Teknoloji ve İnsan 2 – Nejdet Evren

Teknoloji yoğun yaşam ile kültür yoğun yaşam ayrıştırılabilir mi? Biri öncelenip diğeri öteleştirilebilir mi? Teknoloji bağımlılığı kültür erozyonuna neden olur mu? Teknolojiden tamamen uzakta bir yaşamı özlemek tekniğin yarattığı kirlenmeye duyulan öfkenin bir yansıması olabilir mi? Tekniğin kullanım biçimi, teknik araçların hangi ihtiyaç için üretilmesi ile yakından ilgili olmasına göre, çoğunluk azınlığın tercihlerine göre mi yaşamakta sorusunu ortaya çıkarmaktadır.

Geçmişte yaşanmış mıdır o da tam bilinmez; bir ütopyadır gelecekte yaşanılacağı umut edilen; özgür, eşit paylaşımcı bir toplumsal yapı…Bu dahi meçhuldür ve fakat bir o kadar cazip, çekici ve ilgisini yitirmeyen bir heyecandır…Düşünürün dediği gibi “düşünceye kurşun geçmez” ve aynı şekilde umut hiçbir zaman yok edilemez.  Erk-egemenin on-bin-yıllık baskısına, sömürüsüne, örgütlenmiş yalanına karşın komünal eşitlik ve özgürlük, sömürüsüz bir yaşam her zaman mümkün olmuş, insan düşüncesinde, eyleminde bir karşılık bulmuştur. Binlerce yıldır sömürmek için yaşanılan savaşlardan elde edilen/yaratılan savaş/zafer çığırtkanlığı dinmemişken ondan daha çok uzun bir zamandır insanın insan gibi yaşamasına dair özlemi ve bunun için verilen mücadelelerin kahramanlığa gerek duymayan tarihi yan yanadır. Kanatların sesine kulak verdiğimizde bu tınıyı duymamak mümkün değildir.

 

Emek sömürüsünün örgütlendiği günden bu yana devam eden sömürü düzenleri sınıflı toplum olarak tanımlanmışlardır ve fakat kadın hiçbir zaman bir sınıf olarak tanımlanmamıştır. İşin özünde bu tanım da yanıltıcı olabilir. Çünkü, sömürünün kadın/erkek cinsiyeti olmaz, ancak, artık-ürüne el koyma ile başlayan sömürü günümüz teknolojisi ile kat be kat artmıştır. Teknolojinin girmediği yer, sosyal doku, bir karış toprak parçası adeta kalmamıştır. Amazonlarda girilmeyen endemik topluluklar hariç.  Teknolojik gelişmelerin insan yaşamını iyileştirmesi, hayatı kolaylaştırması, iletişim ile yarattığı devasa boyutu yadsınamaz, yok sayılamaz ve fakat onun bu yapısı onun sunum ve gerekçesi ile her zaman örtüşememektedir.

Günümüzde teknoloji yoğun yaşam biçimi dayatılmış ve içselleştirilmiştir. Şehir merkezlerinin neredeyse  tamamının teknoloji bağımlısı olduğu söylenebilir. Köy yaşantısında kısmen bu bağımlılık yaş kategorisine göre azalabilmektedir.  “üretim araçları” üzerindeki özel mülkiyetin  neo-liberalizm ile taçlandırıldığı yüz yılda yoğun teknoloji yaşam biçimi kendi kültürünü de belirlemektedir. Çok değil 40 yıl önce sokaklardan çıkmayan çocuklar şimdi sokak yüzü görememekte, telefon bağımlısı durumunda bulunmaktadırlar. Orta yaştakilerin de bunlardan farkı kalmadığı rahtlıkla söylenebilir. Kültür, insanın insanlaşma sürecinde varlığını önce koruma güdüsüyle başlattığı ve giderek doğaya yabancılaşma ile devamını getirdiği bir egemenlik yaratma istencinin sonucunda ürettiği tüm değerler olarak ortaya çıkmıştır. Elias Canetti’nin betimlediği ilk yasa olan “paylaşım yasası” unutulmuş, tüketim kültürü egemen olmaya başlamıştır.  Paylaşım için “üretici emeğe” gereksinim var iken tüketim için buna gerek kalmamaktadır. Doğru olarak çağırmak, söylemek gerekirse “tüketim kültürü” tam bir aldatmacdır. Üretilmeyen şey nasıl tüketilir? Bu düşünce daha çok gereksinim olmayanın ve gerkenin fazlasını tüketmeyi hedefleyen ve kapitalizmin olmazsa olmaz pazar arayışlarının bir sonucudur. Tüm bu nedenlerle teknoloji yoğun yaşam ile kültür yoğun yaşamiç-içe geçmiş olduğundan ayrıştırılamazlar.

“finans kapital” sözü edilen araçlardan azade değildir. Tüm toplumlar tutucudur ve özgürlüğü engelleme eğilimi taşırlar. Değeri yaratan olgu iş-gücüdür; bunun dışında hiç bir şey değer ve artık ürün yaratamaz. “finans-kapital”in sömürdüğü de bundan azade olamaz. Sanki kapital finanslaşınca “üretim araçları”ndan bağsızlaşıyormuş gibi bir sonuç çıkartmak doğru değildir. Bireysel özgürlük, ya da özgürlükler liberalizm ile sağlanamAzlar. Zaten liberalizm özgürlük demek değildir ki?! Teknolojik gelişmelerin insanı daha da özgürleştirdiği düşüncesi temelde bir aldatmaca, mistifikasyondur. Teknik aletlere ulaşabilme şansı “özel mülkiyet” ile doğrudan ilgili olup, mülk sahiplerinin özgürleşmesine bir katkı sağlasa bile yığınlarca mülksüzün değil özgürleşmesine, tam tersine köleleşmesine neden olmaktadır. Teknik aletlerdeki gelişmeye bağlı olarak sunnileşen üretim fazlasını doğurduğu gibi, oto kontrol sistemi ile de emekçi yığınlarının tüm yaşam alanlarını denetim altına almış, adeta tekniğin hizmetine sunmuştur. Çok uluslu şirketlerin tekelinde olan teknolojik alatlerin üretilmesinde kapitalist mantık gereğince “tüketim değeri” esas alındığından teknik alatlerde insanın önceliği bulunmamaktadır. Teknoloji, insanlık tatihinin kültürel bir birikiminin sonucu olsa da insana değil “yeryüzünün efendileri”ne hizmet etmektedir.

Tekniğin neyin hizmetinde olduğu ve kime hizmet ettiğidir önemli olan. Kapitalizm ne özgürlük ne de gelecek vaad etmiyor. Gelinen noktada ekolojik yıkım, doğal kaynakların hızla tükenmesi, savaşlar, kitlesel yok etmeler, cinsler üzerindeki baskı ve yok etmeler; hepsi tüm insanların sermayenin hizmetine koşulmasından dolayıdır. Bu Çin’de de olsa fark etmez ABD de de olsa…Ve bugünün teknolojisi çok uluslu şirketlerin hizmetindedir. göreceli olarak insan yaşamını kolaylaştırdığı, yaşam şartlarını ve süresini genişleterek uzattığı da doğrudur. Pazar denilen olgunun tüketen canlılardan yalnızca “insan” türüne gereksinimi vardır, zira “meta”yı dolaşıma sokan tek tür insandır. Tüm denylerin kobayları hayvan türleridir, bunlardan ilaç sanyiinin insanlar üzerinde de deny yaptığı bilinmektedir. Ancak tüm deneyler, tıbbi denyler insan yaşantısını düzenlemeye yöneliktir. Bu olgu dahi kapitalist için uzun süre tüketen insana duymuş olduğu bir gereksinimin sonucur. başka gezegenlerde yaşam koşullarının araştırılması için dünya kaynakları insafsızca harcanabilmektedir; yaşanılan dünyayı yıkıma uğratma pahasına hem de…Burada bir çelişki yok mudur? İnsan uygarlığının devamı için başka gezegen ve galaksilerde yaşam formatları, olanaklarının bulunup bulunmadığı ve böylesi bir ortamın nasıl, ne şekilde yaratılabileceğine dair araştırmalar elbette önemsiz sayılamaz ve fakat, bu yöndeki tüm çabalar ancak ve ancak yaşanılan dünyanın tüm canlı formatları için yaşanılabilir olmaasını sağladıktan sonra bir değer taşıyabilir; değilse, küçük bir azınlığın her zaman olduğu gibi kendi bireysel çıkarlarını korumak adına tüm dünya kaynaklarının ve insan emeğinin sömürülmesinden başka bir anlam taşımayacaktır.

Teknoloji, ilerleme, bilgi-çağı ve insan etkileşimlerinin, bunun toplumsal yansımalarının neler olduğu, teknik araçların insan yaşamındaki yeri ve olması gereken konumunun neler olduğu, insan-araç, araç-insan ilişkisinin ne yönde olduğu ve bunun yararlı mı zararlı mı olduğu ile ne şekilde olması gerktiğinin, teknolojik araçların pasif insan kitleleri yaratmadaki etkilerinin var olup olmadığının, sanal-çağda iletişimdeki sanallığının gerçek yaşamla yakınılığının-uzaklığının, “sosyal paylaşım” alanları olarak tabir edilen olguların insan ve toplumlar üzerindeki etkilerinin tartışılması gerekir. Böylesi bir tartışma aynı zamanda unutturulan çarpık dünya düzeninin yeniden sorgulanmasını gündeme getirecektir. Neo-liberalizmin egemenliğini tam kurumsallaştıramadığı, görece sosyal devletin katılımcı olduğu yarım yüz yıllık bir geçmişte insanların geleceğe dair umut ve beklentileri, paylaşım ve dayanışmaları günümüzde tümden törpülenmiş, ütopya olsa da komünal toplum inancı rafa kaldırılmıştır. Bu dahi teknolojinin insanlar üzerinde yaşamaya dair temel belirlemeleri, istençleri, eğilimleri, mücadeleleri ve bir çok konuda kültürel birikimini tümden ertelemeci yaklaşımda olmasını sağladığına önemli bir kanıt gibidir. Demek ki, insan zamana koşulmuş; insan, zamana yenik düşmüştür. Ayağa kalkan kim? Sanal ortamda liberal hürriyetler alabildiğine var oldukça ayağa kalkan kim?

Bilgi, toplumsal/tarihsel/ekonomik-politik süreçler sonucunda elde edilir ve aktarılırlar; bu nedenledir ki, onun varlığı ile bilinmesi, paylaşılması eklemlenen süreçler/halkalar ile mümkün olduğu gibi, onun temellendirilmesi/özümsenmesi de hızı ile ters orantılıdır. Çünkü, eylemsel olmayan bilgi “kulaktan doğmadır” ve geçicidir. Teknolojinin bugün insanlar üzerindeki sanal rüzgarı bilginin hem saf hem de doğru öğrenilmesine katkı sağlamak gibi bir endişesi olmadığına göre, teknolojinin bu yanılsamasından doğan bilgi birikimini neye yormak gerekir? Bireyin sosyalleşmesi sürecinde bütün toplumsal yapılar onu/bireyi şekillendirmek ister ve biçimlendirmek için de öğretileri kullanır. Bu, eğitim adı altında yapılır. “Ağaç yaş iken eğilir” sözünde ilk bakışta göze-kulağa hoş gelen, bireyin yararlı bir kişiliğe sahip edilmesi için henüz olgunlaşma döneminde müdahale edilmesi gerktiğini dillendiren bir düşünceyi çağrıştırsa da, özünde “eğilmesi”ni sağlamak onu/bireyi bükmekten başka bir şey değildir. Bireyin kişilik yapılandırmasını oluşturuken olgunlaşma dönemindeki deneme-yanılmasına olanak sağlanmalı ve özde “eğitim” değil “öğrenim” e ağırlık verilmelidir. Bu öğrenim süreci de sanal alemde değil birebir   ve doğrudan ilişki kalıpları içinde yaşanmalıdır. Hiçbir sanal olgu ve yaşnmışlık gerçek olgu ya da yaşanmışlığın yerini tutamaz. Bilgi edinmek, edinilen bilgiyi kullanmak ve yeni bilgi birikimi sağlamak ta gerçek yaşanmışlık ortamında yeşerebilir. Teknolojinin geldiği aşama itibariyle yüzyılın sanal yüzyıl, bilişim çağı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Öyle ki, sanal bir oyunda olduğunu düşünen biri gerçekte bir savaş uçağını uzaktan kumanda ile gerçek insanlara yönlendirmiş olduğunu dahi fark edemeyebilir noktasına gelinmiş olması, bilgi edinmenin önemini bir kat daha arttırmaktadır.

Pasif insan kitlesi nasıl yaratılır? Biraz irdelemek gerekir. Bir forumda “mutsuz insanlar kitlesi” tanımını koyduğum insan kitlesi teknolojinin sayesinde pasifleştirilmektedir. Çoğunluğun iletişim olarak gördüğü “sosyal paylaşım alanları” aslında birer sindirilmiş, pasif insanlar kitlesinden başka bir şey değilidir. Teknolojiyi yaratanlar onu nasıl kullanılmasını da öğretiyor ve yönlendiriyorlardır; tam bu noktada, insan ya buna ayak uydurduğunu söyleyerek yalana uyum sağlıyor, ya da direnerek öyle olmadığını kanıtlamaya çalışıyor. Her halde insan ona tabi oluyor. Araç-insan, insan araç ikilemi! Teknolojinin insanı dört-duvar arasına kapatmasından sonra insan sıcaklığını, paylaşımını, dayanışmasını duvarlar, ekranlar ile soğutarak insana yansıtmaya başlamış olması, ondan ne denli uzak ve yakın olmamız, bu mesafeyi korumamızın gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Önce kendimizden başlayarak bir şeyler yapmak gerekir.

Teknolojinin sunmuş olduğu olanakların göz-kamaştırması insanı içine çekebilmektedir. İnsandaki eğilimler olmasaydı teknolojiyi yaratanlar insanları teknolojinin egemenliği altına alarak yönlendiremez ve yönetemezlerdi. Bu eğilimler tüm insanlarda olan eğilimlerdir ve her bireyin ayrı bir tonda gösterdiği eğilimdir. Yaşama, mutlu olma, eğlenme, iletişim kurabilme, sağlık, güzellik ve benzeri tüm eğilimlerin/yönelim ve isteklerin giderilmesinde elbette tekniğin yadsınamaz bir gerekliliği ve yeri olduğu gibi katkısı da göz-ardı edilemez. Teknoloji bir yandan insan gereksinimlerini karşılamayı amaç  edindiği felsefesinden hareket etse de herkesin teknolojiye ulaşmasına olanak sağlamaması karşısında amacın sözde kaldığı görülmektedir. Teknolojinin yararlı -insanlara, toplumlara vs- olması ayrı, yararlı bir şekilde sunumu ayrıdır.

Her geçen yıl çağın vebası olarak tanımlanan ve bir çoğu teknoloji ürünü olan, bir çok insanın yaşamına mal olan virüsler de teknoloji sayesinde dünya geneline çok hızlı bir şekilde yayılabilmektedirler.   istatistiklere giremeyenlerin sayısı ise bilinememektedir- Buna karşın bu virüslere karşı üretilen aşılar aynı hızda tüm dünya geneline yayılamamakta, her nedense teknoloji bu konuda mikro organizmalar için sunduğu hızı makro organizmalar için kullanmakta isteksiz görünmektedir. Aletin kendince bir istenci/iradesi olamayacağına göre bu yavaşlamanın altında insan iradesi yatmaktadır; burada bir kez daha insanın amaçlanan bir özne olmadığı görülmektedir.

Artan dünya nüfusunun beslenmesi için genetik tekniği işin içine girdiğinde hem ürünlerin doğal yapısı, dokusu kaybolmakta hem de bu ürünlerin neden olabileceği salgınlar ortaya çıkabilmektedir. Tohumların şifrelenmesinden, tarım ilaçlarına kadar tarımsal üretim aynı şekilde sürekli kirlenmekte, üretim küçük bir azınlığın kazancı haline dönebilmektedir. Bunların hepsini gerçekleştirmek ancak ileri teknoloji sayesinde mümkün olabilmektedir.

Hal böyle olunca teknoloji-insan ilişkisinde gelişmenin çoğunluk aleyhine bozulduğu rahatlıkla söylenebilir. Öyle ise, insanlığın ortak kültürü olan teknik-bilginin  ortaklaştırılması hemen, şimdi kaçınılmaz bir ödev olarak insanın karşısında  durmaktadır.

Nejdet Evren
2020/Akarca

“Teknoloji ve İnsan 1” adlı yazıyı okumak için TIKLAYINIZ

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir