Dünya edebiyatına binlerce mizahi kısa hikâye ve edebiyat tarihinin unutulmaz kahramanlarından biri olan Şvayk’ı armağan etmiş bir alaycı yergiler ustasıdır Yaroslav Haşek. Şvayk Karakolda da bu muzip yazarın, bu “sempatik serseri”nin o ince alaycılığıyla kaleme aldığı pek çok kısa hikâyesini bir araya getiriyor.

Ünlü Çek yazarı Yaroslav Haşek’in hikâyelerinin hep bir mizah unsuru barındırmasının ve neredeyse hepsinin bizzat yazardan ve yazarın başından geçmiş şaşırtıcı ama gerçek olaylardan izler taşımasının yanı sıra, bir ortak özelliği daha vardır: Bu özellik, her bir hikâyenin daima gerek toplumsal gerekse politik bakımdan bir eleştiri, bir yergi içermesidir.

Haşek’in hicvetme konusunda âdeta birbiriyle yarışan eşsiz öykülerinden oluşan Şvayk Karakolda, Hasan Âli Ediz’in usta işi çevirisiyle Yordam Edebiyat’ta.

OKUMA PARÇASI

ŞVAYK KARAKOLDA
SARAYEVO suikastı, Emniyet Müdürlüğünü birçok kurbanla
doldurdu. Bunları, birbiri peşinden Emniyet Müdürlüğünün nezarethanesine getiriyorlardı. Nezarethanenin amiri olan ihtiyar
polis komiseri, gelenleri babacanca bir homurtu ile karşılıyordu.
“Şu Ferdinand da size pahalıya oturacak ha!”
Şvayk’ı, birinci kattaki birçok odalardan birine tıktıkları
zaman, odada altı kişi vardı. Bunlardan beşi bir masanın etrafına toplanmıştı. Orta yaşlı bir adam olan altıncısı ise âdeta
ötekilerden uzaklaşmak istiyormuş gibi bir başına köşedeki
karyolalardan birine oturmuştu. Şvayk, birbiri ardınca hepsine,
buraya niçin getirildiklerini sordu. Masanın başında oturmakta
olan beşinden de aşağı yukarı şu aynı cevabı aldı:
“Sarayevo işinden ötürü.”
“Ferdinand’dan ötürü.”
“Avusturya veliahtının öldürülmesi ile ilgili olarak.”
“Ferdinand’dan ötürü.”
“Sarayevo’da Avusturya veliahtını öldürdükleri için.”
Masanın başındaki beş kişiden ayrı olarak oturmuş olan altıncısı ise, soymak için adam öldürmeye kalkıştığını, kendisinden de şüphelenmesinler diye bu beş kişi ile bir ilişik kurmak
istemediğini söyledi. Şvayk, buraya nasıl düştüklerini belki de
onuncu seferdir anlatan suikastçılar grubunun yanına oturdu.
Birinden başka hepsi de ya meyhanede ya birahanede ya da
kahvehanede yakalanmışlardı. Bunların içinden yalnız gözleri
ağlamaklı, gözlüklü, çok şişman biri evinde yakalanmıştı. Onu,
Sarayevo cinayetinden iki gün önce, Barişki Meyhanesinde,
16

Teknik Üniversite öğrencilerinden iki Sırp gencinin içki parasını ödediği için yakalamışlardı. Daha sonra onu, Milli Emniyet
ajanlarından Briski, sarhoş bir halde, yine o Sırp gençleriyle bir
arada, bir başka lokalde, Tsepnaya Caddesindeki Montmartre
Lokalinde görmüştü. Kendisi, imzaladığı zabıtta da kabul ettiği
üzere, bu gençlerin bu lokantadaki masraflarını da ödemişti.
Bu zat, ilk götürüldüğü polis karakolunda, kendisine sorulan bütün sorulara yüksek sesle, hep şu basmakalıp cümleyi
tekrarlamıştı:
“Benim bir kırtasiye dükkânım var.”
Kendisine hep:
“Bu seni haklı çıkarmaz!” demişlerdi.
Masa başında oturanlardan ikincisinin de meyhanede başı
derde girmişti. Bu, kısa boylu bir tarih öğretmeni idi. Meyhane
sahibine, tarihteki önemli suikastların bir tarihçesini yaparken
kendisini yakalamışlardı. Tarih öğretmeni tam da o sırada, düşüncesini şöyle özetliyordu:
“Suikast düşüncesi, tıpkı Kristof Kolomb’un yumurtası kadar
basittir.”
Karakolda sorgusu yapılırken, polis komiseri, onun yaptığı
özetlemeyi şu sözlerle tamamlamıştı:
“Sizi hapishanenin beklemesi kadar basittir.”
Üçüncü suikastçı, Dobrolüb adlı hayırsever bir derneğin
başkanı idi. Sarayevo’da suikastın yapıldığı gün, Dobrolüb
Derneği üyeleri, çalgılı bir kır gezintisine çıkmışlardı. Dernek
üyeleri kırda çalgı çalarak gülüp eğlenirlerken, bir jandarma
çavuşu yanlarına gelmiş, bütün Avusturya’da yas ilan edildiği
için hemen eğlentiye son vermelerini emretmişti. Dernek başkanı
babacan bir eda ile:
“Bir dakikacık izin verin,” demişti. “Şimdi mızıka ‘Hey Slavlar!’ şarkısını çalacak. Onu çalsın, hemen eğlentiyi paydos ederiz!”
Şimdi bu zat, başını önüne eğmiş bir halde oturuyor, kendi
kendine söyleniyordu.
17

“Ağustos’ta derneğin kongresi yapılacak! Şayet bu kongrede bulunmazsam beni dernek başkanlığına seçmezler. On yıldır üst üste dernek başkanlığına hep beni seçiyorlardı. Tekrar
seçilmezsem, bu felakete katlanamam.”
Merhum Ferdinand, dördüncü suikastçıya yaman bir oyun
oynamıştı. Doğru sözlü, doğru özlü, şövalye yaradılışlı bir
kişi olan bu suikastçı, tam iki gün, Ferdinand ile ilgili bütün
konuşmalardan kaçınmştı. Üçüncü günün akşamı bir kahvehanede arkadaşlarıyla kâğıt oyunu oynarken el ona gelmiş, o da:
“Yedinci el, Sarayevo’daki gibi!” sözlerini ağzından kaçırıvermişti.
Avusturya veliahtının öldürülüşüyle ilgili olarak
yakalandığını söyleyen masanın başındakilerden beşincisi, hâlâ
öylesine bir dehşet içinde idi ki, kabarık saçları, çok tüylü İngiliz
Pincher köpeklerini andırıyordu. Yakalandığı birahanede Ferdinand ile ilgili olarak ne bir söz söylemiş ne de suikastla ilgili bir
gazete okumuştu.
Masasında bir başına otururken, tanımadığı biri gelip karşısına çökmüş ve damdan düşer gibi hemen:
“Okudunuz mu?” diye sormuş.
“Hiçbir şey okumadım.”
“Duydunuz mu?”
“Hayır, hiçbir şey duymadım.”
“Biliyor musunuz ne oldu?”
“Hayır, bilmiyorum. Hem, genel olarak, olup bitenler beni ilgilendirmez!”
“Ama bu olayın sizi ilgilendirmesi gerek.”
“Neyin beni ilgilendirmesi gerektiğini bilmiyorum. Ben puro
içer, birkaç duble bira yuvarlar ve yemek yerim. Gazeteleri hiç
okumam. Çünkü gazeteler yalan söyler. Sinirlerimi ne diye bozayım?”
“Sarayevo’daki cinayet de sizi ilgilendirmez mi?”
18

“Beni hiçbir cinayet ilgilendirmez. Bu cinayet ister Prag’da ister Sarayevo’da ister Londra’da olsun. Benim için fark etmez. Bu
işle ilgili müesseseler var, mahkemeler var, polis var. Herhangi
bir yerde birini öldürmüşlerse, demek öyle olması gerekiyormuş.
Budalalık edip de kendini öldürtmeseydi.”
Bu zat, bu son sözlerle konuşmasını kesmek zorunda kalmış.
Bundan başlayarak da her beş dakikada bir yüksek sesle:
“Benim hiçbir suçum yok! Ben suçsuzum!” demeye başlamış.
O, bu sözleri, Emniyet Müdürlüğünün kapısında da bağıra
bağıra tekrarladı. O, bu sözleri, Prag Ağır Ceza Mahkemesinde
de tekrarlayacaktır. Yine bu sözlerle, hapishanedeki hücresine
girecektir.
Şvayk, bütün bu korkunç suikast olaylarını dinledikten sonra
oradakilerin hepsine durumlarının ümitsizliğini anlatmayı uygun buldu:
“Bizim hepimizin hali harap,” gibi avutucu laflarla söze başladı.
“Bu işten hiçbirinize, yani hiçbirimize zarar gelmeyeceğini
düşünmeniz tamamıyla saçmadır. Biz polise niçin maaş veriyoruz? Uzun dillerimizden ötürü bizi cezalandırsın diye değil mi?
Mademki veliahtların öldürülmesi gibi korkunç bir devir gelip
çatmıştır, bizi yakalayıp Emniyet Müdürlüğüne getirmiş olmalarına hiç şaşmamalıyız! Bütün bunlar, çevrede etki uyandırmak
için, cenaze töreninden önce Ferdinand’a reklam olsun diye yapılıyor. Burada ne kadar çok olursak bizim için o kadar iyidir.
Çünkü daha çok eğlenmiş oluruz. Ben askerken, bir gün böyle
bölüğün yarısını içeri tıkmışlardı. Değil yalnız askerî mahkemelerde, sivil mahkemelerde de ne kadar suçsuz insan mahkûm
olmuştur. Çok iyi hatırlıyorum, kadının birini yeni doğurduğu
ikizlerini boğmakla suçlayıp mahkûm etmişlerdi. Oysa kadın,
ikizleri öldürmesine imkân olmadığını, çünkü ikiz değil bir kız
çocuğu doğurduğunu, bunu da boğmuş olduğunu söylediği halde, kimse kadının gözünün yaşına bakmadı. Kadın, iki kişiyi
öldürmekten ceza yedi. Ya da Noel gecesi çerçi dükkânına giren
19

şu çingeneyi alalım. Adamcağız ısınmak için oraya girdiğine yemin ettiyse de kimse sözüne inanmadı. Adaletin eline düştün mü
hapı yuttun demektir. Bu kaçınılmaz bir fenalıktır. Ama şunu da
kabul etmeliyiz ki bütün insanlar sanıldığı kadar kötü değildir.
Lakin, namuslu bir insanı hergele bir insandan nasıl ayırt edebilirsiniz? Özellikle Ferdinand’ı öbür dünyaya gönderdikleri
bir sırada… Ben askerde iken bir gün, atış alanında bir köpeği
öldürmüşlerdi. Meğer köpek bizim yüzbaşınınmış! Yüzbaşı
bunu haber alınca, hemen bizi topladı, soldan saydırarak, her
onuncuyu birer adım dışarı çıkardı. Anlayacağınız üzere, ben de
onuncu idim. Esas vaziyetinde duruyor, hiç kımıldamıyorduk.
Yüzbaşı, önümüzde dolaşıyor ve avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
‘Serseriler! Haydular! Hergeleler!.. Bu köpek yüzünden topunuzun akıbetini meçhul kılacağım! Hepinizi kurşuna dizdirmeli!
Size merhamet caiz değil! Hepinize iki hafta izinsizlik cezası veriyorum!’ Görüyorsunuz ya! O gün söz konusu olan bir köpekti,
şimdi koskoca bir veliaht! Ortalığın gözünü korkutmak lazım ki
cenaze töreni daha fiyakalı olsun!”
Saçları kabarık adam:
“Ben suçsuzum, ben suçsuzum,” deyip duruyordu.
“Hazreti İsa da suçsuzdu ama gene de çarmıha gerildi. Hiçbir
yerde, hiçbir zamanda, hiçbir kimse suçsuz adamın alın yazısıyla
ilgilenmemiştir. Askerde iken bize, ‘Ağzını kapa, vazifeni yap!’
derlerdi. Bundan iyisi de yok!”
Şvayk karyolaya uzandı, günahsız bir insan gibi uyudu. Bu
arada yeniden iki kişi daha getirdiler. Bunlardan biri Bosnalı idi.
Boyuna odanın içinde dolaşıyor, dişlerini gıcırdatıyor, durmadan
küfrediyordu. Yakalandığı zaman elinden alınan işportasının,
içindeki mallarla kaybolmasından korkuyordu.
Gelenlerden ikincisi, Şvayk’ın dostu birahaneci Palivets’ti.
Ahbabı Şvayk’ı görünce onu uyandırdı. Acıklı bir sesle:
“Gördün mü Şvayk, beni de getirdiler,” dedi.
Şvayk, candan bir sesle ahbabının elini sıkarak:
20

“Çok sevindim,” dedi. “O adamın sözünü tutacağını zaten
biliyordum. Seni almaya geleceğini vaat etmişti. Tabii sözünü
tutması gerekirdi.”
Palivets bunun tam tersini düşünüyordu. Bu biçim sözleri
tutmanın beş para bile değeri olmadığını söyledi. Sonra Şvayk’ın
kulağına eğilerek, yavaşça öteki tutukluların hırsız olup olmadıklarını sordu. Çünkü böyle bir şey, bir tüccar olmak sıfatıyla,
onun için zararlı olabilirdi.
Şvayk, soymak için adam öldürmeye kalkışan birinden başka,
buradakilerin hepsinin veliaht yüzünden yakalandıklarını anlattı. Bu cevap Palivets’in onuruna dokundu. Kendisinin, kıtipiyoz bir veliaht yüzünden değil, doğrudan doğruya imparator
yüzünden buraya getirildiğini söyledi. Bu sözler, oradakilerin
hepsini ilgilendirdi. Bunun üzerine Palivets, sineklerin imparator hazretlerinin üzerine nasıl pislediklerini anlattı:
“Efendim,” dedi, “dün birahaneme sivil bir polis geldi. Şuradan
buradan konuşurken gözü yerde bir kenarda durmakta olan İmparator Fransuva Jozef Hazretlerinin resmine ilişti. ‘Bu resmin
burada işi ne? Niye duvardaki yerinde durmuyor?’ diye sordu.
Ben imparator hazretlerinin suratına sineklerin pislediğini, sinek
boku içindeki bir resmin duvarda durmasının uygun olmayacağını düşünerek bir kenara koyduğumu söyler söylemez bir kızılca kıyamettir koptu. İşte beni bunun için buraya getirdiler. Ama
beni hapishaneye düşüren o sineklerin alacağı olsun!..”
Şvayk yine uykuya yattı, ama fazla uyuyamadı. Çünkü onu
sorguya çağırmışlardı.
Şvayk, Birinci Şubenin merdivenlerinden tırmanırken,
çektiği acının farkında bile olmadan, haçını sırtında şikâyetsizce
Golgota’ya* taşıyordu. Merdivenlerde, “Yere tükürmek yasaktır!” yazısını okuyunca, yanındaki polisten, tükürük hokkasına
tükürmek için izin istedi. Yüzü saflığından pırıl pırıl yanarak:

* Hıristiyan inancına göre, Kudüs yakınlarında, İsa’nın çarmıha gerildiği dağın adı.
–çev.
21

“Cümlenize iyi akşamlar baylar, her birinize ayrı ayrı iyi
akşamlar!” sözleriyle sorgunun yapıldığı odaya girdi.
Cevap yerine, birisi boş göğsüne bir yumruk indirdi ve onu
bir masaya doğru itti.
Masanın başında, neredeyse şimdi Lombrozo’nun Cani Tipleri kitabının sayfaları arasından fırlamış, bakışlarında yabancı
bir sertlik okunan, soğuk memur suratlı biri oturuyordu. Sert
bakışlarıyla Şvayk’ı süzdükten sonra:
“Aptallık numarası yapma!” dedi.
Şvayk, çok ciddi:
“Zaten böyle bir şey düşünmüyorum,” dedi. “Ben resmen aptalım. Aptallığımdan ötürü askerlikte beni çürüğe çıkarmışlardı.
Özel bir komisyon beni aptal olarak kabul etti. Ya, işte böyle
efendimiz.”
Cani suratlı adam dişlerini gıcırdattı:
“İşlediğiniz suçlarla ilgili olarak size yöneltilen suçlamalar,
tamamıyla sağlıklı olduğunuzu ispatlıyor!”
Bu sözlerden sonra, cani suratlı adam, hükümeti devirme suçundan başlayarak, imparator hazretlerine ve hanedan üyelerine hakarette bulunmak suçlarına varıncaya kadar
Şvayk’ın işlediği çeşitli suçları saydı. Bu suçların başında, Veliaht
Ferdinand’ın öldürülmesini uygun bulma ve bununla ilgili başka
suçlar gelmekteydi. Bütün bu suçlar, genel bir yerde işlendiğine
göre, araya kışkırtma suçu da girmekteydi.
Sert bakışlı adam:
“Eee, bütün bunlara ne diyeceksiniz bakalım?” diye sordu.
Saf bir eda ile Şvayk:
“Bu kadarı yetmez mi?” dedi. “Her şeyin fazlası zarar.”
“Demek kabul ediyorsunuz?”
“Ben hepsini kabul ediyorum. Sertlik gerek. Sert olmadan hiç
kimse, hiçbir şey elde edemez! Mesela ben askerken…”
Odanın bir başka masasında oturmakta olan bir polis komiseri:
22

“Çeneni kapa!” diye bağırdı. “Ancak size sorulduğu zaman
konuşabilirsiniz! Anladınız mı?”
Şvayk:
“Anlamaz olur muyum efendim? Yüksek müsaadenizle arz
edeyim ki hepsini anlıyorum. Hem, söylediğiniz her şeyi dikkate
alacağım!”
“Kiminle düşüp kalkıyorsunuz?”
“Hizmetçi kadınla, yüksek efendimiz.”
“Onu demek istemiyorum. Politik çevrelerden tanıdığınız
kimse yok mu?”
“Olmaz olur mu, yüksek efendimiz? Her gün Milli Politika
gazetesinin akşam sayısını alıyorum.”
Yabani suratlı adam:
“Çık dışarı ulan!” diye kükredi.
Şvayk’ı odadan çıkarırlarken:
“İyi geceler, yüksek efendimiz,” dedi.
Odasına dönen Şvayk, oda arkadaşlarına, bunun bir
kovuşturma olmayıp bir komedya olduğunu söyledi.
“Biraz bağırıp çağırıyorlar, sonra da kapı dışarı koyuyorlar,”
dedi ve sözlerine şunu ekledi: “Eskiden daha kötü imiş. Bir kitapta
okumuştum. Sanıklar suçsuz olduklarını ispatlamak için ya kızgın demirler üzerinde yalınayak yürümek ya da eritilmiş kurşun
içmek zorunda kalırlarmış. Suçu kabul etmeyenlerin, her şeyi
söylemeyenlerin ayaklarını İspanyol cenderesine sokuyorlarmış.
Bu duruma düşenler, sanki vücutlarından et koparıyorlarmış
gibi korkunç çığlıklar atarlarmış. Bu çığlıklar, adam su geçmez
bir çuvalın içinde Eliskin Köprüsünden suya atılıncaya kadar
sürermiş. Bu çok korkunç bir şeymiş!.. Sonra adamı ya dörde
bölerler ya müzenin yanında kazığa geçirirlermiş. Sanıkları, açlıktan ölmek üzere bir çukura attıkları zaman, bu cezaya
çarptırılanlar âdeta dünyaya yeniden gelmiş gibi olurlarmış.
Şimdi hapishanede yatmak ne ki? Adamı ne dörde bölüyorlar
23

ne de kazığa geçiriyorlar. Karyolamız var, masamız var, iskemlemiz var… Birbirimizi rahatsız etmiyoruz. Çorbamızı veriyorlar, ekmeğimizi veriyorlar… Suyumuzu getiriyorlar… Hela burnumuzun dibinde… Her şeyde bir ilerleme var. Gerçi sorguya
çekildiğimiz yer biraz uzakça… Üç merdiven tırmanmak gerekiyor. Ama neme lazım, merdivenler pek temiz ve hareketli… Biri
aşağı inerken biri yukarı çıkıyor. İhtiyarı, genci, kadını, erkeği,
hepsi var. Yalnız olmadığı için insan bayağı seviniyor. Herkes kendi yolunca rahat rahat gidiyor. Sorgu sırasında, ‘Dörde
bölünmek mi, yoksa ateşte yakılmak mı istiyorsun?’ gibi bir
soru ile karşılaşmak korkusu da yok. Bunlardan birini seçmek,
herhalde o kadar kolay bir şey olmasa gerek… Öyle sanıyorum
ki, bu durumda çoğumuza inme inerdi. Evet, şimdi şansımıza,
koşullar çok daha iyi…”
Şvayk, şimdiki hapishane rejiminden yana çektiği söylevi
henüz bitirmişti ki, nöbetçi polis kapıyı açtı ve seslendi:
“Şvayk, sorguya gideceksiniz, giyinin!”
Şvayk:
“Şimdi giyinirim,” cevabını verdi. “Buna karşı hiçbir sözüm
yok. Yalnız, işin içinde bir yanlışlık olmasından korkuyorum.
Az önce sorgu sırasında beni kovmuşlardı. Sonra, arkadaşlarım
bu gece bir sefer olsun sorguya çekilmedikleri halde ben ikinci
defadır sorguya çekiliyorum. Bundan ötürü arkadaşlarımın darılmasından korkuyorum. Haksızlık ettiğimi söyleyebilirler…”
“Gevezeliği bırakın da dışarı çıkın!”
Şvayk, kendini yine o cani suratlı adamın karşısında buldu. Cani suratlı adam, bir başlangıca filan lüzum görmeden,
doğrudan doğruya:
“Hepsini kabul ediyor musunuz?” diye sordu.
Şvayk, saflık dolu mavi gözlerini merhametsiz adama dikerek
yumuşak bir sesle:
“Yüksek efendimiz, benim hepsini kabul etmemi istiyorsanız, kabul ediyorum. Bana bundan bir zarar gelmez. Ama siz,
24

‘Şvayk, hiçbir şeyi kabul etmeyiniz!’ derseniz, ben son nefesime
kadar direnir, hiçbir şeyi kabul etmem.”
Sert görünüşlü adam zaptın altına bir şeyler karaladı. Sonra
kalemi Şvayk’a uzatarak imza etmesini söyledi.
Şvayk, kendisine uzatılan zaptı, “Bana karşı yöneltilen bütün
suçlamaların doğruluğunu kabul ediyorum, Jozef Şvayk,”
sözleriyle tamamlayarak imzaladı.
Şvayk, zaptı imzaladıktan sonra, sert yüzlü adama dönerek:
“Daha başka bir şey imzalayacak mıyım? Yoksa yarın sabah
mı geleyim?”
“Yarın sizi Ağır Ceza Mahkemesine gönderecekler!”
“Yüksek efendimiz, acaba saat kaçta? Allah göstermesin, uyuyup kalırım da…”
Şvayk’ın önünde durmakta olduğu masanın öteki tarafından
ikinci sefer, “Defol!” kükremesi duyuldu.
Şvayk, pencereleri demir kafesli odasına dönerken, yanındaki
polise:
“Sizin burada işler, sessiz sedasız, pürüzsüz yürütülüyor,”
dedi.
Şvayk, odasına girip de arkasından kapı kapanınca,
arkadaşları onu soru yağmuruna tuttular. Şvayk:
“Ben şimdi, belki de Veliaht Ferdinand’ı benim öldürmüş
olabileceğimi kabul ettim,” dedi.
Odadakilerin altısı da büyük bir dehşet içinde yataklarına girip battaniyelerini başlarına çektiler. İçlerinden yalnız Bosnalı:
“Bravo doğrusu!” dedi.
Şvayk, yatağına girerken:
“Burada bir çalar saat olmayışı ne kadar da kötü!” diye
söylendi.
Sabahleyin onu çalar saat olmadan da uyandırdılar ve saat
altıda hapishane arabasıyla Bölge Ağır Ceza Mahkemesine
götürdüler.

KÜNYE
ŞVAYK KARAKOLDA
Yaroslav HAŞEK
Yordam Kitap
Çeviren : Hasan Âli Ediz

İçindekiler
YAROSLAV HAŞEK ÜZERİNE / Hasan Âli Ediz …………………… 9
ŞVAYK KARAKOLDA …………………………………………. 15
İMPARATOR FRANSUVA JOZEF’İN PORTRESİ ………………… 25
AŞK, AŞK, SEN HER ŞEYDEN GÜÇLÜSÜN ……………………… 31
PAN FLORENTIN İLE HOHOLKA ……………………………… 36
ABLAMIN EVLENİŞİ ………………………………………….. 40
İÇKİ DÜŞMANLARI …………………………………………… 45
KARAUS İÇKİYE NASIL BAŞLADI? …………………………….. 51
CİNAYET ROMANI …………………………………………… 54
DEDEKTİF BÜROSU ………………………………………….. 57
SAAT HIRSIZI ………………………………………………… 61
ADALETİN BELİRMESİ ……………………………………….. 65
BİR KEDİNİN BAŞINA GELENLER …………………………….. 71
KÖY BEKÇİSİ SEÇİMİ …………………………………………. 76
SOSYAL FARKLAR ……………………………………………. 81
KURTARILDI …………………………………………………. 85
KÖPEKBALIĞI VE ÜÇ KİŞİ …………………………………….. 89
CİDDİ BİR MÜESSESE …………………………………………. 96
NASIL KÖPEK TİCARETİ YAPTIM? …………………………… 104
GAZETECİLİK HAYATIMDAN ……………………………….. 115
MALİ KRİZ ………………………………………………….. 121
CANDAN İKİ ARKADAŞ ……………………………………… 124
AHLAK DERSİ ……………………………………………….. 128
ÖLÜ SEÇMEN ……………………………………………….. 132
ÇOCUK HAPİSHANESİNDE BİR ORUÇ GÜNÜ ………………… 137
BOĞULMAKTA OLAN BİR ADAMI NASIL KURTARDIM? ……… 142
MEMLEKETE DÖNÜŞ ……………………………………….. 147
KİTAPLIK MEMURU ÇABUN’UN KÜLHANBEYLİĞİ ………….. 152
KAPICI YAKUBEK’İN YASI …………………………………… 157
KÖPEK BAÇİ’NİN ZEKÂSI ……………………………………. 161
MİLAN ŞPATİNA NASIL DİNSİZ OLDU? ………………………. 165
TARLA FARESİ ………………………………………………. 171
BABALAR VE ÇOCUKLAR …………………………………… 183

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

En İyi Cenaze Levazımatı Üretici Firması

Next Story

Kömür Kralı – Upton Sinclair

Latest from Yaroslav Haşek

Aslan Asker Şvayk – Yaroslav Haşek

Mizah ustası Yaroslav Haşek’in, Aslan Asker Şvayk adlı romanı I.Dünya savaşının hemen ardından yazmış ve savaşı, tüm acımasızlıkları ve saçmalıklarıyla yerden yere vuran bir

Köpek Suratlı Maymun – Yaroslav Haşek

Kafka’nın çağdaşı, Çek edebiyatının mizahi yüzü, üretken kalemi Yaroslav Haşek’ten öyküler Ülkü Tamer’in enfes çevirisiyle Merkez Kitaplar’dan çıkan “Köpek Suratlı Maymun’daki öyküler, sanırım, 1909-1910

Kitapseverler Arasında – Yaroslav Haşek

İnsanın başına gelecek en kötü şey, kitapseverleri evine çağırıp edebiyat toplantıları düzenleyen, konuklarına da çayla birlikte sadece ikişer kurabiye ikram eden bir sanat dostuna
Go toTop