YARASA GÖRÜNÜMLÜ KELİMELER ARASINDA
I
Bütün Marx okuyucularının karşılaştığı en zorlu sorun, Marx’ın kelimeleri “kendine özgü” kullanışıdır. Vilfredo Pareto, “Marx’ın sözcükleri yarasalar gibi; onlara bakan hem bir fare hem de bir kuş görebilir” diyerek, bu sorunu anlatmak için kullanılan klasik tanımlamayı yapıyor.9 Gerçekten de konumuzla ilgili bundan daha derinlikli bir gözlem yapılmış değil. Yıllar geçtikçe düşünürler, Marx’ı belirli anlamlara sıkıştırmanın ne kadar zor olduğunun farkına vardılar ve dahası, Marx’ı anlayamamalarını bir eleştiri olarak ona geri yönelttiler. Fakat Marx’ın kullandığı kavramlarla okuyucusuna ne iletmeye çalıştığı hakkında sağlam bilgilerimiz yoksa; Marx’ın hiçbir kuramını doğru düzgün kavrayamayız.
Örneğin, “Değer emektir” şeklindeki (vurgu bana ait) aslında gayet ürkütücü olan iddiayı, Marx’ın “tüketim ve üretimin özdeşliği (…) üç katmanlı olarak ortaya çıkar” savını ya da kuramın belli koşullar altında “maddi bir güç” olduğuna yaptığı göndermeyi nasıl yorumlamalıyız?10 Marx’ın ifadeleri sık sık sinirlerimizi bozar. Ancak, çalışmalarında karanlıkta kalan yahut farklı şekillerde yorumlanmaya müsait yerler, sarsıcı ifadelerden sayıca çok daha fazladır.
Marx’ın terminolojisini anlama konusunda, Engels de insanların karşılaştıkları güçlüklerin farkındaydı. Engels, Kapital’in birinci cildinin İngilizce baskısına yazdığı girişte, “Buna karşın, okuyucuyu kurtaramadığımız bir güçlük var; belirli terimlerin yalnızca gündelik dillerindeki anlamlarından değil, aynı zamanda alışılmış ekonomi politiğin dilindeki anlamlarından da farklı anlamlarda kullanılması” diyor. Fakat Engels’e göre bu durum
(…) kaçınılmazdı. Bir bilimin her yeni yorumu, bu bilimin teknik terimlerindeki bir devrimi de içerir. (…) Ekonomi politik, genel olarak, ticaret ve sanayi yaşamının terimlerini oldukları gibi almakla ve bunlarla iş görmekle yetinmiş; böyle yaparken de kendisini, bu terimlerle ifade edilen fikirlerin dar çerçevesine hapsettiğini tümüyle gözden kaçırmıştır. (…) Buna karşın, modern kapitalist üretimi yalnızca insanlığın iktisadi tarihindeki bir gelişme aşaması olarak gören bir teorinin, bu üretim tarzına ölümsüz ve nihai gözüyle bakan yazarların alışkın olduklarından farklı terimler kullanmak zorunda olduğu açıktır.11
Marx’ı kendine özgü bir dil kullanmaya iten zorunluluğun Engels’in iddia ettiği gibi “açık” olup olmadığı sorgulanabilir; ancak bunu burada sorgulamak, yapmayı planladığım araştırmadan sapmak olur. Yine de kısaca değinecek olursak Engels’in söylediği şudur: Kelimeler, bir döneme hâkim olan anlayışı yansıtırlar ve bu anlayış geliştikçe, söz konusu kelimeler ve/veya onların anlamları da yerlerini yeni kelimelere (yahut anlamlara) bırakmalıdır. Sadece güncel olan terimleri kullanarak ya da güncel terimleri sadece kabul edilegelmiş anlamlarıyla kullanarak, kendimizi yine sadece güncel olan düşünceleri aktarmakla sınırlamış oluruz. Marx’a dönecek olursak, burada söylenen, kapitalizmi geçici bir evre olarak değerlendirmenin, kapitalizmi hiç sonlanmayacak bir üretim tarzı olarak gören insanların kullandıklarından farklı kavramlar gerektirdiğidir.
Sekiz sene sonra, Kapital’in üçüncü cildinin giriş bölümünde Engels (köprünün altından hayli fazla yanlış yorum geçtikten sonra), bu konuya yeniden döner ve Marx’ın sözcükleri kullanımındaki bir başka zorluğu gündeme getirir. Görünen o ki, Marx’ın terminolojisi yeni ve alışılmadık olmasının yanında, aynı zamanda tutarsızdır: Aynı kelime farklı yerlerde farklı anlamlara gelmektedir. Ancak bunu bir kusur olarak görmek yerine Engels, bu farklılaşmanın bir meziyet olduğunu savunur ve Marx’ın betimlediği toplum anlayışını ifade edilebilmesi için bunun gerekli olduğunu söyler. Engels, “Marx’ın çalışmalarında” der;
(…) sabit, ölçülüp biçilmiş, her yere her zaman uyan tanımlar bulmayı beklememeliyiz. Açıktır ki şeyler ve şeylerin arasındaki ilişkilerin sabit olmadığının; değiştiğinin düşünüldüğü yerlerde, şeylere ait zihinsel imgeler ve düşünceler de benzer şekilde değişime ve dönüşüme tabidir; katî tanımlarla kısaca açıklanamazlar; ancak, biçimlendikleri tarihsel ya da mantıksal süreçlerde geliştirilirler.12
Engels’e göre, Marx’ın kelimeleri “şeylerin ve şeyler arasındaki ilişkilerin (…) sabit olmayıp değiştiği” anlayışını sunmayı amaçlar. Böyle olunca, bu kelimelerin tanımları da değişmelidir.
Bu noktada “jargona” bir son verip, Engels’le birlikte Marx’ın da kafasının biraz karışık olduğunu ve her ikisinin de düşüncelerini tam netliğe kavuşturmaktan aciz olduklarını ilan etmek, gerçekten çok cazip bir seçenek. Örneğin İngilizce konuşan dünyada, ucu George Bernard Shaw’a kadar uzanan böyle bir gelenek var. Shaw, Marx okuyucularını “metafiziğe takılmamaları” konusunda uyarır ve Marx’ta karşılarına çıkacak olan abartmalar ya da insanı şaşkına çeviren hatalardan onun “animist felsefesini” sorumlu tutar.13 Takip etmesi zor olan bir başka seçenek ise terminolojisinden başlayıp, Marx’ın okuyucularına iletmeye çalıştığı dünyanın resmine varmaktır. Bu durumda Engels’in yorumları gizemi aydınlatmış değil, ancak gizemi aydınlatacak araştırmaların yönelmesi gereken yönü göstermiş oluyor. Yani kimi okuyucuların Marx’ın terminolojisinde keşfettikleri bulmacanın çözümü, Marx’ın toplumsal gerçeklik kavrayışında yatıyor.
Birkaç istisna dışında, Marx’ı eleştirenler onun toplumsal gerçeklik anlayışını ciddiyetle incelemekten kaçınmışlardır. Ancak bu kaçınma onları, bu konuda bir tutum alma zorunluluğundan kurtarmadı. Dolayısıyla bu eleştirmenler Marx’ın dünyayı nasıl gördüğüne dair tahminler yürüttüler ve sonuçta, (genelde bunu hiçbir zaman belli etmeden) Marx’ın bildiği her şeyin belli bir karaktere sahip olduğuna inandılar. Böylece, farkında olmadan ya da bilerek, Marx’ın ne söylemiş olabileceğinin gerçek sınırları belirlendi; Marx’ın kavramları, bu verili dünya görüşü dâhilinde ne anlama gelmeleri gerekiyorsa, o tür kalıplara sokulmaya zorlandı. Sonuç olarak, en azından Marx’tan yapılan alıntıları tekrar etmekle tatmin olmayanlar için Marx’ın kuramlarını doğrudan tartışmaya başlamak demek, Marx’ı anlamak amacıyla hemen hemen her zaman, varsayılan “sıradan dil” ölçütünü kullanmak demektir. Böylece “ortak akla” dayanarak kabul ettiklerimizin bir Marksizm anlayışı inşa etmek için yeterli bir temel olduğu ve Marx’ın toplumsal gerçeklik kavrayışıyla kendi toplum anlayışımız arasında çok büyük bir fark olmadığı varsayılır.14 Engels’in, böyle bir varsayımda bulunmanın tehlikelerini gösteren halihazırda yeteri kadar uyarısı mevcut ama bu hatalı varsayımın etkisini, Marx’ın kavramlarına ilişkin standart yorumlardan hiç olmazsa birinin üzerinde göstermek istiyorum. Bu şekilde, ilerleyen bölümlerde epistemolojik araştırmalara ayırdığım zamanı haklı çıkarmayı umut ediyorum.
II
“Maddi yaşamın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve zihinsel yaşam sürecini belirler.”15 Marx’ın söylediği belki de hiçbir şey bu iddiadan daha fazla tekrarlanmamıştır. Dahası, bu iddianın sadece şimdiki zamanda değil, zamanın “ötesinde” de doğru olduğu düşünülür; buna göre, üretim tarzındaki bütün önemli gelişmeler, anılan diğer alanlarda da değişime neden olur. Bu kadarını sanırım bütün Marksizm öğrencileri biliyordur. Hâlâ yanıtlanmayı bekleyen sorular ise şunlar: Üretim tarzının kapsamına tam olarak neler girer? Hangi açılardan üretim tarzı bu diğer unsurları belirler? Yahut şunu sorabiliriz: Marx “üretim tarzı” ve “belirlenim” kavramlarını hangi anlamlarda kullanıyor?
John Plamenatz, Marx’ın yukarıdaki iddiasının yaygın olarak bilinen yorumunu, bir dizi “fundamentalist” varsayım üreterek son derece kısa ve özlü bir şekilde ifade ediyor. Plamenatz’e göre Marx’ın bakış açısı;
(…) her şeyden önce, tarihçiler tarafından kaydedilen insan faaliyetlerinin uygun bir şekilde sınıflandırıldığını varsayar; yani bu faaliyetler, birbirlerini karşılıklı olarak dışlayan bir dizi sınıf ya da “faktöre” göre ayrılır. İkinci olarak, fundamental addedilen faaliyetlerin, diğer faaliyetlerden az ya da çok bağımsız olarak niteliklerini değiştirdikleri varsayılır. Son olarak da, fundamental olarak adlandırılan faaliyetlerin niteliklerindeki değişimlerin, bütün diğer faaliyetlerin niteliklerinde doğrudan ya da dolaylı olarak buna denk düşen değişiklikler ürettiği varsayılır.16
Bu yoruma göre Marksizm, aşağıda değinilen üç noktada gelecek eleştirilerin kolay hedefi olur. İlk olarak Marx, ele aldığı toplumsal gerçekliği “bir dizi birbirini dışlayan sınıf ve faktöre” bölmeyi başaramamıştır. “İdeoloji”, örneğin, zaman zaman bütün düşüncelere, zaman zaman da normatif ve bilimdışı görülen düşüncelere, bazen de yalnızca bir sınıfın çıkarlarına hizmet eden düşüncelere gönderme yapar. Çok daha keskin bir bıçak kullanarak Georges Gurvitch, Marx’ın “ideoloji”yi tam on üç farklı anlamda kullandığını savunur; bu tezine kanıtlar da gösterir.17 Aynı derecedeki başka farklılıklara, Marx’ın “sınıf” ve daha birçok önemli kavramı kullanışında da rastlanabilir.18
Ancak, eğer Marx aynı kavram ya da ifadeleri sıklıkla farklı şeyler anlatmak için kullanıyorsa, o halde farklı ifadeleri kullanarak aynı olarak görülen şeyleri anlatmaya da eş derecede muktedir demektir. Ekonomi Politiğin Eleştirisi’nin Önsöz’ünde üretim tarzının “genel olarak toplumsal, siyasal ve zihinsel yaşam sürecini” belirlediğinden bahsettiği bir pasajda, aynı belirleyici rol hem “üretim ilişkilerine” hem “üretici güçlere” hem “toplumun ekonomik yapısına” hem “toplumsal varoluşa” hem de “ekonomik temele” atfedilmiştir.19 Bu ifadeler, bir yandan farklı şeylere gönderme yaparlar (gönderme yapılan şeyler arasındaki karşıtlık “toplumsal varoluş” örneğinde oldukça fazladır); öte yandan bazıları da gerçekliğin, Marx’ın “belirlediğini” söylediği kısımlarını anlamca içerirler. Böylece, yasal haklar sistemi olarak mülkiyet ilişkileri, üstyapı başlığı altına atılır; atılır ama mülkiyet ilişkileri aynı zamanda bu üst yapıyı “belirleyen” üretim ilişkilerinin de bir bileşenidir. Aynı zorluk, hem toplumun siyasi yaşamının bir parçasını oluşturan hem de siyasi yaşamı “belirlediği” söylenen ekonomik yapının bir unsuru olan sınıf mücadelesi için de ortaya çıkar. İşte bu tarz “tutarsızlıklar” ve “yarım yamalak” kavramlaştırmalar (eğer böylelerse tabii) eleştiri oklarının hedefi haline gelir.20
Eğer Marx’ın kuramının, belirlediği farz edilen unsurlardan dikkatlice ayıklanmış, ayrılabilir bir “belirleyen” faktör gerektirdiğini kabul edersek, bir ayıklama sürecinin sonucunda bu belirleyen faktör olarak üretici teknolojiye ulaşırız. Ayıklama sürecinden geriye, yukarıdaki özelliklere sahip belirleyen faktör olarak üretici teknolojinin kalmasının nedeni, onun tüm koşulları sağlaması değil; tüm koşulları diğer olası faktörlerden daha doyurucu bir biçimde sağlamasıdır. Yaygın olarak “ekonominin belirleyiciliği” olarak bilinen olgu, bu yorum içerisinde “teknolojinin belirleyiciliği” olur. Bu ekolün önde gelen temsilcilerinin, isim vermek gerekirse Plamenatz, Popper, Bober, Carew-Hunt ve Acton’un Marksizmden anladıkları tam da budur.21 Kendi yorumlarını destekleyen modeli ise Marx’ın “Yel değirmeni size feodal lordlu toplumu verir; buharlı değirmen ise, endüstriyel kapitalistli toplumu” ifadesinde bulurlar.22
Ancak “ekonomik yapı” ve “üretim ilişkileri” teknolojiye indirgenince, Marksizmi “fundamentalist” olarak gören yorumun ikinci temel varsayımı (asli oldukları düşünülen faaliyetlerin, diğer faaliyetlerden bağımsız olarak niteliklerini değiştirdiği varsayımı) dikkatli bir inceleme karşısında artık zar zor ayakta kalabilir. Herhangi bir toplumda teknoloji, belirlemesi beklenen toplumsal, ekonomik ve siyasi faktörlerden “az ya da çok bağımsız olarak” kendi niteliğini değiştirebilir mi? Teknolojik gelişmenin; her durumda bilimin düzeyinin, ülkelerin hukukunun, siyasal rejimin politikalarının, tüketici talebinin ve daha başka birçok şeyin bir işlevi olduğunu görmek, derin bir tarih bilgisi gerektirmiyor. Bu nedenle teknoloji, elbette ki birçok önemli açıdan kendisinin belirlediği öngörülen toplumsal hayatın farklı alanlarının niteliklerine ve bu alanlarda meydana gelen değişikliklere bağımlıdır. Ancak gördüğümüz üzere Marx’ın “fundamentalist” yorumu (bu yorumun ikinci varsayımı) bu karşılıklı bağımlılığı reddeder. O halde Marksizme karşı böyle bir eleştiri yönelterek iddia edilen şey basitçe Marx’ın hatalı olduğu değil, Marx’ın toplumsal hayatın basit gerçeklerinden habersiz olduğudur! Böylesi büyük bir yanlış anlamayı daha azı açıklayamaz. Yahut Marx’ın siyasi amaçları uğruna dürüstlüğü bir yana bıraktığını kabul etmemiz gerekir.
Bu durumda “fundamentalist” Marksizmin teknolojik gelişmenin, bütün diğer faaliyetler ve kurumlarda bu gelişmeye denk gelen değişimler üreteceğine dair üçüncü temel varsayımının da aynı şekilde sorgulanması gerekir. Örneğin, (en belirgin örneklerini anmak için belirtelim) Hıristiyanlık ya da Roma Hukuku’nun, bu kurumların gün yüzüne çıkmalarından sorumlu olması beklenen üretici güçlerden daha uzun ömürlü olduklarını belirtmek için tarihi derinlemesine incelemeye gerek yoktur. Bu son noktayla birlikte ele alındığında ortaya çıkan üç eleştiri; yani “Marx’ın sistemindeki unsurların tanımları tutarsızlıklar içerir”; “ekonomik faktör, belirlemesi beklenen faktörlerden önemli derecede etkilenir”, “‘üstyapıdaki’ değişiklikler, ‘yapıdaki’ gelişmeleri birebir izlemezler” yönündeki eleştiriler, Marx’ın maddeci tarih kavrayışına yöneltilen saldırıların büyük bir kısmını oluşturur.
Bu tür eleştiriler yapan yorumcuların çoğu şunu da kabul ediyor: Somut iktisadi ve politik çalışmalarında Marx, kendi “fundamentalist” teorisinin ortaya çıkardığı ikinci ve üçüncü varsayımlarda kendini gösteren hataların hiçbiriyle suçlanamaz.23 Yani, gerçek durumlarla ilgilenirken Marx, teknolojinin ya da başka bir tür ekonomik faktörün kendiliğinden geliştiğini iddia etmez; aksine, bu gelişmenin, yaşamın her alanından ve toplumsal analizin her seviyesinden gelen faktörlerin kümelenmesinin bir sonucu olduğunu söyler. Benzer şekilde, gerçek olaylarla ilgilenirken Marx, siyasi ve kültürel gelişmeleri teknolojideki değişime anında verilen yanıtlar olarak da ele almaz; bu gelişmeler için Marx’ın sunduğu açıklamalar hep çok yönlüdür ve başrolü oynayan da her zaman ekonomik faktörler değildir. Ancak, bu kabullerin ardından eleştirmenlerin sıklıkla vardığı sonuç, Marx’ın tutarsızlığı ya da kuramlarını nasıl kullanacağını bilmediğidir. Kısaca Marx, kötü bir Marksisttir. Hatta Popper, Marx’ın kendi sistemini pek ciddiye almadığını dahi iddia eder.24
III
Elbette varabileceğimiz bir sonuç daha var; o da, sadece genel kuramsal ifadelerden süzülerek kurgulanmış bu “fundamentalist” Marksizm yorumunun hatalı olduğunu kabul etmektir. Ancak bu duruşun, Marx’ın gerçek olayları betimleyişine nitelik veren toplumsal etkileşim tarzıyla uyumlu olması gerekli ki onu savunabilelim. Başka bir deyişle, Marx’ın “Maddi yaşamın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve zihinsel yaşam sürecini belirler” sözünü; toplumsal, siyasal ve zihinsel faktörlerin, üretim biçimini önemli derecede etkilemesine izin verecek şekilde ve toplumsal üstyapının ekonomik temele birebir bağımlılığı görüşünü bir kenara bırakarak anlamaya çalışmalıyız. Çünkü Marx kuramlarını pratikte bu şekilde kullanmıştır. Engels, Marx’ın maddeci tarih anlayışını soran bir muhabire, Marx’ın kuramını kullandığı gerçek bir olay olarak Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i’ni okumasını önermiştir.25 Ne kadar basit olsa da bu tavsiyeye ne kadar ender uyuluyor!
Benzer şekilde, Engels “tarihte rol oynayan çok sayıdaki ideolojik alanın bağımsız bir tarihsel gelişimi olduğunu reddettikleri için, onların tarih üzerinde etkili olduklarını da reddettikleri” tarzındaki düşünceyi aptallık olarak niteler.26 Ancak Engels’in geç dönemlerinde ekonomi dışı faktörlerin rolü üzerine söylediği bu gibi sözler, savunulamaz bir durumdan kendisini çıkarma çabaları olarak yorumlanmıştır.
Aslına bakılacak olursa Marx’ın kendi görüşleri için hiçbir yerde kullanmadığı bir tanım olan “ekonomik belirlenimcilik”, onun genel savlarını yanlış okuyanlar tarafından Marksizm diye yutturulmaya çalışılan kötü bir karikatürdür. Devam edelim; eğer “ekonomik belirlenimcilik” kötü bir karikatür ise, kaynağını Marx’tan almayan “tarihsel maddecilik” ve “diyalektik maddecilik” gibi diğer yaygın adlandırmalar da kötü birer karikatürdü. Esasen bunlar, Marx’ın sözlerine daha o söylemeden sınırlar koyan; herhangi bir tarihsel koşula içkin olan bir dizi olanağı, daha tarihsel araştırma tamamlanmadan sınırlayan kısıtlayıcı ifadelerdir. Tam da birer karikatür olarak birçok çeşitleri vardır ve Marx’ın çalışmalarının sergilediği çok yönlü gerçekliği kavrama noktasında, her zaman yorumcunun sahip olduğu sınırları işaret ederler. Özellikle Marx’ın ölümünden sonraki yazışmalarında Engels “tarihsel maddecilikten” bahseder; ama terimi tırnak içerisine alarak. Sonuçta bu, Marx’ın değil, başka birinin ifadesidir.27 Marx gibi Engels de “tarihsel maddecilikten” ziyade, daha geniş bir yorumu içeren “maddeci tarih anlayışımızdan” bahsetmeyi yeğler ya da basitçe “tarihe bakışımız” der.28
Önemli düşünürlerin hiçbir zaman tutarsız olamayacağını ya da kuramlarını hayata geçirmede beceriksiz olamayacaklarını söylemiyorum. Söylemek istediğim şey, kendi genel görüşünden sapmış böyle bir düşünür gösterildiğinde, onu yanlış anlayanın genelde biz olmamız ihtimalinin daha fazla olduğudur. Siyaset kuramında örneğin, çok iyi düşünülmüş, çok iyi hazırlanmış bir eleştirinin, sıklıkla karşımızdakinin gerçek düşünceleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Söz konusu Marx olunca, bunun gibi son derece normal bir önlemi almayı zorlaştıran güçlük ise şu: Sıradan tanımlamalarına da açıklık getirecek olan kuramsal ifadelerinin nasıl yorumlanacağı gözümüzün önünde doğrudan belirmez. Böyle olunca eğer üretim tarzının (birbirlerini karşılıklı olarak dışladıkları düşünülen) diğer toplumsal faktörlerin nitelik ve gelişimini belirlediği söyleniyorsa, üretim tarzının kendi kendini ürettiği düşüncesi ve diğer toplumsal faktörlerin ondaki değişimlere birebir karşılık verdiği iddiası, bu önermeyi mantıksal olarak izler.
Ancak Marx’ın, yukarıdaki eşitliğin bileşenlerinin birbirini karşılıklı olarak dışladıklarını kabul etmesi de açıklanmayı beklemektedir. İşte, bu Marksizmin fundamentalizm olarak yorumlanmasının arkasındaki tüm mantıksal yapının üzerinde durduğu desteksiz bir önkabüldür. Tam tersi, bütün bulgular gösteriyor ki Marx, değişen niyetlerine uygunluğu sağlamak üzere, hesaba kattığı faktörlerin büyüklüğüyle oynar ve sınıflandırmalarının sınırlarını değiştirir. Bu konuda uğraştığımız problemin boyutlarını da bütünüyle gösteren uç bir örnek, “din, aile, devlet, hukuk, ahlak, bilim, sanat, vs.’nin” “özel üretim tarzları” olduğu iddiasıdır.29 Bu iddianın ardından “fundamentalist” yorumdan geriye ne kalıyor ki? Her ne kadar Engels, Marx’ın tanımlarının hiçbir zaman sabit olmadığını kabul etse de, bu örnek, genelde eleştiri amacıyla alıntılanır. Görülüyor ki Marx’ın tutarlı ve karşılıklı olarak birbirini dışlayan kategoriler kullanmak zorunda olduğu veri kabul edilir.
Bu veri alış, çoğu durumda, Acton’un ortaya koyduğu, birbirleriyle etkileşim halindeki toplumsal etkenleri ayrıştırmanız mümkün değilse, bu toplumsal etkenlerden birini ‘birincil nedensel etken’ olarak alan bir teorinin geçerliliğini sınamanın da herhangi bir yolu yoktur” şeklindeki felsefi varsayımdan kaynaklanmaktadır.30 Ama burada söz konusu olan, bir unsuru “birincil” ya da “ana” ya da “belirleyici” diye adlandırmanın kendisidir ve Marx’ın neden ele aldığı toplumsal faktörleri net bir şekilde ayrıştırmadığını kavramadan bu soruya doyurucu bir yanıt bulamayız.
Acton’un yaptığı şey, basitçe, gerçek sorunu ters yüz etmektir; “birincil” kelimesinin gündelik dildeki yorumunu kullanarak, toplumsal gerçekliğin sağduyusal kavramlaştırmasını Marx’a dayatmaktadır. Acton şöyle diyor: “Marx’ın ‘birincil’i bu tarzda [Acton’un tarzında] anladığını düşünürsek, içlerinden birinin (ya da bir dizisinin) birincil olarak ele alınabilmesi için, Marx’ın toplumsal olguları kolayca ayrıştırılabilen birimler halinde gruplaması gerekir.” Marx’ın temel anlayışı bu olsaydı, o zaman Marx’ın fundamentalist yorumları doğru ve bu yoruma dayanan tüm eleştiriler de geçerli olurdu. Ancak Marx, kendi kavramlarını “birden çok” anlama gelecek şekilde kullandığından, onun anahtar ifadelerini günlük dildeki anlamlarıyla yorumlamak, en hafif tabirle, oldukça güvenilmez bir yoldur ve toplumsal gerçeklik kavrayışını ve buna bağlı olarak, bu kavramla ne ifade etmek istediğini anlamadığımız sürece, onun gerçekte ne söylemekte olduğunu net olarak idrak edebilmemizin mümkün olmadığını varsayar.
Gelin görün ki sorun hâlâ ciddiyetini koruyor. Eğer Marx, farklı olduğunu düşündüğümüz şeyleri işaret etmek için sıklıkla aynı ifadeyi; sıklıkla aynı olduğunu düşündüğümüz şeyleri işaret etmek için de farklı ifadeler kullanıyorsa, o zaman, pratiğin arkasında yatan nedenleri bilmeden, Marx’ın herhangi bir olayda neye işaret ettiğini nasıl anlayabiliriz? Bunun için her bir kullanımın ardında neler olduğunu bilmemiz gerekmez mi?31 Ben en başından Marx’ın kuramlarını, Marx’ın bu kuramları nasıl kullandığına bakarak yorumlamayı tercih ettim. Bu tercihin bana yüklediği sorumluluk; hem ilgilendiği alandaki genel kabul görmüş sınıflandırmaların dayattığı hem de çok defasında kendisinin koyduğu anlaşılan sınırlar içinde Marx’ın bu tarz bir serbestliği nasıl elde edebildiğini ortaya çıkarmaktır. Yani ben Marx’ı ciltlerce eserinin yardımıyla anlamak istiyorum, onlara rağmen değil. Niyetimi böylece beyan ettikten sonra, şimdi sorunun asıl haline geri dönelim: Marx’ın kullandığı kelimeler aynı yarasalara benziyor. Engels’e göre, anlamları sadece yeni ve alışılmadık değil; aynı zamanda tutarsız. Öte yandan, bu durumun “şeyleri ve şeyler arasındaki ilişkileri (…) sabit değil değişken” olarak görmekten kaynaklandığı söyleniyor. Marx’ın karşılıklı olarak birbirlerini dışlayan toplumsal faktörlerle çalışmasını imkânsız kılan işte bu anlayıştır. Öyleyse, nedir bu anlayış?
Alıntılar
9 Vilfredo Pareto, Les Systemes Socialistes, II (Paris, 1902), s. 332
10 Marx, Kapital III (Moskova, 1959), s.795; Önsöz, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 280; Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı; Giriş, Werke I (Berlin, 1961), s.385
11 K. Marx, Kapital Cilt I, çev. M.Selik-N.Satlıgan, Yordam Kitap, (İstanbul, 2011) s.36-37.
12 Engels, Önsöz, Kapital III, s. 13-14
13 George Bernard Shaw, Bernard Shaw ve Karl Marx, R. W. Ellis (drl.) (New York, 1930), s. 171. Bu kitabı oluşturan makaleler 1887’de yazılmıştır. Max Eastman, Marx and Lenin: The Science of Revolution (New York, 1922), s. 82. Bu, Anglosakson yazına özgü bir yanlış değil; ancak, “Hegelcilerin” daha iyi anlaşılmasa bile daha çok kabul gördüğü Kıta Avrupası’ndansa İngiltere ve Amerika’da çok daha sık rastlanıyor.
14 Sağduyu, açıkça doğru olduğu şeklinde bizde yer eden her şeydir. Onun bir bölümünü bile reddetmek, bize çok anlamsız gelir. Bu çalışmada “sağduyu” terimini, genel olarak sorgulanmamış bilgiyi ve aynı derecede sorgulanmamış bilgi yöntemini ifade etmek için kullanıyorum ki her ikisi de Batı kapitalist toplumlarındaki bilim adamları ve çoğu sıradan insan arasında yaygındır.
15 Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 11
16 John Plamenatz, German Marxism and Russian Communism (Londra, 1961), s. 83
17 Georges Gurvitch, Etudes Sur Les Classes Sociales (Paris, 1966), s.54-56
18 Şu makaleme bakınız: ‘Marx’s Use of “Class”, American Journal of Sociology, LXXIII (Mart, 1968), s.573-80
19 Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 11-13
20 Bunun tipik bir örneği H. B. Acton’un eleştirisidir. Acton Marx’ın üst yapının parçaları olması gereken hukuk ve ahlakı, aynı zamanda bu üst yapıyı belirlediği söylenen yapı parçaları olarak da ele aldığını belirtir. H. B. Acton, The Illusion of the Epoch (Londra, 1962), s. 164
21 Plamnatz’in yanında şu eserlere de bakınız: Karl Popper, Açık Toplum ve Düşmanları II, (Londra, 1962); Mandel Bober, Karl Marx’s Interpretation of History (Cambridge, 1950); R. N. Carew-Hunt, The Theory and Practice of Communism (Londra, 1963); Acton, The Illusion of the Epoch.
22 Marx, Felsefenin Sefaleti (Moskova), s. 122
23 Plamenatz şunu iddia ediyor: Marx ve Engels’in “büyük toplumsal devrimler hakkındaki yorumları, toplumsal değişimin temel kalıplarıyla ilgili ifadeleriyle çelişir.” Plamenatz, Man and Society II (Londra, 1965), s.276
24 Karl Popper, Açık Toplum ve Düşmanları, II, s. 331-332. Bunun yanında, A. D. Lindsay başta olmak üzere diğer kimi yazarlar tarafından savunulan başka bir yaklaşım da mevcut. Buna göre Marx, karşı karşıya olduğu muhalifleriyle mücadele edebilmek için sözlerini oldukça abartmıştır. A. D. Lindsay, Karl Marx’s ‘Capital’ (Londra, 1925), s. 38
25 Marx ve Engels, Selected Correspondence, Dona Torr (drl. ve çev.), (Londra, 1941), s. 519
26 A.g.e.,s. 512 ve a.g.e., s. 475, 477. Marx’ı belirlenimci olarak yorumlayan takipçilerin ve eleştirmenlerin yüreklerine su serpmek istemem ama Engels, Marx’ın görüşlerinin ve özellikle de tarih anlayışının ne olduğundansa ne olmadığını genelde daha açık ifade eder.
27 A.g.e.,s. 480
28 Rubel’in çok sayıdaki çalışmasında yer verilen “Marksizmin kendisi, Marx’tan sonra gelenler tarafından ona yüklenmeye çalışılan bir taklittir” şeklindeki tavrı karşısında oldukça ılımlıyım. Bu tartışma için bakınız: M. Rubel, “la Charte de la Premiere Internationale”, le Mouvement social, sayı 51 (Nisan-Haziran, 1965), s. 4ff. Yine de “Marksizm” teriminin, Marx’ın görüşlerini sergileme konusunda faydalı bir araç olduğunu düşünüyorum; zira bu görüşlerin yaygın olarak bilinen daha yanıltıcı adlandırmalarını ekarte etmede yardımcı olur.
29 Marx, 1844 Ekonomi Politik ve Felsefe Elyazmaları, Martin Milligan (çev.) (Moskova, 1959), s. 103
30 Acton, The Illusion of the Epoch, s. 166. Benzer şekilde Acton, Marx’ın görüşlerinin teknolojik yorumunun alternatiflerinin “neredeyse tartışılamayacak kadar anlaşılmaz” olduğunu savunur. A.g.e., s. 137
31 Bu bölümün başında, Marx’ın genelde ekonomik faktörler için kullandığı bir ifade olan “maddi güç” ile kuramı işaret ettiğini gördük. Yine, genelde fiziki yaşam araçlarının üretimini anlatan “üretim tarzı” kavramını; din, aile, devlet, hukuk, ahlak, bilim ve sanat gibi yaşamın farklı alanlarını işaret etmek için kullandığını da gördük. Aynı şeyi anlatmak için, birbirine zıt olduğu açık olan ifadelerin kullanılmasının göze çarpan bir diğer örneği, kapitalizmde işçilerin üretici kapasitesini işaret etmek için “emek gücü” ve “değişir sermaye” kavramlarını kullanmasıdır. Kapital I, s. 209. Benzer şekilde, “iş bölümü ve özel mülkiyetin (…) özdeş olduğunu” söylediği zaman, her ikisinin de öz itibariyle aynı bilgiyi ilettiği şeklinde Marx’ı yorumluyorum. Alman İdeolojisi, s. 22. Marx’ın hem erken hem de geç dönem yazılarında bu iki uygulamanın çok sayıda örneğine rastlarız.
Yabancılaşma
Marx’ın Kapitalist Toplumdaki İnsan Anlayışı
Yazar: Bertell Ollman
Yordam Kitap
Çeviri: Ayşegül Kars
Birinci Basım: Kasım 2012