Etiket: #turgutözben

Kant’ın Evrensel Yasası ve Anna’nın Bireysel İhlali

Immanuel Kant’ın kategorik buyruk, ahlaki eylemin öznel arzulara değil, evrensel bir yasa olarak genelleştirilebilir bir ilkeye dayanması gerektiğini savunur: “Yalnızca, senin iradenin aynı zamanda evrensel bir yasa haline gelmesini isteyebileceğin bir ilkeye göre hareket et.” Anna Karenina’nın Vronsky ile olan aşkı, bu ilkeye doğrudan bir başkaldırıdır. Anna, evliliğini ve toplumsal

OKUMAK İÇİN TIKLA

Turgut Özben’in Selim Güncesine Takıntısı

Kendi Kimliğini Arayışın Peşinde Turgut Özben’in Selim’in güncesine olan ilgisi, yalnızca bir metne ya da bir bireyin yaşamına duyulan merakla sınırlı değildir. Bu, bir insanın kendi varoluşsal sorularıyla yüzleşme çabasının bir yansımasıdır. Turgut, Selim’in yazılarında, kendi iç dünyasının yankılarını, belki de yanıtlanmamış sorularının izlerini arar. Bu arayış, bir kahramanın kendini

OKUMAK İÇİN TIKLA

Tutunamayanların Sessiz İsyanı

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanı, modern Türk edebiyatının en katmanlı eserlerinden biridir. Romanın kahramanları Selim Işık ve Turgut Özben, toplumsal normlara karşı duruşlarıyla ne bir ideal dünyanın peşinde koşar ne de salt bir yenilgiye razı olur. Onların hikayesi, bireyin kendi varoluşunu sorguladığı bir serüvenin ötesine geçer; hem bireysel hem de toplumsaldır.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kafka’nın Dava’sı ve Foucault’nun Panoptikonu: Gözetim, İktidar ve Modern Bireyin Kaderi

Franz Kafka’nın Dava adlı eseri, Josef K.’nın belirsiz bir suçlamayla karşı karşıya kalması ve anlaşılmaz bir bürokratik sistemin içinde kayboluşu, modern bireyin varoluşsal çaresizliğini ve iktidarın görünmez ağlarını çarpıcı bir şekilde resmeder. Michel Foucault’nun panoptikon kavramı ve iktidar analizleri, Kafka’nın distopik vizyonunu anlamak için güçlü bir kuramsal çerçeve sunar. Belirsizliğin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Tutunamayanlar ve Toplumsal Normlara Karşı Bireysel Arayışlar

Bireyin Toplumla Çatışması Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar adlı romanı, bireyin toplumsal normlara karşı çıkışını ve bu çıkışın altında yatan kimlik arayışını derinlemesine sorgular. Roman kahramanları, özellikle Selim Işık ve Turgut Özben, modern Türk toplumunun dayattığı kalıplara uymayı reddederek, bireysel varoluşlarını anlamlandırma çabasına girişirler. Bu çaba, antropolojik açıdan, bireyin kültürle olan ilişkisini

OKUMAK İÇİN TIKLA

Tutunamayanların Tarihsel Yitimi: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bireyin Kimlik Sancısı

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanı, yalnızca bireysel bir varoluş krizini değil, aynı zamanda Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin birey üzerindeki derin etkilerini ele alır. Romanın kahramanları Selim Işık ve Turgut Özben, modernleşmenin getirdiği kimlik bunalımını, tarihsel bir kırılmanın izdüşümleri olarak yaşar. Tarihsel Kırılmanın Bireydeki Yankıları Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş, yalnızca siyasi ve toplumsal bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Tutunamayanlar ve Toplumsal Normlara Karşı Duruş

Bireyin Toplumla Çatışması Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanındaki kahramanlar, Selim Işık ve Turgut Özben, toplumsal normlara karşı bireysel bir duruş sergileyerek modern Türk edebiyatında derin bir iz bırakır. Bu karakterler, toplumun dayattığı kurallara ve beklentilere uymayı reddederken, bireysel ahlak anlayışlarıyla kolektif etik arasında bir gerilim yaratır. Selim, hayatın anlamsızlığına karşı kendi

OKUMAK İÇİN TIKLA

Selim Işık’ın İntiharı Üzerine Bir İnceleme

Selim Işık’ın intiharı, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanında yalnızca bir olay değil, aynı zamanda bireyin varoluşsal sancılarının, toplumsal bağlamın ve insanlık durumunun çok katmanlı bir yansımasıdır. Bu olay, bireysel bir tercih mi yoksa toplumsal ve tarihsel koşulların kaçınılmaz bir sonucu mu sorusunu doğurur. Selim’in intiharı, ne salt bir yenilgi ne de

OKUMAK İÇİN TIKLA

Turgut’un Anlam Arayışı ve Heidegger’in Dasein Kavramı

Varlığın İzinde: Turgut’un Yolculuğu Turgut’un, Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar adlı eserinde Selim’in izini sürerken yaşadığı anlam arayışı, bireyin kendi varoluşsal sorgulamalarıyla yüzleşmesinin çarpıcı bir yansımasıdır. Turgut, Selim’in bıraktığı izler aracılığıyla yalnızca bir dostu değil, aynı zamanda kendi benliğinin derinliklerini aramaktadır. Bu arayış, Martin Heidegger’in “Dasein” kavramıyla güçlü bir bağ kurar.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kamburun Tekinsiz Evreni: Şule Gürbüz’ün Grotesk Dünyasında Freud’un Uncanny Kavramı ve İnsan Ruhunun Bastırılmış Yüzleri

Şule Gürbüz’ün Kambur adlı eseri, insanın varoluşsal çatlaklarını, bedensel ve zihinsel deformasyonlarını grotesk bir evrende işleyen bir başyapıttır. Eser, Freud’un “tekinsiz” (uncanny) kavramıyla derin bir bağ kurar; tanıdık olanın birdenbire yabancılaşması, bastırılmış olanın rahatsız edici bir aşinalıkla geri dönüşü, karakterlerin iç dünyasında ve anlatının dokusunda belirgindir. Bu metin, Kambur’un grotesk

OKUMAK İÇİN TIKLA

Turgut’un Oğuz’a Dönüşmesi: Kimliğin Yeniden İnşası

Turgut’un “Oğuz”a dönüşmesi, bireyin kendi benliğini yeniden inşa etme çabasını derin bir anlatıyla ifade eder. Bu dönüşüm, yalnızca bir isim değişikliği değil, bireyin tarihsel, toplumsal ve içsel bağlamda kendisini yeniden tanımlama sürecidir. Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar romanında Turgut’un Oğuz’a evrilmesi, bireyin modern dünyadaki yabancılaşma, köklerle bağ kurma ve özgün bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Tutsak Kimliklerin Dili: Tutanamayanlar’da Parodi, İroni ve İç Monologların İzleri

Oğuz Atay’ın Tutanamayanlar romanı, Türk edebiyatında bireyin varoluşsal sancılarını dilin sınırlarını zorlayarak anlatan bir başyapıttır. Roman, kahramanlarının kimlik arayışını parodi, ironi ve iç monologlar üzerinden inşa ederken, dilin hem bir özgürleşme hem de bir kapanma aracı olduğunu gösterir. Selim Işık ve Turgut Özben gibi karakterler, modernleşmenin çelişkileri, toplumsal normların baskısı

OKUMAK İÇİN TIKLA

Nesnelerin Ağırlığı ve Dilin Sınırları: Sartre’ın Bulantı’sı ile Wittgenstein’ın Dil Felsefesi Üzerine Bir İnceleme

Jean-Paul Sartre’ın Bulantı romanı, Antoine Roquentin’in nesnelerin varoluşsal ağırlığına dair hisleri üzerinden, dilin anlam yaratma kapasitesini ve sınırlarını derinlemesine sorgular. Roquentin’in dünyayla kurduğu ilişki, nesnelerin anlamsız varoluşu karşısında duyduğu bulantı, dilin gerçekliği temsil etme çabasını çökertir. Bu sorgulama, Ludwig Wittgenstein’ın dil felsefesiyle, özellikle Tractatus Logico-Philosophicus ve Felsefi Soruşturmalar eserlerindeki dilin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Yeraltının Mağarası: Dostoyevski’nin Yeraltı Adamı ile Platon’un Alegorisi Arasında Bir Karşılaşma

Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ındaki “yeraltı” imgesi, Platon’un Devlet’teki mağara alegorisiyle derin bir diyalog kurar. Yeraltı Adamı, hem gerçeklikten kaçan bir gölge figürü hem de hakikati arayan bir filozof olarak ikircikli bir varoluş sergiler. Bu metin, iki eser arasındaki ilişkiyi kuramsal, kavramsal, felsefi, ahlaki, etik, metaforik, alegorik, sembolik, mitolojik, antropolojik, dilbilimsel, tarihsel

OKUMAK İÇİN TIKLA

Zebercet’in İntiharı: Varoluşsal İsyan mı, Toplumsal Teslimiyet mi?

Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli’nde Zebercet’in intiharı, yalnızca bir bireyin trajik sonu değil, aynı zamanda insan varoluşunun karmaşık katmanlarına ve toplumsal yapının birey üzerindeki ezici etkilerine dair bir sorgulamadır. Zebercet’in kendi yaşamına son vermesi, ne salt bir isyan ne de basit bir teslimiyet olarak okunabilir; bu, bireyin kendi boşluğuna, toplumun dayattığı

OKUMAK İÇİN TIKLA

Hades’in Görünmez Tacı: Foucault’nun Panoptikonuyla Yeraltı Otoritesinin Alegorik Dansı

Hades’in yeraltı dünyasının soğuk, mesafeli otoritesi, mitolojik bir figür olmanın ötesinde, modern gözetim toplumlarının psikolojik ve politik dinamiklerini anlamak için derin bir alegori sunar. Foucault’nun panoptikon kavramı, bireylerin sürekli izlendikleri hissiyle kendi davranışlarını disipline etmelerini sağlayan bir güç mekanizması olarak tanımlanır. Hades’in yeraltı krallığı, görünmez ama her yerde hissedilen bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gregor Samsa’nın Böcekleşmesi: İnsanın Özüne Dönüş mü, Nesneleşmenin Tıpkısı mı?

Franz Kafka’nın Metamorfoz adlı eseri, Gregor Samsa’nın bir sabah uyandığında kendini devasa bir böceğe dönüşmesiyle başlar ve bu olay, insan varlığını hem bireysel hem de toplumsal düzeyde sorgulayan bir anlatıya dönüşür. Gregor’un bu grotesk değişimi, insanın hayvansı doğasına bir dönüş mü, yoksa kapitalist toplumun bireyi nesneleştiren mekanizmalarının bir yansıması mı?

OKUMAK İÇİN TIKLA

Ulysses’te Bilinç Akışı ve Bergson’un Süre Kavramı: Zamanın ve Gerçekliğin Yeniden Tanımlanışı

James Joyce’un Ulysses romanı, modernist edebiyatın doruk noktalarından biri olarak, bilinç akışı tekniğiyle insan zihninin karmaşıklığını ve zamanın öznel doğasını sorgular. Bu teknik, Henri Bergson’un süre (durée) kavramıyla derin bir felsefi akrabalık taşır; her ikisi de zamanın mekanik, saatle ölçülen bir çizgiden ziyade, bireyin içsel algısındaki akışkan, kesintisiz bir deneyim

OKUMAK İÇİN TIKLA

Medusa’nın Bakışı ve Lacan’ın Gaze Kavramı Üzerine Bir İnceleme

Medusa’nın taşa çeviren bakışı, mitolojik bir imge olmanın ötesinde, modern toplumun birey-öteki ilişkisine dair derin soruları açığa çıkarır. Jacques Lacan’ın “bakış” (gaze) kavramıyla kesişen bu mit, bireyin kimlik inşası, ötekileştirme süreçleri ve toplumsal dinamiklerin psişik yansımalarını sorgulamak için güçlü bir metafor sunar. Medusa, hem korkutucu hem de büyüleyici bir figür

OKUMAK İÇİN TIKLA

Ulysses’in Dil Labirenti: Göstergebilim, Bilinç Akışı ve Anlamın Çoğulluğu

James Joyce’un Ulysses’i, modern edebiyatın en karmaşık ve devrimci eserlerinden biri olarak, dilin sınırlarını zorlar ve anlamı sabitlemekten çok, onu çoğullaştırır. Ferdinand de Saussure’ün göstergebilim kuramıyla ilişkilendirildiğinde, Joyce’un bilinç akışı tekniği, dilin yapısal sınırlarını hem benimser hem de bu sınırları aşar. Bu metin, Ulysses’in dilbilimsel, estetik, felsefi, metaforik, sembolik, mitolojik,

OKUMAK İÇİN TIKLA