Varoluşçuluğa doğru giden yola açılan mükemmel bir patika, Herman Melville’in 1853 tarihli hikâyesi ‘Kâtip Bartleby’i

katip-bartlebyHerman Melville dendiğinde tabii ki ilk akla gelen ‘Moby-Dick’ olur, yazarın o efsane metni. Amerikan edebiyatının bu büyük ustasını ‘tek atımlık barut’ olarak değerlendirmekse haksızlığın daniskasıdır, tabiri caizse. Melville’in onlarca eseri arasında gezinirken alınacak tat, edebiyatın bugünlere uzanan gücünün de ipuçlarıyla doludur. Bir ‘kaynak’ olarak orada durur onun metinleri, çağdaşlarını ve sonraki nesilleri etkilemek üzere…

Yazarın ilk yayımlanışı 1853’e denk düşen hikâyesi ‘Kâtip Bartleby’ (Bartleby, the Scrivener) ise Franz Kafka ve Albert Camus gibi üstatların kalemlerine nüfuz etmiş, onların yarattığı atmosferlerin içinden bir ‘hayalet’ gibi çıkagelmiştir çoğu zaman. ‘Kâtip Bartleby’yi okuduktan sonra, özellikle Camus’nün en çok ilham aldığı metin olmasına pek de şaşırmayız, bütün enstrümanlarıyla bizi oraya götürür çünkü bu hikâye. 50 sayfalık bu ‘küçük’ başyapıt, varoluşçuluğa doğru giden yola açılan mükemmel bir patika gibidir adeta.

Hikâyedeki anlatıcımız bir avukattır, Wall Street’teki ofisinde üç kâtibiyle birlikte yoğun iş trafiğini yürütmeye çalışan. Dördüncü kâtip Bartleby geldiğinde ise her şey değişir onun için. Bu çalışkan ama son derece sessiz genç adam, başlangıçta avukatı etkiler ama günün birinde aldığı bir ‘cevap’la bütün dünyası altüst olur. Yapmasını istediği bir işe karşılık Bartleby’nin verdiği cevap şudur: “Yapmamayı tercih ederim.” Bu cevap, beklenmedik olduğu kadar bariz bir ‘kararlılık’ da içermektedir. Avukatın zaman içinde ‘kronikleşen’ bu cevaba vereceği karşılık ise onu ‘insan ruhu’ denen aydınlık/karanlık mefhumla imtihana kadar sürükleyecektir…
‘Kâtip Bartleby’, temelde Bartleby’nin hikâyesi gibi görünmekle birlikte, büyük ‘çırpınma’yı yaşayan avukatın dünyasının yansımasıdır. Bartleby’nin ‘boşvermişçi’ görüntüsü, yalnızca tetikleyici bir unsur olarak kendini hissettirir, kendine bir hikâye yazmaz bu karakter. Avukat ise tetiklenen duygularının onu taşıdığı/taşıyacağı noktaları bilemeden oradan oraya savrulur bu hikâyede. Bartleby’nin ‘tercih etmediği’ şeyin ne olduğu, nasıl olduğu ve neden olduğu üzerine kafa yorar, insanlığını da kaybetmeden (en azından o öyle olduğunu düşünür). Bu düşünce trafiği, avukatın fabrika ayarlarını bozar haliyle, hiç beklemediği bir cevabın onun sırtına bindirdiği yükle iyice yıpranır.

Herman Melville, bu hikâyeyle bir ‘muamma’nın insanoğluna yaşattığı duygusal rezonansın ipuçlarını verir bize. Gelgitlerle iyice hırpalanan insan ruhunun haritasını çıkarır, oradan elde ettikleriyle de ‘gömülü hazine’ye doğru ilerler. Avukatın çaresizliği, onu çeşitli ruh hallerine sokarken, bir yandan da ‘stabil’ kalabilme zorunluluğuna iter. Bir insanın neden ‘durmayı’ tercih ettiğine dair felsefî sayıklamalar girer devreye, bunun ‘basit’ nedenleri de olabileceği görmezden gelinerek. ‘Farklı’ ya da ‘absürt’ olanın varlığına dair bir ‘reddediş’ alır sırayı, ama ‘kabullenme’ gecikmeyecektir. İnsanoğlunun varoluşu standartlaştırma alışkanlığı, her zamanki gibi ‘renk’ ya da ‘renksizlik’ kavramlarına uzak durmasını sağlar, ‘sorgulama’yı elden bırakmasa da. Belki de bu sorgulama açar kapıyı, insan ruhunun zenginliğini açığa çıkarır, görünür kılar. Bartleby, ‘hiçbir şey yapmaması’yla dönüştürür avukatı, kendi yokluğuyla test eder. Onun ‘pasif direniş’ gibi görünen tavrı, hikâyeyi Bartleby’nin açısından okuyamadığımız için tıpkı avukat gibi merakla baş başa bırakır bizi. “Neden?” diye sormaya başlarız ve uzunca bir süre de bu soruya takılırız. Ama sormaktan vazgeçtiğimizde anlarız ki soruyu asıl kendimize yöneltmeli ve çıkış yolunu bulmak için çok da acele etmemeliyiz…

Murat Özer
http://kitap.radikal.com.tr/ 25.11.2016

Kâtip Bartleby
Herman Melville
Çeviren: Hamdi Koç
İş Bankası Kültür Yayınları, 2016
50 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir