Etiket: #foucault

Kendi Kendine Teşhisin İkilemi: Bilginin Özgürleşmesi mi, Bilgisizliğin Cesareti mi?

Reddit gibi platformlarda kendi kendine teşhis trendleri, insanlığın bilgiye erişim ve öz-yönetim arzusunun karmaşık bir yansımasıdır. Foucault’nun bilginin demokratikleşmesi fikri, bireylerin otoriteye bağımlı olmadan bilgiye ulaşmasını kutlarken, Dunning-Kruger etkisi, yetersiz bilginin özgüvenle birleştiğinde nasıl tehlikeli bir illüzyon yaratabileceğini gösterir. Bu metin, bu iki kavramı Reddit’in dijital aynasında inceliyor; bireylerin sağlık,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kubik Sendromu ve Heterotopyanın Ofis Mekânındaki Yankıları

Kubik sendromu, modern ofis çalışanlarının kübik ofis düzenlerinde deneyimlediği duygusal, zihinsel ve fiziksel bir sıkışmışlık hissini ifade eder. Bu durum, bireyin mekânsal kısıtlamalar, gözetim ve standartlaşma altında özgürlüğünü yitirdiği bir tür çağdaş esaret biçimidir. Michel Foucault’nun heterotopya kavramı, bu sendromu anlamak için güçlü bir mercek sunar; zira heterotopyalar, toplumun sıradan

OKUMAK İÇİN TIKLA

Otistik Davranışların Biyometrik Gözetimde Şüpheli Olarak İşaretlenmesi: İnsanlığın Yeni Sınavı

Biyometrik gözetim, modern toplumların güvenlik, kontrol ve düzen arayışında geliştirdiği en karmaşık araçlardan biridir. Yüz tanıma sistemlerinden davranış analitiğine kadar uzanan bu teknolojiler, bireylerin fiziksel ve davranışsal özelliklerini inceleyerek “normal” ile “anormal” arasında keskin bir ayrım çizer. Ancak bu ayrım, özellikle nöroçeşitlilik bağlamında, otistik bireylerin davranışlarını “şüpheli” olarak işaretleme riski

OKUMAK İÇİN TIKLA

Görünmez Gözün İpleri: Black Mirror, Panoptikon ve Odysseus’un Özdenetimi

Dijital Gözetimin Mimari KökleriBlack Mirror’ın sosyal kredi sistemi, bireylerin her hareketini izleyen, puanlayan ve toplumsal konumlarını bu puanlara göre belirleyen bir düzen sunar. Bu sistem, Michel Foucault’nun panoptikon kavramıyla doğrudan ilişkilidir. Panoptikon, Jeremy Bentham’ın tasarladığı, merkezi bir kuledeki görünmez gözetleyici tarafından mahkumların sürekli izlendiği bir hapishane modelidir. Ancak mahkumlar, gözetleyicinin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kırmızı Harfin Damgası: Hester Prynne’in “A”sı ve Foucault’nun Stigmatizasyonu

Nathaniel Hawthorne’un Kızıl Damga romanında Hester Prynne’in göğsüne işlenen kırmızı “A” harfi, yalnızca bir utanç simgesi değil, aynı zamanda toplumsal kontrol, bireysel kimlik ve güç dinamiklerinin karmaşık bir yansımasıdır. Michel Foucault’nun “damgalama” (stigmatization) kavramı, bireyin toplum tarafından işaretlenmesi, kategorize edilmesi ve disipline edilmesi sürecini ifade eder. Hester’ın “A” harfi, bu

OKUMAK İÇİN TIKLA

Jouissance ve Biyoişlev: Haz Arzusunun İkiliği

Lacan’ın jouissance kavramı ile Foucault’nun biyoiktidar aracılığıyla bedeni disipline etme süreçleri, bireyin haz arayışını ve toplumsal yapılarla ilişkisini anlamak için güçlü bir zemin sunar. Jouissance, haz ile acının, arzunun tatmini ile onun imkânsızlığının kesişiminde yer alan karmaşık bir kavramdır; Foucault’nun biyoiktidarı ise bedeni, toplumsal normlar ve iktidar mekanizmaları aracılığıyla düzenleyen

OKUMAK İÇİN TIKLA

Dijital Çağda Gözetim İktidarının Evrimi: Panoptikondan Algorithmik Kontrole

Panoptikonun Dijital Dönüşümü ve Genişleyen Sınırları Foucault’nun 18. yüzyıl hapishane tasarımı olarak tanımladığı panoptikon, günümüzde dijital alanda çok daha karmaşık bir forma büründü. Jeremy Bentham’ın orijinal tasarımında, tek bir gözetleyicinin çok sayıda mahkumu gözlemlemesi esas alınmıştı. Modern dijital panoptikon ise merkezi olmayan, çok katmanlı ve sürekli genişleyen bir yapıya sahip.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Josef K.’nın Belirsiz Suçluluğu: İktidar, Disiplin ve Varoluşsal Çıkmaz

Franz Kafka’nın Dava adlı eseri, modern bireyin görünmez zincirler altında ezildiği bir evreni resmeder. Josef K.’nın belirsiz bir suçlamayla karşı karşıya kalması, yalnızca bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda insanlığın iktidar, disiplin ve varoluşsal anlam arayışıyla yüzleştiği bir anlatıdır. Michel Foucault’nun iktidar ve disiplin kavramları, bu eseri anlamak için güçlü

OKUMAK İÇİN TIKLA

Büyük Birader ve Panoptikonun Ötesi

Gözetimin Kökenleri George Orwell’in 1984 romanında Büyük Birader, totaliter bir rejimin sembolü olarak her an her yerde varlığını hissettirir. Gözleri, duvarlardaki posterlerden, teleskranlardan ve hatta insanların zihinlerinden hiç eksik olmaz. Bu, bireyin her hareketini, her düşüncesini denetleyen bir otoritenin cisimleşmiş halidir. Michel Foucault’nun panoptikon kavramı ise, Jeremy Bentham’ın hapishane tasarımından

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kolektif Arzuların Düğümlendiği Yer: Jung, Foucault ve Deleuze’ün Kavşakları

Bu metin, Carl Gustav Jung’un kolektif bilinçdışı, Michel Foucault’nun sosyal kontrol mekanizmaları ve Gilles Deleuze’ün arzu-makineleri kavramlarını bir araya getirerek, insan deneyiminin derinliklerinde yatan dinamikleri araştırıyor. Bu üç düşünürün fikirleri, birey ve toplum arasındaki gerilimleri, bilinç ile bilinçdışının kesişimlerini ve arzunun işleyişini anlamak için güçlü bir çerçeve sunar. İnsanlığın tarihsel,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Ötekilerin Sesi, Tarihin Yeniden Yazımı ve Entelektüel Sorumluluk

Ötekilerin Konuşma İmkânı Spivak’ın “ötekini konuşturma” çabası, tarihsel olarak susturulmuş, kenara itilmiş veya görünmez kılınmış toplulukların sesini duyurma arzusundan doğar. Bu çaba, yalnızca bir dil veya anlatı meselesi değil, aynı zamanda güç ilişkilerinin yeniden sorgulanmasıdır. Spivak, “Can the Subaltern Speak?” adlı çalışmasında, ötekinin kendi adına konuşmasının önündeki yapısal engelleri inceler.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Düşüncenin Özgürleşme Arzusu: Spinoza, Aristoteles ve Nietzsche’nin Demokrasi Vizyonları

Bireyin Akıl Yoluyla Özgürleşme İdealiSpinoza’nın demokrasiye bakışı, bireylerin akıl yoluyla özgürleştiği bir toplum hayalini yansıtır. Onun için demokrasi, bireylerin tutkularının değil, aklın rehberliğinde bir arada yaşadığı bir düzen sunar. Bu vizyon, Spinoza’nın insan doğasını rasyonel bir temelde yeniden inşa etme çabasından doğar. İnsan, doğası gereği özgür değildir; ancak akıl, onu

OKUMAK İÇİN TIKLA

Aristoteles ile Spinoza’nın Demokrasi Anlayışları: Deleuzeyen Bir Okuma

Bu metin, Aristoteles’in Antik Yunan şehir-devletlerindeki demokrasi deneyimleri ile Spinoza’nın 17. yüzyıl Hollanda’sındaki politik ve dini bağlamda geliştirdiği demokrasi anlayışını, Gilles Deleuze’ün düşünce düzlemi üzerinden karşılaştırmalı bir şekilde ele alıyor. Deleuze’ün kavramlar, etkiler ve çokluklar üzerine kurulu felsefesi, bu iki düşünürün demokrasi anlayışlarını tarihsel, dilbilimsel ve antropolojik boyutlarıyla yeniden düşünmek

OKUMAK İÇİN TIKLA

Aristoteles ve Spinoza’nın Demokrasi Anlayışlarının Sosyolojik Karşılaştırması ve Derrida Perpektifinden Bir Okuma

Toplumun Temel Dinamikleri Aristoteles’in demokrasi anlayışı, Antik Yunan’ın polis merkezli dünyasında kök bulur. Ona göre, toplum bir organizma gibidir; her birey, polisin işleyişinde belirli bir role sahiptir. Demokrasiyi ideal bulan Aristoteles, bu rejimi orta sınıfın erdeme dayalı katılımıyla en iyi şekilde işler görür. Orta sınıf, ne zenginlerin açgözlülüğüne ne de

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gece’nin Adsız Kahramanları: Foucault’nun Özneleşme Kavramı ve Modern Bireyin Kimliksizlik Krizi

Bilge Karasu’nun Gece adlı eseri, modern insanın otorite karşısında örselenen varoluşunu, kimliksizlik ve özneleşme süreçleri üzerinden derin bir felsefi sorgulamaya açar. Eserdeki adsız kahramanlar, Michel Foucault’nun özneleşme kavramıyla ilişkilendirildiğinde, bireyin toplumsal ve politik mekanizmalar tarafından nasıl inşa edildiği, aynı zamanda bu inşaya direnme çabalarının çaresizliği ortaya çıkar. Karasu’nun anlatısı, bireyin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Bilinçdışının Derinlikleri ile İktidarın Örüntüleri: Zizek’in İdeolojik Fantazması Üzerine Bir İnceleme

  Freud’un bilinçdışı kavramı ile Foucault’nun iktidarın üretkenliği fikri, modern düşüncenin iki temel taşı olarak birey ve toplum arasındaki karmaşık ilişkiyi anlamada önemli bir zemin sunar. Bu iki kavram, insan deneyiminin görünmez mekanizmalarını ve toplumsal düzenin işleyişini sorgular. Slavoj Zizek’in ideolojik fantazma kavramı ise bu iki düşünceyi birleştirerek, bireysel arzuların

OKUMAK İÇİN TIKLA

İnsanlığın Erdem Arayışından Adaletin Radikal Çağrısına

  Aristoteles’in erdem etiği, Martha Nussbaum’ın kapasiteler yaklaşımı ve Cornel West’in prophetik pragmatizmi, insan yaşamının anlamını ve adaletin doğasını sorgulayan üç derin düşünce geleneğini temsil eder. Bu üç yaklaşım, bireyin ve topluluğun iyi bir yaşam sürme çabasını farklı bağlamlarda ele alır; ancak, her biri insan onurunu merkeze koyarak, etik düşüncenin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Dilin İktidarla Dansı: Derrida, Lacan ve Butler Üzerinden Bir Okuma

  Dilin iktidarla ilişkisi, insan düşüncesinin en karmaşık ve çok katmanlı meselelerinden biridir. Jacques Derrida’nın yapıbozumu, Jacques Lacan’ın simgesel düzeni ve Judith Butler’ın performativite teorisi, bu ilişkiyi farklı açılardan ele alarak, dilin hem özgürleştirici hem de baskıcı potansiyelini sorgular. Bu metin, bu üç düşünürün kavramlarını derinlemesine inceleyerek, dilin birey ve

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varlığın Özgürlüğü: Spinoza, Sartre ve Deleuze Arasında Bir Diyalog

  Spinoza’nın doğal zorunluluk anlayışı, Sartre’ın radikal özgürlük fikri ve Deleuze’ün oluş kavramı, insan varoluşunun anlamını sorgulayan üç temel düşünce sistemini temsil eder. Bu metin, bu üç felsefi yaklaşımı birbiriyle karşılaştırarak, aralarındaki gerilimleri ve uzlaşma olasılıklarını araştırır. Spinoza’nın her şeyi belirleyen doğa yasalarına dayalı evren tasavvuru, Sartre’ın insanın mutlak özgürlüğüne

OKUMAK İÇİN TIKLA

Bedenin Hâkimiyeti ile Özgürlüğün Hayali: Foucault, Proudhon ve Machiavelli Arasında Bir Çatışma

  Biyo-İktidarın Görünmez Egemenliği Michel Foucault’nun biyo-iktidar kavramı, modern toplumlarda gücün yalnızca baskıcı bir zorbalık olmadığını, aksine hayatın her zerresine sızan, bedeni ve toplumu düzenleyen bir disiplin ağı olduğunu ileri sürer. Bu, bireylerin doğumundan ölümüne kadar yaşam süreçlerini kontrol eden bir mekanizmadır: sağlık sistemleri, eğitim, aile yapıları, hatta arzular ve

OKUMAK İÇİN TIKLA