Yürümeye Övgü – David Le Breton “Yürüyüş çoğu zaman insanın kendi içine yoğunlaşmasını sağlayan bir dönemeçtir.”

“Ormanda iki yol vardı, ben az gidileni seçtim” Robert Frost
David le Breton; Cabeza de Vaca, Richard Burton, Rene Cailie, Michel Vieuchange gibi ufuk yürüyüşçülerini anlattığı, kent yürüyüşlerini tasvir ettiği, yürüyüşün tinselliklerini vurguladığı kitabında “Yürüyüş dünyaya açılmalıdır. İnsanı mutlu yaşam duyguları içinde yeniden oluşturur. Tam bir duyumsallık isteyen derin düşünmenin etkin bir biçimine sokar insanı.
İnsan bazı yürüyüşlerinden değişmiş olarak döner… Yürüyüş çoğu zaman insanın kendi içine yoğunlaşmasını sağlayan bir dönemeçtir. Tümüyle insana özgü bir yetenek olan dünyaya anlam vermek, dünyayı anlayarak başkalarıyla paylaşarak hareket etmek insan varlığının milyarlarca yıl önce ayağa kalkmasıyla doğmuştur” der. Ela’nın yürüyüşünden habersiz ve günümüz dünyasını, gündelik yaşamı, otomobili, bilgisayarları, cep telefonlarını, interneti bedenimizle ilgimizi kesmemize neden olan araçlar olarak görür. Nitekim ona göre yürümek “Geçici ya da kalıcı olarak bedenle yaşamaktır… Zamanın ve yerin tadını çıkarma olan yürüyüş bir kaçış, modernliğe bir naniktir.”
Kitabı yazma amacı ise bir yürüyüş ansiklopedisi ya da bir antropoloji kitabı yazmak değildir. Gandhi ya da Mao gibi bazı siyasal muhaliflerin yaptıkları uzun yürüyüşlerden söz etmek de değildir. Amacı, “daha çok keyfi, zevk için yapılan yürüyüşten söz etmektir: rastlaşmak, tanışmak, konuşmak, zamanın tadını çıkarmak, istediğin yerde durmak, istediğin gibi yola devam etmek… Zevke davet ve olumlu işler yapmak için rehber değil… Düşünmenin ve yürümenin huzurlu mutluluğu.”

İlk adım…
Neredeyse her iki üç satırda bir yürüyüşün tanımını yapar Breton. Mesela bunlardan birine göre yürümek “sadece yaşanan anı hissettiren bir iç zenginliğe ulaşma yoluyla geçici kendini bırakmadır.”
Yürüyüş adımlardan oluştuğuna göre ‘ilk adım’ çok önemlidir. İlk adımdan sonra yürüyüşçü kendisini kimsenin tanımadığı bir ortamda bulur. Önemli olan eşiği aşmaktır. “Eşiği aşmak kısa ya da uzun bir süre için yaşam değiştirmekle eşanlamlıdır.”
“İnsanın bedeni olmadan yürümesinin ne anlamı olabilir?” sorusuyla devam eder. Yürümek yürüyüşçünün yürüyüş sırasında dünyaya bakışını derinleştirdiği, bedenini yeni koşulların içinde soktuğu bir eylem olur. Ve bu eylem sırasında “sırttaki çanta hep ağır gelir.” Yürüyüşte taşıdığın eşyalarla geride bıraktıkların arasında hiçbir fark yoktur, bunlar aynı öneme sahiptirler. Bana öyle geliyor ki Breton, Sevgi Soysal’ı ve Ela’yı bir yerlerden tanıyor. Yoksa ‘Yürümek’teki Ela niye yeni evine getirdiği büfesine eskiden kalma anlamlar yüklesin?
Eşyalardan sonra yaralar gelir: “Küçük olsun, büyük olsun, bütün yaralar yürüyüşçülerin günlük ekmeğidir.” Yaraları sessizlik onarır: “Yürüyüş sessizliğin geçişi ve geçici sessizliğin hazzıdır… Sessizlik keskin bir yaşama duygusu verir. Bir durum saptaması yapmayı, yer belirleme, bir iç birlik sağlama, zor bir kararı uygulamada ilk adımı atmayı sağlayan bir vazgeçme anıdır.” Öyle vazgeçer ki mesela Ela, bir daha geri dönüş artık mümkün değildir. Belki de o an Ela’nın elinde ‘Yürümeye Övgü’ kitabı vardır. “Yürüyüş yaşama sıkıntısı ya da acısına karşı bir ilaç” olmuştur bile çoktan. Adların peşine düşülmüştür. Ne de olsa “Her insanın kaderi sonsuz adlar içinde sadece bir avuç adı tanımaktır, dolayısıyla doğru insanı bulmak gerekir bu bağlamda, kesinlikle aranan şeyi bilen insanı.”
Yürüyüşçünün bir terslik insanı olduğunu içine sindirebilecek bir ad olmalıdır bu. Çünkü yürüyüşçü “Kendi adımlarının yolunu yaratmak için bilinen yerlerin yanından dolaşır, kalabalık yollardan kaçar. Yürüyüşçü küçük aralıklar, ikiaradalar insanıdır, ters yollara girmesi onu bir karşıtlar birliği içine sokar: Hem dışarıda hem içeride, hem burada hem oradadır.” David le Breton’un Amerikan şair Robert Frost’la da bir arkadaşlığı olmuş galiba ki, şair şiirinin son iki dizesini “Ormanda iki yol vardı, ben az gidileni seçtim” olarak belirler. Kimbilir, belki Ela’nın da paltosunun cebinde bu dizeler saklıdır.

Yürümek paylaşmaktır
Benim ‘Yürümeye Övgü’yü okurken sayfa kenarlarına aldığım notları sakladığım gibi, ama o notları sizden sakınmadığım gibi… Ne de olsa yürümek, biraz da paylaşmaktır:
Yürümek, az gidilen yolu seçmektir. Kişi, yürümeyi seçtiği yolun bedelini öder. Yürümek, geri adım atmayı içine sindiremez, sindirmemelidir, kişi buna izin vermemelidir. Çünkü, yürümek gitmektir, arkana dönüp bakmadan gidebilme cesaretini gösterebilmektir.
Yürümek, kaybettiğini kabullenmektir. Bir şeyi kaybetmek, başka bir şeyi kazanmaktır. Önemli olan neyi kaybedeceğine ve neyi kazanacağına karar vermektir. Yürümek, kararlılık gerektirir.
Yürümek, rastlantının ta kendisidir. Bazen kişi neye rastlayacağını önceden kestirebilir, kendisini üzeceğini bile bile o rastlantının o rastlantı olmasını sağlar. Yürümek, olabilecekleri sezmek demektir. Bir sezgi kuvvetidir. Bu yüzden bazen yaralar yürümek, ağır yaralar hem…
Yürümek, görmektir. Gördüklerinin fotoğrafını çekmektir. Kalbini daha fazla yaralasın, kanatsın diye… O yüzden bazen yürümek, kalbin kanamasıdır, ama kan kaybına rağmen yol almaktır. Sabırla, yaraları sarmaktır. Çünkü sabır büyütür insanı… Yürümek, bu anlamda, beklemektir biraz… Kaygıyla tanışmaktır, taşımaktır onu omuzlarında…
Yürümek, eşiktir. Eşikten içeri ya girersin, ya girmezsin… artık orası sana kalmış bir şeydir.
Yürümek, ara vermektir, mola almaktır hayattan. Yolun sonuna geldiğini kabul etmektir. Yolun değişebildiğini görmektir.
Yürümek, değişmektir.
Yürümek, ruh yetmezliği yaşamaktır, daha doğrusu ruh yetmezliği yaşayıp kendini kendinden dışarı atmaktır. Kendine katlanamadığın noktada kendinle barışmak için kendini yollara vurmaktır. Kendinle hiçbir zaman barışamayacağını, tökezleyip tökezleyip duracağını bilmektir. Yürümek, tökezlemekten başka bir şey değildir desem yeridir.
Yürümek, bir gün yürüyemeyeceğini bilmektir. Onun için, yürümek, hep daha fazla yürümeyi istemek, yürümeye bir türlü doymamaktır. Yürümek, yetinmemektir. Yürümek, ufku geniş olmaktır. Uzlaşmamak, uzaklaşmaktır.
Yürümek, uzak olmaklığından dolayı özlemektir bir de… Geride bıraktıklarını, alışkanlıklarını, sevdiklerini, eşyalarını özlemektir… Yüreğinin bir parçasının hep bir yerde asılı kalmasının acısını çekmektir. Bu yüzden yürümek, yüreğin ta kendisidir. Kimbilir, belki ikisi de aynı fiilden türemişlerdir, de sonradan ayrı düşmüşlerdir.
Sizin için yürümek ne demektir, hiç düşündünüz mü? Düşünmedinizse eğer alın yanınıza ‘Yürümeye Övgü’yü, çıkın dışarı yürüyüşe, merak etmeyin Breton da, Ela da, Frost da, elinizden tutacaktır.
ÜMRAN KARTAL, 12/09/2003 Tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki

TUĞBA ERİŞ, 15/08/2008 Tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki
Gerçekten de aylaklık etmek bir kenti arşınlayarak kendini keşfetmenin ve bazen de eylemde kendini unutmanın yollarındandır. David Le Breton?un yürümenin bir tür manifestosu olan ?Yürümeye Övgü?sü, modern yaşamın bir eleştirisi olarak okunabilir

Georges Perec?in Uyuyan Adam?ı eskiden hizmetçi odası olarak kullanılan nohut oda bakla sofa mabedinde dar sedirde yatıp tavandaki çizgileri, çatlakları, lekeleri saymadığı zamanlarda, Paris?in sokaklarını arşınlar. ?Yalnız bir adam gibi yürümeyi, aylak aylak dolaşmayı, sürtmeyi, bakmadan görmeyi, görmeden bakmayı öğrenir.? Gece gündüz avare dolaşır, sokakları, mahalleleri, binaları, pasajları keşfeder. Böylece öğrenilmeyen her şey olarak nitelediği, yalnızlık, kayıtsızlık, sabır ve sessizliği de yürürken duyumsar, deneyimler aslında.

Fransız antropolog ve sosyolog David Le Breton?un Yürümeye Övgü adlı çalışmasını okumaya başladığımda, yirminci yüzyılın ?münzevi kent gezgini? Uyuyan Adam?ın aklıma düşmesi, dış-yolculukla iç-yolculuğu yürüme eyleminde buluşturmasından, sentezlemesindendir muhtemelen. Gerçekten de aylaklık etmek bir kenti arşınlayarak kendini keşfetmenin ve bazen de eylemde kendini unutmanın yollarındandır. Walter Benjamin?in dediği gibi, ?aylak kentte, ormanda yürür gibi yürür, keşiflere açıktır. Yüzleri ve yerleri gözetleyerek, kişisel meraklarının peşinde ?asfaltta bitki toplar.??

Sessizlik, beden, acı, riskli tavırlar üzerine düşünmüş David Le Breton?un yürümenin bir tür manifestosu olan bu çalışması, modern yaşamın bir eleştirisi olarak da okunabilir. Çünkü işlevselliğin yaşamımızın her alanında ağır bastığı günümüzde, yürümek ve aylaklık tıpkı sessizlik gibi toplumların hoş görmedikleri olarak nitelenebilir. ?Aylaklık, acelesi olan insanın hüküm sürdüğü dünyada bir terslik gibi gözükür. Zamanın ve yerin tadını çıkarma olan yürüyüş bir kaçış, modernliğe naniktir.? Gerçekten de acelesi olan insan sokağı öldürüp sadece işlevsel bir alana dönüştürmüştür.

Keyifli okuma parkuru
David Le Breton, kent yürüyüşleri yanında Cabeza de Vaca, Richard Burton, Renè Cailiè ve Michel Vieuchange gibi ufuk yürüyüşçülerinden, Gandhi ya da Mao gibi siyasal muhaliflerin yaptıkları uzun yürüyüşlerden, Hinduculuk ve Buddhacılık?taki hac yürüyüşlerinden de söz ediyor Yürümeye Övgü?de. Ve bolca da tek başına, sırtta çanta ile kentlerarası, kıtalararası doğa yürüyüşlerinden dem vuruyor. Henry D. Thoreau, Jean-Jacques Rousseau, Robert-Louis Stevenson, Victor Segalen, Nikos Kazancakis?in de aralarında bulunduğu yazarlardan alımladıklarıyla da zenginleştirerek keyifli bir okuma parkuru sunuyor bize Breton; işitmek, görmek, hissetmek gibi aşina olduğu izleklerle aylaklığı irdeliyor.

Dünyaya açılmanın yolu
?Yürüyüşte düşüncelerimi canlandıran ve harekete geçiren bir şey var; hareketsiz kaldığımda neredeyse hiç düşünemiyorum; beynimin çalışması için bedenimin hareket etmesi gerekiyor. Bir kır manzarası, peş peşe gelen hoş görüntüler,
temiz hava, bol gıda, yürüyüşün kazandırdığı sağlık, istediğim yerde yiyip içme zevki, kendimi bağımlı hissettiğim her şeyden, bana durumumu hatırlatan her şeyden uzaklaşma… Bütün bunlar ruhumu özgürleştiriyor, bana daha cesur düşünceler aşılıyor, beni adeta varlıkların sonsuzluğuna atıyor ve bunları bir araya getirmeme, seçmeme, sıkıntısız ve korkusuzca keyfime göre sahiplenmeme olanak veri yor? diyen Rousseau?nun nitelediği koşullar iki yüz elli yıl öncede kalmasına rağmen, yürüyüşün dünyaya açılma ve saplantılardan uzaklaşmadaki etkin rolü, içinde bulunduğumuz çağda bile yadsınamaz.
?Sadece akıp giden zamana ve nihayet bütün yürüyüşlerin sonu olan ölüme doğru yavaş yavaş ilerlemeye meydan okumaktan başka bir şey değildir yürümek ve hiçbir yere varmamak üzere gerçekleştirilen amaçsız bir eylemdir.? Breton?un sunduğu okuma parkurunu bitirmek sonun aksine yeni başladığını duyumsatıyor insana.

Gerçi günümüzde flâneur kavramını bilecek avare kalmamış, dünyanın hızı arttıkça algı yavaşlamış ve ?münzevi kent gezgini? de düşünce üretemez hale gelmişse de, sokağı fethetmenin zamanıdır, bizim ilk kentli bireyimiz, flâneur?ümüz olan Yusuf Atılgan?ın Aylak Adamı?nı hararetle anarak.

18 Haziran 2008 Tarihli Sabah Gazetesi Kültür Sanat Sayfası
David Le Breton’un Yürümeye Övgü kitabı, siz bu satırları okuduğunuz sırada ikinci baskısını çoktan yaptı bile. Kitabın arka kapağındaki veciz cümleye hemen dikkat çekelim: “Ey okur, yürüyen adam sizsiniz!” Gerçekten de Le Breton’un kitabı, bu gündelik, yaşamsal ve felsefi, bireysel ve melankolik mefhumu tüm yönleriyle ele almaya çalışıyor. Kitap hakkında, Le Breton şunları aktarıyor: “Ben bir yürüyüş ansiklopedisi, bir kullanma kılavuzu ya da bir antropoloji kitabı yazmak istemedim. Alıştığımız toplumsal protesto biçimi haline gelmiş gösteriler dışında, gene protesto biçiminde başka yürüyüşler de var. Gandhi veya Mao gibi bazı siyasal muhalifler, yaptıkları yürüyüşlerle dünyayı sarsmışlardır…” (s.15) Le Breton’un uzun bir yürüyüşü andıran kitabına ilk adımı, ünlü ABD’li düşünür ve siyasetçi Henry David Thoerau atıyor: “Kafası rahat olan kimse, bütün zenginliklere sahiptir. Ayağında bir ayakkabı olan ve sanki tüm yeryüzü deriyle kaplıymış gibi yürüyen kimse için de aynı şey söz konusu değil midir?” Birçok özlü sözle taçlanan kitap, sosyoloji ve felsefe tarihindeki molalarıyla da okuru sıkmıyor, aksine kitabın açtığı yolun sonunu getirmeye fazla fazla ikna ediyor. Tek başına mı, yoksa grupla mı yürüneceği, sessizliğin yürümeye etkisi, ya da uzun ve hareketsiz yürüyüşlere dair ne varsa, bu kitabın patikası üzerinde, aklınızla onu adımlamanızı bekliyor

“Yürümek keyiflidir, çünkü öncelikle insanı gündelik yaşamın zorlamalarından geçici olarak da olsa kurtarır. Yürümek stresi, aceleyi, üretme zorunluluğunu yok eder. Yürümek, asılnda yaşamın o kendine özgü zamanını yeniden bulmaktır.
Yürürken yorulduğumuzda çimenlere oturmak, bir ağacın gölgesinde uyumak, bir ırmakta yüzmek yaşamın tadına varmamızı sağlar. Yaşamımızda yapmayı düşündüğümüz değişikliklerle ilgili en önemli kararları yürürken ve dinlenirken veririz. Yürümeye Övgü, yürümenin bütün yönlerine açılıyor:
Rousseau, Nietzsche, Heidegger yürümek fiilinin felsefece gölgesi üzerinde durmuşlardı. Daha önce Gövde, Ağrı, Riziko, Sessizlik temalı kitaplarıyla ilgi toplayan David le Breton, yürümenin bütün yönlerine açılıyor bu kitapta: Okur, Yürüyen Adam sizsiniz.” Tanıtım yazısı

Kitabın Künyesi
Yürümeye Övgü Yürümeye Övgü
Yazar: David le Breton
Yayınevi: Sel Yayıncılık
Çeviren: İsmail Yerguz
Sayfa Sayısı: 136

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir