmayan bir sürprizle karşılaşır. Balzac’ın tam kararlaştırılan günde kararlaştırılan sayıda cinayetler, duygusal diyaloglar yazarak hızlı ve çabuk iş bitiren bir işçi olmasına alışık Latouche, bu kez Balzac’ı uyarması gerektiğini fark edince öfkelenir. Balzac müsveddelerini, içi rahat olmadıkça teslim etmez. Ayrıca başka gecikmeler de söz konusu olur; nihayet müsveddeler Balzac’tan alınıp matbaaya gönderildikten sonra Balzac prova baskı üzerinde de o kadar çok düzelti yapar ki, provanın yeni baştan dizilmesi gerekir. Latouche kıyameti koparır, bu bitmek tükenmek bilmeyen düzeltmeler yüzünden zaman ve para boşa harcanmaktadır; bundan şikâyet eden son yayıncı kendisi olmayacaktır. Ancak Balzac kimsenin kendisine baskı yapmasına izin vermez. Bir zamanlar avama mahsus romanlar yazan Balzac gitmiş, onun yerine sanatçı sorumluluğu taşıyan bir Balzac gelmiştir; kendi ismini ebedi kılmaya kararlıdır, bunu kendine, Honoré Balzac ismine borçlu olduğunu şimdi ilk kez hissetmektedir; hayatı boyunca maddi borçlarına hep kayıtsız kalan Balzac, kendine karşı bu manevi borcun sorumluluğunu yoğun olarak hissetmektedir şimdi.
1829 yılının Mart ayının ortasında –henüz “de Balzac”ın değil– Honoré Balzac’ın Le dernier Chouan ou La Bretagne en 1800 (Sonuncu Şuan ya da 1800’de Bretagne) adlı eseri yayıncı Canel tarafından dört cilt halinde nihayet yayımlanır. Kitap çok başarılı olmaz, pek de şaşırtıcı bir şey değildir bu. Kitabın başlangıcına ve biçimine bakıldığında, büyük bir anlatı ustasının yetenekli kalemi kendini hissettirmektedir; olayın geçtiği yer muhteşem bir şekilde gözler önüne serilmiş, savaşlarla ilgili anlatılanlar olağanüstü bir canlılıkla sergilenmiş, General Hulot, Ajan Corentin karakterleri doğrudan hayatın kendisinden alınmıştır. Sonraları romanlarına benzersiz bir tarihî doku kazandıracak olan
politik arka planların anlamını, Balzac’ta her zaman hayranlık uyandırmış bir figür, Napoléon’un bu en güçlü rakibinin yaşamı boyunca ardına saklanmayı başardığı gölgelerin arasından çıkan Fouché figürü işler. Burada eski ucuz roman yazarını anımsatan tek şey, asıl entrikadır yalnızca.
Balzac’ın eskiden karanlık işler çeviren işverenleri için ürettiği ve kendi imzasını taşımayan baştan savma roman Le Guitariero’dan aldığı Matmazel de Verneuil, inanılmaz bir şekilde her sahnede yer almaktadır. Latouche ve Balzac’ın bütün kışkırtmalarına rağmen oldukça ılımlı yaklaşan Paris eleştiri dünyası da haklı olarak “devergondage du style”e, anlatım tarzının baştan savma olduğuna dikkat çeker ve Balzac’ın kendisi bile, yıllardır çok hızlı yazmaya alışmış kaleminin buna neden olduğunu kabul etmek zorunda kalır. Beş yıl sonra, kitabın yeniden basımı için gösterebileceği en büyük özeni göstererek üslubunu düzeltmesinin ardından “çürük ahşap döşemeyi restore ederek gönderdiği” Baron Gérard’a şunları yazacaktır: “Ne yaparsam yapayım, kalemimden, bu işe yeni başladığımın anlaşılmasından korkuyorum.” Okurlar da bu yeni Fransız Walter Scott ya da Fenimore Cooper’dan özel olarak etkilenmezler. Bütün bir yıl boyunca, o da zar zor dört yüz kırk beş kitap satılır. Her zaman olduğu gibi Balzac’a tam olarak emin olmadan güvenmeye kalkışanlar, bunun bedelini büyük bir kayıpla ödeyecektir.
Ama bir rastlantı sonucu bu başarısızlık telafi edilecektir. Balzac daha Şuanlar üzerine çalışırken, yayıncı Levasseur onu arar. Balzac’ın oturduğu yeri öğrendiği için son derece mutludur, büyük bir ciddiyetle ona, bir yıl önce bir Manuel de l’Homme d’Affaires (Tüccarın Elkitabı) için 200 frank ödediğini hatırlatır. Balzac’ın eskiden maddi sıkıntılar yaşadığı bir dönemde yazmayı kabul ettiği bir yasa kitabıdır bu. Balzac bu sözleşmeyi çoktan unutmuştur, buna karşılık Levasseur hakkını aramaya kararlıdır. Balzac çalışmasını bölmeyi ve önem verdiği romanı üzerine çalışırken böyle basit, baştan savma bir iş yapmayı istemediğinden, ona şunu önerir: Eski müsveddelerin arasında başka bir kurallar kitabı, bir ara kendi matbaasında Physiologie du Mariage (Evliliğin Fizyolojisi) başlığıyla basılmaya başlanmış bir Code Conjungal vardır. Levasseur de kabul ederse, bu eski kitabı onun için değiştirip Manuel de l’Homme d’Affaires’den kalan borcunu kapamak istediğini söyler. Hiçbir şeye sahip olmayan bu adamdan nakit para almanın imkânsız olduğunu fark eden Levasseur anlaşmayı kabul eder.
Balzac hemen işe koyulur. Kitap, eski haline oranla büyük ölçüde değişir. Balzac o yıllarda çok fazla Rabelais okumuştur ve eskiden kendine örnek aldığı Sterne’ün soğukkanlı mizahı yerine anlatımına canlılık ve ustalık kazandırır. Arkadaşı Madam de Berny ve yeni tanıştığı arkadaşı Abrantès düşesiyle ilişkisi, eğlenceli anekdotlara kaynaklık eder ve böylece zorunluluktan dolayı ve bu zorunluluk sayesinde edepsiz çelişkileri, sevimli alaycılığı ve mizahi şüpheciliğiyle tartışma yaratan, zekâ parıltıları ve esprilerle dolu ışıl ışıl bir kitap ortaya çıkar, iyi ve kötü yöndeki tartışmaların hızla kızışması sayesinde kitap kısa sürede büyük başarı kazanır. Özellikle sonraları Balzac’ın en kararlı bayraktarları olacak olan kadınlar, bunu hem çok çekici hem de çok eğlenceli bulur. Etkilendiklerini ya da öfkelendiklerini belirten mektuplar yazar, hayranlıklarını ya da kızgınlıklarını dile getirirler. Sonuç olarak ilerleyen haftalarda bütün salonlarda bu kitaptan söz edilmeye başlanmıştır. Balzac henüz zirveye çıkamamış, henüz ünlü olmamıştır, ama şunu başarmıştır: Paris’te genç yazar Mösyö Balzac’a karşı bir merak uyanmıştır artık. Davetlere çağrılmaktadır; terzisine şık kıyafetler ve gösterişli ceketler sipariş eder, Abrantès Düşesi onu, o günlerde salonu edebî eserlerin borsası sayılan Madam de Récamier’yle tanıştırır. Rakip firma Madam Sophie ve Delphine Gay’da Victor Hugo, Lamartine, Jules Janin gibi ünlü meslektaşlarıyla tanışır. Çok kısa bir süre daha sıkıntıya katlanırsa, yalnızca sevilmekle kalmayacak, hayatındaki en önemli ikinci arzusu da gerçekleşecek,
ünlü olacaktır.
Yolunu kapayan duvar henüz tamamen yıkılmamış, ama bir noktasından geçit vermeye başlamıştır. İşte böyle bir duvara çarpıp geri fırlatılmanın şiddetiyle, Balzac’ın yoğun yaratıcı gücü büyük bir hızla çağıldamaya başlar. Aynı anda hem bir tarihî roman hem de Physiologie du Mariage gibi açık saçık bir metin yaratabilen bir genç yazar olarak Paris’te kendisinden söz edilmeye başlandığından beri Balzac, “başarıdan ve teklifler”den sersemlemiş durumdadır. Ancak Balzac’a iş sipariş edenler bile, bu çok yönlü yeni sanatçının ne kadar çok ve çeşitli şey yaratabileceğinin, elde ettiği bu ilk başarıya nasıl olağanüstü bir karşılık vereceğinin farkında değildirler.
Balzac, adının henüz itibar görmediği 1830-1831 yılları arasında, edebiyat dünyasında hiç görülmediği kadar çok sayıda novella, kısa roman, gazete yazısı, eğlenceli metin, kısa öykü, tefrika ve politik yazı yazmıştır. 1830 yılında, yayımlandığı kesin olan yetmiş (büyük ihtimalle farklı adlar kullanarak başka yazılar da yazmıştır) ve 1831 yılında da yetmiş beş yayın sadece niceliksel olarak hesap edildiğinde, Balzac, düzeltmeler dahil edilmezse, günde neredeyse on altı sayfa, yani bir forma kadar yazmış olsa gerektir. Adına rastlanmayan tek bir magazin dergisi, gazete ya da dergi yok gibidir. Voleur, Silhouette, Caricature, Mode, Revue de Paris ve daha düzinelerce farklı yayında, son derece çeşitli çalışmaları bulunmaktadır. Hâlâ eski “codes”a uygun tefrika tarzında Philosophie de la Toilette’ten (Süslenmenin Felsefesi), Physiologie gastronomique’ten (Gastronominin Fizyolojisi) söz etmekte, bir gün Napoléon hakkında, ertesi gün Étude de Mœurs par les Gants (Eldivenin Geleneksel Tarihi) üzerine yazmakta, Saint Simonien et Saint Simoniste (Saint Simon ve Saint Simoncular) üzerine görüşlerinde bir filozof gibi konuşmakta ya da Opinion de mon Epicier (Tüccarımın Görüşü) üzerine açıklamalar yapmakta, Le Claqueur ya da Le Banquier üzerinde çalışmakta, Manière de faire une émeute (İsyan Çıkarma Tarzı) ve sonra yine Moralité d’une Bouteille de Champagne (Bir Şampanya Şişesinin Ahlaki Yönden İncelenmesi) ya da Physiologie de Cigare (Puronun Fizyolojisi) hakkında alaylı yazılar yazmaktadır.
Balzac’ın böylesine çok yönlü ve mizah yönlü yazılar yazması, Paris gazeteciliğinde pek de hoş karşılanmaz. İşin asıl ilginç yanı, fişekler gibi birbiri ardı sıra patlayan bu ışıltılı eserlerin arasından başyapıtların çıkmasıdır. Başlangıçta bunlar küçük formatlı başyapıtlar olsa da, kalıcılığı olmayan diğer yayınları gibi tek bir gecede ve aynı hızda yazılmış, buna rağmen bir yüzyıl boyunca akıllardan silinmemeyi başarmışlardır. Une Passion dans le Désert (Çölde Bir Tutku), Une Episode Sou la Terreur (Terör Döneminde Bir Olay), El Verdugo ve Sarrasine, kitaplarına kendi imzasını atmayan ve kimsenin tanımadığı bu yazarı birdenbire gerçek bir usta haline getirmiştir. Kaldı ki Balzac bu yolda ilerledikçe, kendini daha da rahat ifade etmeye başlamıştır. Vires acquirit eundo: İlerledikçe içindeki güçler yükselir. Paris sosyetesinden kesitler içeren Étude de Femme (Kadın Üstüne İnceleme), Otuz Yaşındaki Kadın ve La Paix du Ménage (Aile Huzuru) ile yeni bir kadın tipi, evliliğinde tüm beklentileri boşa çıkmış ve hayalleri yıkılmış, eşinin umursamazlığı, soğukluğu karşısında bilinmeyen bir hastalığa yakalanmışçasına sararıp solan “anlaşılamamış kadın” tipini yaratır. Bugün bize pek gerçekçi görünmedikleri, nesnel karşılıkları olmadığı için fazla süslü püslü gelen bu duygu yüklü anlatılar, büyük bir hayran kitlesi kazanır. Fransa’da ve tüm dünyada yanlış anlaşıldığını düşünen, hayal kırıklığı yaşayan binlerce, on binlerce, yüz binlerce kadın, Balzac’ta ilk kez hastalıklarının adını koyan bir doktor keşfeder. Sadece “otuz yaşındaki kadın”ların değil “kırk yaşındaki kadın”ların da, hatta en çok bu yaştaki kadınların sevgiyi hak ettiğini, çünkü onların her şeyi bildiklerini ve anlayabildiklerini söylediği için, bu kadınlar, sevgiden kaynaklanan her türlü hatayı affeden Balzac’ın kendilerini herkesten daha çok anladığını
düşünürler. Devletin yasalarına ve toplumsal ahlaka ters düşen her türlü yanlış davranışa karşı onları savunan bir avukat olur Balzac. Sayısız Madam de d’Aiglemont, Balzac’ın ideal karakterlerinde kendini bulur. 1830 Nisanı’nda yayımlanan Scènes de la Vie privée’si sadece Fransa’da değil, İtalya, Polonya ve Rusya’da da aynı derecede hayranlık uyandırır ve “otuz yaşındaki kadın” sözüyle bütün dünyada kadınlar için yeni bir aşk yaşı ilan eder.
Ancak onun anlattığı âşıklardan hareketle sadece kendine acımakla kalan narsist kadın okurlarından daha yüksek bir mercide bulunanlar bile, ucuz edebiyatın karanlık kafesinden fırlayan bir aslan gibi edebiyat camiasının orta yerine düşen bu yazarın çok yönlülüğü ve yoğunluğu karşısında hayrete düşecektir. Çoktan ün kazanmış çağdaşlarından neredeyse hiçbiri, Kırmızı Han gibi bir anlatının az ama öz olan tasvir gücüne erişemez; yeteneğinin büyüklüğüyle ilkin hayranlık uyandırdıktan sonra Balzac, Bilinmeyen Başyapıt’la da dehasının tüm derinliğini gösterir. Özellikle de sanatçılar, sanatın en derin sırrı olan kusursuzluk dürtüsünün asla böyle olağanüstü trajik boyutlara vardırılmayacağını hissetmiştir. Balzac’ın dehasının bütün yüzleri, her biri küçük ve sınırlı bir yüzeyde olmak üzere içlerindeki ışığı tek tek yansıtmaya başlamıştır; ancak Balzac’ın seviyesinin asıl göstergesi doluluğu, çeşitliliği ve yayıldığı geniş düzlem olacaktır her zaman. Onun ölçülere sığmayan ölçüsünü ancak bütün kuvvetlerinin toplamı verebilir.
Balzac ilk kez, ilk gerçek romanı Tılsımlı Deri’de gücünün nerelere ulaşabileceğini hissettirir; çünkü bu romanda Balzac’ın gelecekteki hedefinin izlerine rastlamak mümkündür: Sefalet ve zenginliği, yokluk ve israfı, dâhileri ve burjuvaziyi, yalnızlıkların Parisi ve salonların Parisi’ni, paranın iktidarı ve insanların başını döndürme gücüyle birlikte en üst tabakasından en alt tabakasına kadar bütün bir toplumun kesitini yansıtan bir romandır bu. Balzac’ın içindeki büyük gözlemci ve keskin görüşlü eleştirmen, duygusal romantik adamın arzularına karşı onu hakikate bağlanmaya zorlamaktadır. Binbir Gece Masalları’ndan bir Şark hikâyesini 1830’ların Paris’ine aktarmaya girişen Tılsımlı Deri’nin planı henüz romantiktir. Lüksü aşka yeğleyen erişilmez Kontes Fedora ile sınır tanımayan bir fedakârlıkla sevme gücüne sahip Pauline figürlerinin de romantik olduğu söylenebilir belki. Ancak asıl gerçekçi olan, çağdaşlarını dehşete düşüren içki âleminin anlatım biçimi ve öğrencilik yıllarının doğrudan Balzac’ın kendi yaşamından kesitlerle tasviridir. Doktorların tartışmaları, felsefesi artık sadece salon sohbetleri değildir, sözcüklerde biçim kazanmış, incelmiş karakterlerdir. Boş denemeler ve arayışlarla geçen on yılın ardından Balzac asıl mesleğini keşfetmiştir: Kendi çağının tarihçisi; kimi zaman Paris, kimi zaman Fransa, kimi zaman da dünya adını alan o devasa organizmanın psikoloğu ve fizyoloğu, ressamı ve doktoru, avukatı ve şairi olacaktır, ilk olarak olağanüstü büyük bir çalışma gücüne sahip olduğunu keşfettikten sonra, şimdi de en az birincisi kadar önemli bir keşif yapmış, bu gücü nereye yönelteceğini anlamıştır; böylece Balzac kendisini bulmuştur. O âna dek sadece kendi içindeki patlamalarla yoğunlaşmış ve kozmik bir yol üzerinden onu çağdaşlarının içinde bulunduğu bulanık karmaşanın ötesine taşıyacak karşı konulmaz bir güç hissetmiştir.
Peşinden gidilmesi gereken çağrılar vardır ve işte karşı konulmaz tuhaf bir güç beni ileriye, şöhrete ve güce doğru sürüklüyor.
Ancak Werther ve Götz von Berlichingen’in başarısından sonra bile Goethe eşsiz yeteneğinin edebiyat olduğundan ne kadar az eminse, Balzac da Tılsımlı Deri’ye kadar, hatta sonrasında da gerçek uğraşısının edebiyat olduğundan o kadar az emindir. Balzac aslında, dehasını her biçimde ortaya koyabilecek o büyük dehalardandır; ikinci bir Mirabeau, bir Talleyrand, ikinci bir Napoléon, büyük bir dolandırıcı, bütün resim tüccarlarının kralı, en usta spekülatör olabilecek güçtedir. Bu nedenle de gençliğinde, edebiyat
konusunda özel bir yeteneği olduğunu hissetmemiştir ve onu çok iyi tanıyan Gautier, belki de şunları söylemekte hiç haksız değildir:
Aslında edebiyata yeteneği yoktu. Düşünceleri ile bunları ifade ettiği biçim arasında büyük bir uçurum vardı. Özellikle başlarda kendi bile bu uçurumu aşma konusunda ümitsizdi.
Edebiyat eserleri yaratmak onun için ne bir zorunluluktu ne de yüklendiği bir misyondu. Yazmayı sadece isteklerini gerçekleştirmek, para ve şöhret kazanıp dünyaya hâkim olabilmek için değerlendirebileceği sayısız olanaktan biri olarak görüyordu.
Önemli biri olmak istiyordu ve hedefine, elektrikten daha güçlü olan enerjisini durmaksızın dışa vurarak ulaştı.
Balzac’ın gerçek dehası iradesinde saklıydı. Bu iradenin enerjisini tam da edebiyatın özüne boşaltmasına rastlantı da denebilir, yazgı da. İlk kitapları dünyanın her köşesinde okunduğu ve seksen bir yaşındaki Goethe bile Eckermann’a bu üstün yetenek karşısında duyduğu hayranlığı dile getirdiği sırada, dergiler ve gazeteler de bir yıl öncesine kadar hor görülen kalemiyle,
Posta ücreti, bir omnibüs bileti benim için korkunç harcamalar ve ben giysilerim yıpranmasın diye dışarı çıkmıyorum,
diye yazan Balzac’ı büyük paralar karşılığında kendi taraflarına çekmeye çalışıyordu. Ama bütün bunlar Balzac’ı yetenekli bir yazar olduğuna ikna edememiştir. Edebiyatı hâlâ zorunlu tek olasılık olarak değil, aksine kendini ortaya koymanın farklı olasılıklarından biri olarak görmektedir. 1832 yılında annesine şöyle yazmıştır:
Yazar olarak, politikacı olarak, gazeteci olarak, evlenerek ya da piyasada büyük bir vurgun yaparak er ya da geç servet sahibi olacağım.
Uzun bir süre boyunca politikaya karşı konulmaz bir ilgi duyar Balzac, ta içinde hissettiği insanları etkileme gücünü, en uygun zamanı kollayarak daha hızlı bir biçimde kullanmak daha iyi olmayacak mıdır? Temmuz 1830 devrimiyle iktidar yeniden burjuva sınıfının eline geçmiştir; şimdi devir, enerji dolu genç insanların devridir. Meclis üyeleri, tıpkı Napoléon döneminde yirmi beş otuz yaşındaki bir albay gibi hızla yükselebilmektedir artık. Bir süre boyunca Balzac, edebiyatı politika için feda etmeye neredeyse kararlıdır. Kendini “politik hırsların fırtınalı atmosferi”ne bırakır ve sadece iktidar sahibi olabilmek, vivre la vie du siècle même (çağına uygun bir yaşam sürebilmek) üzere, sorumluluk alıp yönetim yetkisine sahip olabileceği bir mevkide bulunabilmek için Cambrai ve Fougères’den meclis üyeliğine adaylığını koyar. Seçmenler daha gayretli olsalardı, böylesine hırslı olan Balzac başka bir doğrultuda ilerleyecekti belki de. Thiers yerine Fransa’nın politik lideri o olacak, hatta belki de yeni bir Napoléon olacaktı.
Neyse ki her iki bölgede de seçmenler başka adayları seçer de böylece geriye tek bir tehlike kalır: “Bir kadın ve servet” bulması, bütün hayatı boyunca arayacağı o “çok zengin dul kadın”ı bulma tehlikesi. Böyle olsaydı eğer, Balzac’ın içindeki olağanüstü çalışkan işçi değil, sefahat düşkünü adam ortaya çıkardı; çünkü Balzac’ın –kendisi henüz farkında olmasa da– büyük bir çaba gösterebilmesi için, büyük bir baskı altında olduğunu hissetmesi gerekmektedir. Bir dulun 30.000 ya da 50.000 franklık maaşı için Balzac, köleler gibi çalışmak yerine, her zaman, hatta şöhretin keyfini sürdüğü dönemlerde bile kendini burjuva yaşantısına satabilecek biridir.
Huzurlu bir ev yaşantısı bana yeter de artar bile,
diye itiraf eder hep aceleci olan bu adam arkadaşı Zulma Carraud’ya ve ona köyde yaşama ve sadece zevk için arada sırada bir kitap yazma hayalini anlatır.
Ancak Balzac’ın en büyük arzularında baskın çıkan kader, onun bu yersiz sevincin keyfini sürmesine olanak tanımaz, çünkü Balzac’tan çok daha fazlasını beklemektedir. İyi bir siyaset kafasına sahip bu adamın, yeteneğini bir devlet bankasında harcamasına engel olur, tüccar Balzac’ın piyasada spekülasyonlar yaparak hayal ettiği serveti kazanma şansını onun elinden alır, peşinden koştuğu zengin dulları da elinden kaçırmasını sağlar. Başlangıçta gazeteciliğe duyduğu yoğun tutku, her türlü gazete yazısından tiksintiye ve nefrete dönüşür; bütün bunların hepsi de onu sadece çalışma masasına döndürebilmek, oraya kenetlenmesini sağlayabilmek için gerçekleşir; böylece Balzac’ın dehası meclisin, borsanın, savurganlıkla geçen bir yaşamın dar sınırları içinde değil, tüm dünyada hâkimiyet kurabilecektir. Tüm acımasızlığıyla kader, yaşama sevinciyle dolu, sevgi, güç ve özgürlüğü ölçüsüzce arzulayan bu adamı hep işinin başına dönmeye zorlayacak, her yeni başlangıca engel olacak, her kaçış denemesinin ardından onu iki kat daha ağır zincirlerle bağlayacaktır. Balzac, üzerine nasıl bir yük, ne kadar yıpratıcı bir görev aldığını daha şöhretinin başında sezmiş olsa gerektir. Karşı koymuş, bu görevden kaçmaya çalışmıştır. Kendisini bir hamleyle bu hapishaneden kurtaracak mucizeyi her zaman bekleyecek, spekülasyonlarla vurgunlar yapmayı, zengin bir kadınla karşılaşmayı, kaderinin sihirli değnek değmişçesine değişmesini hayal edecektir durmadan. Ancak bu kaçış hakkı ona bahşedilmediği, aksine yaratmakla yükümlü olduğu için, sahip olduğu o olağanüstü enerji o güne kadar edebiyatta hiç görülmeyen boyutlarda etkili olmak zorunda kalacaktır. Ölçüsü ölçüsüzlük, sınırı sınırsızlık olacaktır. Henüz işin başındayken bile, içinde çağlayan o yoğunluğu, o aşırı yoğunluğu düzenlemek zorunda olduğunun, bunu ancak bu yolla kendine ve başkalarına görünür kılabileceğinin farkındadır. Söz konusu olan edebiyatsa, her şey öyle rastgele yan yana sıralanmamalı, aşamalardan oluşan planlı bir sıra izlenmeli, dünyevi tutku ve yaşam biçimleri belli bir hiyerarşiye oturtulmalıdır. Daha ilk romanını bir arkadaşına yolladığında bile, içine şunları yazmıştır Balzac:
Eserimin genel planı oluşmaya başlıyor.
Aklına çok yaratıcı bir fikir gelmiştir; bir kitaptan diğerine geçerken yarattığı karakterleri tekrar ele alacak ve bu karakterlerin geçirgenliği sayesinde tüm sosyal konumları, meslekleri, düşünceleri, duyguları ve bağlantıları kapsayan bütünlüklü, şiirsel bir dönem tarihi yazacaktır. Böylece Romans et Contes philosophiques’in (Romanlar ve Felsefi Öyküler) önsözünde, Philarète Chasles aracılığıyla okurlarını buna hazırlar. Çağın kapsamlı bir tablosu planlanmıştır ve bu kitap birbirini tamamlayacak bir dizi freskin daha sadece ilk eseridir. Yazar, abartılı bir hayal gücüne sahip, egoist dürtüleri baskın insanlardan oluştuğu için bir çöküş dönemi olarak gördüğü bu çağın toplumu ve medeniyetinin bir resmini çizmeyi kendine görev edinmiştir. Yazarın paletindeki renkleri karıştırarak nasıl hep yeni renkler elde ettiğini… toplumun her basamağını sırasıyla nasıl anlattığını herkes görecektir. Yazar, karakterleri birbiri ardı sıra karşımıza çıkarmaktadır: Çiftçiler, dilenciler, çobanlar, memurlar, milletvekilleri, hatta kralın kendisini ya da rahibi bile anlatmaktan çekinmeyecektir.
Balzac’ın içindeki sanatçı ortaya çıkınca, büyük İnsanlık Komedyası hayalinin de zamanı artık gelmiş demektir ve yirmi yıl sürecek dur durak bilmez, benzersiz bir çalışma, bu hayale biçim verebilmek için ancak yeterli olacaktır.
- 1793’ten 1796’ya kadar süren ve yaklaşık 500000 kişinin ölmesine yol açan karşı devrimci ayaklanma. (Ç.N.)
STEFAN ZWEIG
BALZAC
BİR YAŞAMÖYKÜSÜ
BİYOGRAFİ
Almanca aslından çeviren
Şebnem Sunar – Yeşim Tükel Kılıç
Can Yayınları