Vur Ulan Vur : Linç Öyküleri – Derleyen: Levent Cantek , Tanıl Bora “Hikâyeler feci namussuz bir şeyi anlatıyor.”

Vur Ulan Vur - Linç Öyküleri

Kitap için ilk çıkış noktamız, edebiyatçıların, tarihin tam da bu anında, söyleyecek sözü olduğuna inanmamızdı, belki kayıt düşmek, belki vicdani bir çığlık atmak, belki edebi bir öfke göstermek… Kahırlandığımızı anlatmak, irkilmemiz gerektiğini hatırlatmak, empati kurmak, muktedirlerin körlüğüne, kalabalıkların kalpsizliğine söz söylemek istedik.
Toplumlar, habisleştiklerini, haksız yere cana kıydıklarını kolay unuturlar. Kayıt düşmekten kastımız buydu, utanmak ekseriyetle iyileştiricidir çünkü…
Hikâyeleri toparlarken, şunu fark ettik. Kimse uzun uzadıya anlatmıyor, kısa yazmak istiyor ve çoğu yazar, doğrudan doğruya linçi resmetmiyor, dolaylı olarak “konuşuyordu”.

Kimseye ne yazacağını telkin etmiş değildik veya gönlümüzden geçeni paylaşmamıştık, öyle ya da böyle, ortaya çıkan tortu ilginçti. Edebiyat, bazen hayatın gerisinde kalır, bazen onu misliyle aşar ama mutlaka nasıl hatırladığımızı gösteren, toplumsal belleğe etki eden alelacayip bir gücü vardır. Hikâyeleri okurken bizim hissettiğimiz şu oldu; debdebesi, harareti, hezeyanı sürerken linçi anlatmak sahiden zordu, mağdurlara yakınlık duyan, onların dili olmak isteyen “yazara”, ıslandıkça ağırlaşan paçavra misali ağır gelmişti. İleride, yıllar sonra, başka zamanlar olacaktır diye yazıyoruz bunu, birileri bu hikâyeleri okurken, yazarların vicdani huzursuzluğunu hissedecektir mutlaka.
Başka zamanlar dedik, umarız, gelecekte bugünlere “güzel günlermiş”, sonraları daha neler neler oldu diyen çıkmaz.
Karamsarlıkla ironi yapmıyoruz, geçip giden zamana bakıp, vicdanen müsterih kalabilmenin tuhaflığına takılıp kalıyoruz.
Linç mağdurlarıyla konuşursanız eğer, uğultuları, toplaşmaları, küfürleri, itişmeleri, kalabalığın birbirini iştahla teşvik etmesini, dehşetle, o ânı yeniden yaşar gibi hatırlıyorlar.
“Vur ulan vur,” diye bağrışıyordu kalabalık… Vur bir daha vur!
Hikâyeler feci namussuz bir şeyi anlatıyor…
TANIL BORA – LEVENT CANTEK

Linç, sözün sahiden bitişi, sözün ezilmesi, sözün boğulmasıdır… barbarlıktır. Linç karşısında, edebiyat nefes alamaz. Linç atmosferi, edebiyata nefes aldırmaz, susturur. Kitaptakilerin önemli bir bölümünün kısa öyküler oluşu, belki biraz da bunun ifadesi. Kısa ve tok öyküler. İster tok sözlü olsun, ister uzunca anlatsın meramını, bu öyküler, edebiyatın, linçe, linç atmosferine direnişidir. Hiçbir şey olmamış gibi geçiştirilen ve unutulan, vicdan sızlatan zamanlara dair edebiyatçıların tarihe düştüğü edebi bir itiraz…

Vur Ulan Vur’da linç saldırılarının neredeyse yarı-resmî kurbanı olan Kürtlerle ilgili öyküler de var, mağduru “müphem” öyküler de…

Azınlıklar da var azınlıkta kalanlar da… Failler de, mağdurlar da…

Memleketin karanlık yüzü, ıssızlığı, kalabalığı, suçluluğu…

Bora Abdo, Oya Baydar, Gaye Boralıoğlu, Pelin Buzluk, Behçet Çelik, Veysi Erdoğan, Mehmet Eroğlu, İlban Ertem, Ayhan Geçgin, Hakan Günday, Akif Kurtuluş, Pınar Öğünç, Yıldız Ramazanoğlu, Mine Söğüt, Ahmet Tulgar, Yalçın Tosun.

KİTABIN KÜNYESİ
Vur Ulan Vur
Linç Öyküleri
Der: Levent Cantek , Tanıl Bora
İletişim Yayıncılık
Türkçe
148 s. — 2. Hamur– Ciltsiz — 13 x 19 cm
İstanbul, 2016

İÇİNDEKİLER
LİNÇ – FECİ NAMUSSUZ BİR ŞEY TANIL BORA – LEVENT CANTEK 7
Hiçbiri BORA ABDO 11
Mağlubun Kanı OYA BAYDAR 21
Baal Zebub GAYE BORALIOĞLU 25
Ağırlama PELİN BUZLUK 37
Derinin Altı BEHÇET ÇELİK 41
Kendinin Uzağına VEYSİ ERDOĞAN 53
Bodur T’nin Bi-Linç Enstitüsü MEHMET EROĞLU 65
Piyano İLBAN ERTEM 81
Geride Kalanlar AYHAN GEÇGİN 87
Şey HAKAN GÜNDAY 95
Herkes Kendi Kendisiyle AKİF KURTULUŞ 99
“Neyin Tek Sahibisiniz Lan?” PINAR ÖĞÜNÇ 109
42. Dakika YILDIZ RAMAZANOĞLU 117
Anne Eti MİNE SÖĞÜT 123
Çok Mutsuz Ama Çok Neşeliydik YALÇIN TOSUN 131
Linç Edilecek Genç Bir Adamın Hayatından Fragmanlar AHMET TULGAR 137
YAZARLAR 144

KİTAPTAN BİR BÖLÜM

LİNÇ – FECİ NAMUSSUZ BİR ŞEY
Kerim Korcan’ın 1967’de çıkan romanının adı, meselesini adlı adınca ortaya koyar: Linç.

Mahpushane edebiyatında ustalaştığını söyleyebileceğimiz Korcan’ın bu romanı da mahpushanede geçer. Hikâye, mahpushanenin “dayısının”, başgardiyanı bıçaklaması üzerine, idarenin adamı olan bazı hükümlü ve tutuklular tarafından linç edilmeleriyle sonuçlanır. Linç, bütün rezilliğiyle sahnededir: Yaraları günlerce tedavi edilmeyerek güçten düşürülmüş, silahsız birinin üzerine karşı onlarca adam yürür… Gaddarlığın, vahşetin infilakıdır, korkunçtur…
Başka bir korkunç yanı daha vardır: Mazlumlar, başka bir mazlumu ayaklar altına alıyor, âdeta hınçlarını ondan çıkartıyordur. Zira “kendiliğinden” değil, mahpusların kışkırtılarak işe koşulduğu “kurumsal” bir linçtir bu. İdare tarafından, bir “belayı” hukuku askıya alarak halletmek üzere tertiplenmiştir… Korcan’ın ifadesiye: “Birtakım resmî sıfatlı insanlar onun vücudunu ‘lüzumsuz’ ilan et”mişler (s. 7), “muzur bir hayvan gibi en kahredici silahlarla yok edilmesinde kanuni, vicdani hiçbir mahsur olmadığı açıklanmıştı”r (s. 156).

Hikâye anlatıcısı, kitabın başında, şöyle bahseder aktaracağı linçten: “İdam cezasından da beter… feci namussuz…” (s. 9)
Evet, idamdan ve başka kıtallerden de beter ve feci namussuz bir “şey” vardır linçte.
* * *
Türkçe edebiyatta son birkaç yılda yazılmış önemli eserlerde linçin zuhur ettiğini görüyoruz… Hasan Ali Toptaş, Ayfer Tunç ve Cem Kalender’in son romanları…
Tunç’un Dünya Ağrısı’nın “hilkatinde” zaten linç vardır…
Bu tesadüf değil. Türkiye’nin yüz yıllık tarihinde linçin, modern toplumlar içinde “ayrıcalıklı” kılan bir rutini var.
Özellikle son on beş – yirmi yılında linç, bir doğal afetmişçesine sıradanlaşmış durumda…
* * *
Bu kitabı hazırlamaya bizi sevk eden de, bir linç olayı idi.
Maalesef alışma fiilini kullanacağız, alıştığımızdan da kötü bir linç dalgası… 2015’in 8-10 Eylül’ünde, Türkiye’nin iki yüze yakın beldesinde, HDP binalarına ve “bölücülerin” veya basbayağı “Kürtlerin” diye bakılan birtakım işyerlerine, bu arada Kırşehir’de bir kitabevine dönük linç saldırıları…
Saldırır, vurur kırar, yakarken kalabalık, yardım isterken tenhaydı ortalık. Hiçbir şey olmamış gibi geçiştirilen ve unutulan, vicdan sızlatıcı zamanlardı. Üstelik ilk defa olmuyordu, çoğunluğun haklı olduğuna inandığı, yapıp ettiklerini meşru saydığı bu tahammülsüz eylemlerin epeyce bir evveliyatı vardı ki yakın tarihten, modern dönemden söz ediyoruz.

Kitap için ilk çıkış noktamız, edebiyatçıların, tarihin tam da bu anında, söyleyecek sözü olduğuna inanmamızdı, belki kayıt düşmek, belki vicdani bir çığlık atmak, belki edebi bir öfke göstermek… Kahırlandığımızı anlatmak, irkilmemiz gerektiğini hatırlatmak, empati kurmak, muktedirlerin körlüğüne, kalabalıkların kalpsizliğine söz söylemek istedik.
Toplumlar, habisleştiklerini, haksız yere cana kıydıklarını kolay unuturlar. Kayıt düşmekten kastımız buydu, utanmak ekseriyetle iyileştiricidir çünkü…
Hikâyeleri toparlarken, şunu fark ettik. Kimse uzun uzadıya anlatmıyor, kısa yazmak istiyor ve çoğu yazar, doğrudan doğruya linçi resmetmiyor, dolaylı olarak “konuşuyordu”.
Kimseye ne yazacağını telkin etmiş değildik veya gönlümüzden geçeni paylaşmamıştık, öyle ya da böyle, ortaya çıkan tortu ilginçti. Edebiyat, bazen hayatın gerisinde kalır, bazen onu misliyle aşar ama mutlaka nasıl hatırladığımızı gösteren, toplumsal belleğe etki eden alelacayip bir gücü vardır. Hikâyeleri okurken bizim hissettiğimiz şu oldu; debdebesi, harareti, hezeyanı sürerken linçi anlatmak sahiden zordu, mağdurlara yakınlık duyan, onların dili olmak isteyen “yazara”, ıslandıkça ağırlaşan paçavra misali ağır gelmişti. İleride, yıllar sonra, başka zamanlar olacaktır diye yazıyoruz bunu, birileri bu hikâyeleri okurken, yazarların vicdani huzursuzluğunu hissedecektir mutlaka.
Başka zamanlar dedik, umarız, gelecekte bugünlere “güzel günlermiş”, sonraları daha neler neler oldu diyen çıkmaz.
Karamsarlıkla ironi yapmıyoruz, geçip giden zamana bakıp, vicdanen müsterih kalabilmenin tuhaflığına takılıp kalıyoruz.
Linç mağdurlarıyla konuşursanız eğer, uğultuları, toplaşmaları, küfürleri, itişmeleri, kalabalığın birbirini iştahla teşvik etmesini, dehşetle, o ânı yeniden yaşar gibi hatırlıyorlar.
“Vur ulan vur,” diye bağrışıyordu kalabalık… Vur bir daha vur!
Hikâyeler feci namussuz bir şeyi anlatıyor…

TANIL BORA – LEVENT CANTEK

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir