Etiket: Friedrich Nietzsche

Postkolonyal Özne ve Köksüz Yığın: Bir Varoluş Sorgusu

Postkolonyal özne, modern dünyanın karmaşık dokusunda hem bir fail hem de bir nesne olarak durur. Deleuze’ün “köksüz yığın” (rhizome) kavramı, bu öznenin yerini sorgulamak için verimli bir zemin sunar. Ancak Spivak ve Butler’ın eleştirileri, bu yerleştirmeyi karmaşıklaştırır ve öznenin tarihsel, toplumsal ve dilbilimsel bağlamlarını yeniden düşünmeye zorlar. Bu metin, postkolonyal

OKUMAK İÇİN TIKLA

Selim Işık’ın Tutunamayan Kimliği: Yabancılaşma mı, Direniş mi?

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar adlı eserinde Selim Işık, modern Türk toplumunun hem aynası hem de yadsımasıdır. “Tutunamayan” kimliği, bireyin toplumsal düzenle uyumsuzluğunun trajik bir tezahürü olarak okunabilir; ancak bu uyumsuzluk, aynı zamanda bireysel bir varoluş arayışının, hatta sessiz bir isyanın izlerini taşır. Selim’in kimliği, modernitenin dayattığı yabancılaşmanın kaçınılmaz bir sonucu mu,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gözetimin Toplumsal Dokusu: Platon, Foucault ve Günümüz

Bekçilerin İzinde: Platon’un İdeal Düzeni Platon’un Devlet adlı eserinde bekçiler, toplumun koruyucuları olarak ideal bir düzenin bekçiliğini yapar. Bu seçkin sınıf, bilgiye dayalı bir otoriteyle donatılmış, hem fiziksel hem zihinsel disiplinle şekillendirilmiştir. Görevleri, toplumu kaostan korumak ve erdemli bir düzen sürdürmektir. Ancak bu bekçiler, gözetim yoluyla kontrolü ellerinde tutar; bireylerin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gılgamış ve Enkidu: Dostluk mu, Yalnızlığın Aynası mı?

Gılgamış Destanı, insanlığın en eski yazılı anlatılarından biri olarak, dostluğun ve yalnızlığın insan varoluşundaki yerini sorgulamaya devam eder. Gılgamış ile Enkidu’nun dostluğu, modern bireyin yalnızlığına bir çare sunabilir mi, yoksa insan ilişkilerinin kırılganlığını mı açığa vurur? Bu soruyu, kuramsal, kavramsal, psişik, politik, politik psikolojik, distopik, ütopik, felsefi, ahlaki, etik, metaforik,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Arzu-Makineleri: Felsefi Bir Köprü Olarak Deleuze

Gilles Deleuze’ün “arzu-makineleri” kavramı, Spinoza’nın “bedenlerin kapasiteleri” ile Sartre’ın “hiçlik” kavramı arasında derin bir bağ kurar. Bu bağ, yalnızca felsefi bir köprü değil, aynı zamanda sosyolojik, antropolojik, etik ve dilbilimsel bir yeniden düşünme alanıdır. Deleuze, arzu-makineleri ile bireylerin ve toplumların üretim süreçlerini, Spinoza’nın bedensel kapasiteleriyle varlıkların etki ve edilgi güçlerini,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Farkın Sesi, Kimliğin Sahnesi: Deleuze, Spivak ve Butler Üzerine Bir Deneme

Varlığın Çoğulluğu Gilles Deleuze’ün fark ontolojisi, varlığın sabit bir özden değil, sürekli bir oluş ve farklılaşma sürecinden türediğini savunur. Bu düşünce, varlığın tekil bir merkezden dağılmadığını, aksine çoklu, ilişkisel ve akışkan bir yapıya sahip olduğunu öne sürer. Deleuze için fark, bir kimlikten önce gelir; varlık, farklılığın kendisi üzerinden tanımlanır. Bu,

OKUMAK İÇİN TIKLA

İlyada’nın Savaş Sahneleri: İnsanlık Tarihinin Aynası mı, Evrensel Doğanın Simgesi mi?

Homeros’un İlyada destanı, insanlık tarihinin en eski ve en güçlü anlatılarından biridir. Truva Savaşı’nın kanlı sahneleri, yalnızca bir tarihsel olayı değil, aynı zamanda insan doğasının karmaşıklığını, toplumsal düzenlerin çelişkilerini ve varoluşsal sorgulamaları yansıtır. Savaş sahneleri, insanlık tarihindeki şiddet döngüsünün bir alegorisi olarak mı okunmalı, yoksa evrensel bir insanlık durumunun sembolü

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kant’ın Evrensel Yasası ve Anna’nın Bireysel İhlali

Immanuel Kant’ın kategorik buyruk, ahlaki eylemin öznel arzulara değil, evrensel bir yasa olarak genelleştirilebilir bir ilkeye dayanması gerektiğini savunur: “Yalnızca, senin iradenin aynı zamanda evrensel bir yasa haline gelmesini isteyebileceğin bir ilkeye göre hareket et.” Anna Karenina’nın Vronsky ile olan aşkı, bu ilkeye doğrudan bir başkaldırıdır. Anna, evliliğini ve toplumsal

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kimliğin İnşası ve Ötekinin Sesi: Butler, Spivak ve Beauvoir Arasında Bir Diyalog

Bu metin, Judith Butler’ın cinsiyet performativitesi, Gayatri Chakravorty Spivak’ın ötekini konuşturma çabası ve Simone de Beauvoir’ın “Kadın doğulmaz, kadın olunur” ifadesi arasındaki ilişkiyi ve olası gerilimleri inceliyor. Kimlik, öznellik, temsil ve güç dinamikleri üzerinden bu üç düşünürün fikirleri, tarihsel, toplumsal, dilbilimsel ve etik boyutlarıyla ele alınacak. Metin, bu kavramların birbirini

OKUMAK İÇİN TIKLA

Öfkenin Mitik ve Felsefi Sahnesi

Homeros’un İlyada destanında Akhilleus’un öfkesi, yalnızca bireysel bir duygu patlaması değil, insan doğasının kaotik ve çelişkili derinliklerine açılan bir kapıdır. Nietzsche’nin Apolloncu ve Dionysosçu kavramları, bu öfkeyi anlamak için güçlü bir felsefi çerçeve sunar. Apolloncu, düzeni, aklı ve biçimlendirilmiş estetiği temsil ederken; Dionysosçu, kaosu, tutkuyu ve sınırların ötesine taşan coşkuyu

OKUMAK İÇİN TIKLA

İnsanlığın Ötesine Yolculuk: Transhümanizm ve Nietzsche’nin Üst-İnsanı

Transhümanizm, insanın biyolojik sınırlarını teknolojiyle aşmayı vadeden bir düşünce akımıdır. Nietzsche’nin “üst-insan” (Übermensch) kavramı ise, bireyin kendi değerlerini yaratarak insan doğasını yeniden tanımlamasını önerir. Bu iki fikir, insanlığın potansiyelini sorgularken, bir yanda özgürleşme hayalleri, diğer yanda Žižek’in “ideolojik fantazma” eleştirisiyle karşılaşır. Transhümanizm, üst-insanı gerçekleştirebilir mi, yoksa kapitalizmin yeni bir örtüsü

OKUMAK İÇİN TIKLA

Şiddetin İkiliği: Devlet ve Devrim Arasında

Devlet şiddeti ile devrimci şiddet arasındaki ayrım, insanlık tarihinin en karmaşık sorularından biridir. Bu ayrım, yalnızca fiziksel güç kullanımının ötesine uzanır; otoritenin meşruiyeti, ahlaki sınırlar, toplumsal düzenin yeniden inşası ve bireyin özgürlük arayışı gibi derin soruları içerir. Frantz Fanon, Pierre-Joseph Proudhon ve Niccolò Machiavelli, bu soruya farklı tarihsel ve düşünsel

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kafka’nın Dava’sı ve Foucault’nun Panoptikonu: Gözetim, İktidar ve Modern Bireyin Kaderi

Franz Kafka’nın Dava adlı eseri, Josef K.’nın belirsiz bir suçlamayla karşı karşıya kalması ve anlaşılmaz bir bürokratik sistemin içinde kayboluşu, modern bireyin varoluşsal çaresizliğini ve iktidarın görünmez ağlarını çarpıcı bir şekilde resmeder. Michel Foucault’nun panoptikon kavramı ve iktidar analizleri, Kafka’nın distopik vizyonunu anlamak için güçlü bir kuramsal çerçeve sunar. Belirsizliğin

OKUMAK İÇİN TIKLA

İktidarın Düzeneği: Foucault, Platon ve Žižek Arasında Bir Karşılaşma

Foucault’nun disiplin toplumu analizi, Platon’un ideal devletindeki hiyerarşik düzenlemesi ve Žižek’in totalitarizm eleştirisi, insan toplumsallığının düzenlenmesine dair farklı düşünce katmanlarını bir araya getirir. Bu metin, Foucault’nun biyopolitik bakış açısını Platon’un sınıf temelli devlet modeliyle karşılaştırarak, Žižek’in ideoloji ve totaliter yapılara yönelik eleştirilerinin bu karşılaşmayı nasıl dönüştürdüğünü inceler. Tarihsel, toplumsal, düşünsel,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varoluşun Sınırında: Kierkegaard’ın Kaygı Kavramı

Søren Kierkegaard, varoluşsal kaygıyı (angst), insanın özgürlüğü ve sonluluğuyla yüzleştiği anlarda ortaya çıkan derin bir huzursuzluk olarak tanımlar. Bu kaygı, bireyin varoluşsal bir boşluk hissetmesiyle başlar; ne olduğu, neden var olduğu ve nasıl yaşaması gerektiği sorularıyla boğuşur. Gregor Samsa böceğe dönüşmesi, bu kaygının somut bir tezahürüdür. Bir sabah, Gregor, insan

OKUMAK İÇİN TIKLA

Çürümenin Dizesinde Varoluşun Çığlığı

Adorno’nun “Auschwitz’ten sonra şiir yazılamaz” sözü, insanlığın tarihsel bir kırılma noktasında sanatın anlamını sorgular. Bu iddia, Bukowski’nin “çürümenin şiiri” ile karşılaştığında ve Barthes’ın “yazarın ölümü” kavramıyla birleştiğinde, insanın yaratıcılığı, acısı ve anlam arayışı üzerine derin bir tartışma başlatır. Kırılmanın Sessiz Çığlığı Adorno’nun “Auschwitz’ten sonra şiir yazılamaz” ifadesi, Holokost’un insanlık tarihindeki

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kamburun Tekinsiz Evreni: Şule Gürbüz’ün Grotesk Dünyasında Freud’un Uncanny Kavramı ve İnsan Ruhunun Bastırılmış Yüzleri

Şule Gürbüz’ün Kambur adlı eseri, insanın varoluşsal çatlaklarını, bedensel ve zihinsel deformasyonlarını grotesk bir evrende işleyen bir başyapıttır. Eser, Freud’un “tekinsiz” (uncanny) kavramıyla derin bir bağ kurar; tanıdık olanın birdenbire yabancılaşması, bastırılmış olanın rahatsız edici bir aşinalıkla geri dönüşü, karakterlerin iç dünyasında ve anlatının dokusunda belirgindir. Bu metin, Kambur’un grotesk

OKUMAK İÇİN TIKLA

Sanatın Çatışan Yüzleri: Jung, Nietzsche ve Bukowski Arasında Bir Yolculuk

Sanat, insan varoluşunun en karmaşık ifadelerinden biridir; hem bireyi inşa eder hem de toplumu sarsar. Carl Gustav Jung, sanatı bireyleşme sürecinin bir aracı olarak görürken, Friedrich Nietzsche, onun Dionysosçu bir yıkım gücüne sahip olduğunu savunur. Charles Bukowski ise bu iki bakış açısını, ne tam anlamıyla uzlaştırarak ne de reddederek, kendine

OKUMAK İÇİN TIKLA

Arketiplerin ve İradenin Çatışması: Jung, Nietzsche ve Bukowski’nin Varoluşsal İzleri

Kolektif Bilinçdışının Derinlikleri Carl Gustav Jung’un kolektif bilinçdışı, insanlığın ortak hafızasının bir hazinesi olarak, tarih boyunca biriken evrensel sembolleri ve arketipleri barındırır. Bu kavram, bireyin ötesine uzanan, insan türünün paylaştığı bir anlam deposudur. Mitler, Jung’un düşüncesinde, bu kolektif bilinçdışının yüzeye çıkan yansımalarıdır; insanlığın korkularını, arzularını ve varoluşsal sorgulamalarını taşır. Mitler,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Stratejik Özcülükten Moleküler Akışlara: Spivak, Deleuze ve Butler’ın Kesişimlerinde Bir Okuma

Bu metin, Gayatri Chakravorty Spivak’ın stratejik özcülük eleştirisini, Gilles Deleuze’ün molar ve moleküler ayrımı üzerinden yeniden düşünmeyi ve Judith Butler’ın queer teorisinin bu okumaya nasıl bir derinlik kattığını incelemeyi amaçlar. Spivak’ın özcülüğe dair eleştirisi, kimliklerin sabitlenmesine karşı bir uyarıyı içerirken, Deleuze’ün molar ve moleküler kavramları, toplumsal yapıların hem katı hem

OKUMAK İÇİN TIKLA