Güney Eşkıyaları – Müslüm Kabadayı

Doktorlarının hastalığının ağırlaştığını açıkladığı bugünlerde, çağdaş destancılarımızdan Yaşar Kemal’in İnce Memed romanındaki kahramanlarla ilgili kimi açıklamaları da içeren aşağıdaki metni – kaybolduğunu sanıyordum – gün ışığına çıkarmak istedim. Üzerinde hiç işçilik yapmadan, ilk biçimiyle okurun değerlendirmesine sunuyorum. Umuyor ve diliyorum ki büyük anlatıcımız sağlığına kavuşur ve bu notlarda yazılanlarla ilgili düşüncelerini öğrenme olanağı buluruz.

Temmuz 2008’de üç hafta kadar Antep’te kalmıştım. O süreçte bir yandan Antep’i fiziki özellikleriyle (tarihi mekanlar, yollar, çarşılar vb.) öğrenmeye çalışırken, diğer yandan siyasal ve sanatsal konularla ilgili insanlarla tanışıp görüş alış verişinde bulunmaya çaba gösterdim. Daha önce adını duyduğum kimi kişi ya da olaylara dair araştırmalar yaptım. Bunlardan en dikkat çekici olanı ise Kürt Reşit’ti. 1964 doğumlu olduğunu öğrendiğim oğlu Özgür’le de tanışma olanağı bulduğum Kürt Reşit’in, Antep kabadayılık ve siyasal tarihinde derin bir iz bıraktığını fark ettim.

Kürt Reşit’in hayatı, siyasal çalışmaları, anıları, arkadaşlarının kendisiyle ilgili düşünceleri, fotoğrafları, oğlu Özgür tarafından oluşturulan internet bloğunda yer alıyor. Ayrıca 1965-1969 arasında TİP Yozgat milletvekilliği de yapmış olan eğitimci-yazar Yusuf Ziya Bahadınlı, 1969’da öldürülen Kürt Reşit’i, “Gemileri Yakmak” romanında “Memo” adıyla başkahraman yapar. Büyük ölçüde gerçek yaşamını yansıtan bu roman da önemli bir kaynak… Antep’te görüştüğüm Mahmut adında ve şimdi 77 yaşında olan arkadaşı, kendisi henüz 20’li yaşlardayken 1. TİP’e katılıp Kürt Reşit’le politika yapmış. Onunla bir jipe binip köyleri nasıl dolaştıklarını, zorlukları nasıl aştıklarını bana anlattığında, sosyalist hareketin Türkiye’de toplumsallaşmasında, dolayısıyla TİP’le birlikte sosyalizmin halk içine nüfuz etmesinde Kürt Reşit gibi yiğit halk önderlerinin büyük payı olduğunu anladım. Onun lise çağlarındayken başlayan haksızlığa karşı kabadayı hareketleri, 1940’lı ve 1950’li yıllarda Antep’te nam salan bir kabadayı karakterinin habercisi olur. 1950’li yıllarda malum güçlerce yönlendirilerek 1951 Tevkifatı’ndan buraya sürgün gelen eski TKP’li bir doktoru öldürmek üzere harekete geçtiği sırada doktoru tanıyınca ve onun fikirlerinden, verdiği kitaplardan oldukça etkilenince olaylara siyasal bakışı değişen, giderek sosyalist bir çizgiye kayan Kürt Reşit’in, daha sonra bir kamu kuruluşunda (YSE) işçileşme serüveni, devrimcileşme gerçeği önem kazanmaktadır. Bu olgunun; aslında Anadolu’nun birçok yöresinde bir biçimde haksızlığa uğrayıp öç alma duygusuyla dağa çıkan eşkıyaların, hapisleri boylayan kabadayıların, daha sonra mafyanın ya da çetelerin içine düşmesinin önüne nasıl geçilebileceği ve özellikle sınıf mücadelesine nasıl kazanılabileceği bakımından incelenmeye değer olduğunu düşünüyorum. Bu çerçevede çevremden duyduğum eşkıya ve kabadayı öykülerini yazmayı, içlerinden çarpıcı olanları da Kürt Reşit’in yaşamının bana gösterdiği doğrultuda değerlendirmeyi hedefliyorum.

Eşkıyalarla ilgili en çarpıcı hikayeleri dinlediğim kişi Sıtkı Öner… 1975’te polislerin hak ve özgürlükleri için kurdukları POL-DER’in, daha sonra Genel Başkanlığını da yapmış olan Sıtkı Öner, çocukluk ve gençlik döneminde özellikle babasından dinlediği eşkıya hikayeleri yanında, bazılarının yaşadıkları mekanları, yakınlarını görme olanağı da bulmuş bir insan. Zaman zaman olaylarda geçen kişi ve yer adlarını unutsa da daha sonraki görüşmelerimizde hatırlayıp söyleyen Sıtkı Ağabey’le, bu olay ve kişilerin sosyal, kültürel konumları üzerine görüşmelerimiz oldu. Onlardan birkaçıyla ilgili tuttuğum kısa notları aktarmak istiyorum.

1. Alo (Ali) : Yaşar Kemal’in romanının kahramanı İnce Memed’in ta kendisi. Maraş Göksun’a bağlı Keklikoluk köyünde yaşayan bu insan askerdeyken, yalnız kalan annesine aynı köyün ağası Molla Hüseyin ( romandaki Abdi Ağa) büyük acılar çektirir, adamlarına işkence yaptırır. Askerden dönüp gelen Alo durumu öğrenince, annesine “Senin her parmağın için Molla Hüseyin’in bir adamını öldüreceğim, kendisi de dahil” der. Bir gün Göksun’dan Saimbeyli’ye geçen Molla Hüseyin’in adamlarından 9’unu, Sakaltutan Geçidi’nde öldürüyor. Öldürdükleri arasında, yöredeki Alevilerin çok sevdikleri Seyit Cani adlı dedenin kardeşi de varmış. Ki, bu kişi şimdilerde Antep’te Kırkayak Kültür Merkezi’ni arkadaşlarıyla faaliyete geçiren Kemal Vural Tarlan’ın annesinin akrabasıymış.

Başka bir gün de Molla Hüseyin’in Tepebaşı Mahallesi’nin en tepesindeki evini askeri elbise giyerek basan Alo, orada önce musahibiyle karşılaşıyor. Musahiplik, Aleviler arasında çok önemli bir ilişki olup “kankardeşliği” anlamına gelir. Onu öldürmüyor ama sözleriyle rezil ediyor. Adam, hem utancından hem de korkusundan donup kalıyor orada. Önüne çıkan bir iki kişiyi öldürdükten sonra 3. kattaki odasında Molla Hüseyin’i delik deşik ediyor. Annesinin intikamını aldığını düşünen Alo, hiç kimseden korkmadığını göstermek için de Göksun eşrafının, kaymakam-savcı-komutanının yürüyüş yaptıkları Köprübaşı’na iniyor; onların gözünün önünden yürüyerek Suriye’ye geçiyor. Bir daha da kendisinden haber alınamıyor.

Bu konuyla ilgili ayrıntılara gelince…

a. Maraş Lisesi’nde Sıtkı Öner’in ağabeyi Hayri Öner’le okuyan Dersimli akrabalarından Rıza Can (bürokraside uzun yıllar çalışıp valilikten emekli olmuş), bir gün Yaşar Kemal’le görüştüğünde romanındaki İnce Memed’in Alo olup olmadığını sorduğunu ve “ta kendisi” yanıtını aldığını Sıtkı Öner’e anlatmış.

b. Kemal Vural Tarlan, annesinin yakın akrabası olan Seyit Cani’yle, Yaşar Kemal’in bu romanı yazarken sık sık görüştüğünden söz etmektedir.

c. Alo, Molla Hüseyin ve adamlarını öldürünce Göksun’da Sıtkı Öner’in babası Hasan Öner’in onu koruduğu ihbarı yapılır. Yörede sevilen ve bürokrasinin ve ilçenin ileri gelen eşrafının da saygı duyduğu Hasan Öner, bir gün Saimbeyli’ye bağlı Taşpınar köyünden (daha sonra Tufanbeyli’ye bağlanmış) Göksun’a bir Çerkez beyinin düğününe gelmiş. Bat Musa adlı bu Çerkez beyi, evi basıp Hasan Öner’i götürmek isteyen jandarma komutanının karşısına dikilerek şöyle demiş: “Hasan Bey benim konuğumdur, ancak benim ölümü tepeleyerek Hasan Bey’i buradan alabilirsiniz!” Gerçekten de teslim etmemiş Hasan Öner’i.

2. Hacı Uçkaç: Kürt Alevilerden olup Göksun’un Bağırsakderesi’nde yaşamış. Yine Göksun’un DP’li ağalarından Kuşoğlu Rüstem’in (Topal Rüstem) halka yaptığı baskı ve sömürüye isyan ederek ona kök söktürmüş. Eşkıya Remzi, Alo gibi o da sömürü ve baskıya karşı yoksulların yanında yer aldığı için DP’lilerin yönlendirmesiyle her yerde jandarma tarafından aranıyormuş. Hatta onun yerini söylemeleri için yöredeki Kürt Aleviler sorguya çekiliyor, işkenceden geçiriliyormuş. Durumu öğrenen Hasan Öner, bu durumu Ankara’ya telgrafla iletmeleri için Göksun Postanesi’nde engellendiklerinden, onları Saimbeyli’ye göndererek postaneden Ankara’daki ilgili kişi ve kuruluşlara telgraf çektirtmiş. Bu haberin yaygınlaşması üzerine köylülere işkence olayı durmuş.

Bu konuyla ilgili ayrıntılara gelince…

a. Köylülere işkence yapılmasını engellemek amacıyla Hasan Öner, Malatyalı Hüseyin Doğan’a gitmiş. İzzettin Doğan’ın babası ve DP milletvekili olan bu adam, Aleviler arasında “pirepiran”, yani “dedelerin dedesi” olarak bilinirmiş. Durumu anlatıp konuya el koymasını istediğinde Hüseyin Doğan şöyle demiş: “Siz de gelip DP’ye katılın.” Bunun üzerine çok sinirlenen Hasan Öner, ağzına geleni söyleyip ayrılmış oradan.
b. Sıtkı Öner, duyduğu kadarıyla Hacı Uçkaç’ın çocukları ya da torunları sonradan sağcı olmuşlar. Buna çok üzüldüğünü belirtiyor. Bunun gibi halkçı ve ilerici aile çocuklarından, tam tersi özelliklere, düşüncelere yönelenler çıkmaktadır. Bu olgu, başlı başına incelenmesi gereken, dolayısıyla psikolojik, sosyolojik bir mevzudur.

3. Temur ya da Timur: Göksun’a bağlı Fındıklıkoyak köyünden olup Kürt Alevi kökenli bir eşkıyaymış. O da yoksulların sözcüsü olup ağalara kafa tutmuş. Annesi yörede “Hürü bibi” diye bilinirmiş.

Müslüm Kabadayı

6 yorum

  1. Gerçekten de Alo’nun yaşam öyküsü İnce Memed’e çok benziyor. Her ne kadar olay, bizim o yörede (Kadirli)geçmiş gibi gösterilse de Göksun ve Çukurova’ya yakın yaylaların anlatımı da sayfalar tutmaktadır. Ama ne olursa olsun, kitabı okuyan, doğup büyüdüğüm yöreyi ve geleneklerini şiirsel bir dille, bizim ağzımızla anlatıldığını görecek, çukurova’nın o büyülü havasını içine sindirecektir.
    Ben İnce Memed’i İlkokulu henüz bitirdiğim yıllarda okumuştum. Çocukluk hayallerimle neredeyse İnce Memed oluyordum.
    Yaşar Kemal’le ne denli öğünsek azdır. En sonunda onun şanına yakışır bir anıt, kültür evi, yemyeşil bir ortam içinde ve Ceyhan Irmağının kıyısında ziyarete açılmış. İleri de daha da geliştirilir umarım.
    Saygı değer Müslüm Hocamın da bu incelemedeki emeği için doğrusu ne denli teşekkür etsek azdır. Çok ilginç ve bir o kadar da değerli “Alo” tespiti ile bizleri aydınlattı. Zaman içerisinde İnce Memed’in hangi eşkiya olacağı konusunda köyümün yaşlıları ile söyleştiğimiz olmuştur. O dönem yaşamış hiçbir eşkiyada İnce Memed’i anımsatacak bir nitelik bulamadığımız da doğrudur.
    Yüreğine sağlık Müslüm Hocam… kalemin var olsun.

  2. Teşekkürler Halis Ağabey. Halkların haksızlıklara, zulme karşı kahraman arayışı e kahramanlaştırma motifi ortak özelikler taşıyor. O nedenle Yaşar Kemal’in yaratıcılığını da besleyen bu geleneği, herkesin mücadele estetiğiyle donandığı, bir kahramana ihtiyaç duymayacağı eşit-özgür bir toplum düzenine yol almamız gerekiyor. Katkın için sağ olasın ağabey.
    Müslüm

  3. SAYIN KABADAYI, IYI NIYETLI YAZINIZDAKI EKSIK BILGILERIN DOGRULARINI YAZSAM, YORUM SAYFASINA SIGMAZDI! SADECE UCKAC AILESI ILE ILGILI OLANI (YALANI) DÜZELTEYIM. AILEM’DE SAGCI OLAN BIR ISIM SÖYLEYEBILIRSE; (KAYNAGINIZ) BIZ DE ÖGRENMIS OLURUZ ICIMIZDE KI “SAGCI’YI”

  4. Müslüm Bey, Alo , huSafiye Mehmet,Remzi Bey’le ilgili yazınızı okudum.Ancak bu konuda 1975 yılından beri araştırmalar yaptım, yüzlerce insanla yüz yüze görüştüm.Hatta Yukari Çukurova’da Ağıtlar ve Hikayeleri, Seferberlik ve Kurtuluş Savaşı Hikayeleri isimli kitapları da yazdım. Kadirliliyim, Kozan’da ikamet ediyorum. Özür
    dilerim ama anlatılanların çoğunluğu gerçek dışı.Sevgilerimle Tel: 0505 430 10 80

  5. -Kahramanmaraş’tan merhabalar.
    -Ben şanslı bir insanım ki, ayaklı kütüphane gibi bir babaannem (Arife DEMİR-YILDIZ) vardı. Nur içinde yatsın.
    -Kahramanmaraş Göksun İlçesi Keklikoluk Köyü’ndenim. Kahramanmaraş’ın büyükşehir olmasından sonra, köyümüz de mahalleye dönüştü.
    -Yazınızda adı geçen Molla Hüseyin (Koçgiri Kürtçesi ile Mılle Husén), dedem Hasan Hüseyin DEMİR’in babasıdır. Kendi zamanında köyün en zenginlerinden biridir. Eşkıya Alo (Kürtçe söylenişi ile Allo) olayında, mesnetsiz, yanlı anlatımlar vardır. Olayların aslını astarını bilmeden, tarafları dinlemeden yazı yazmak, insanları zan altında bırakmaktır. Yanıt hakkı doğurur. Bu tür söylemler bilimsel değildir.
    -Rahmetli babaanneme yıllar önce biri gelir ve Allo’nun Mılle Husén’i neden öldürdüğü ve gelişen olayları sorar. Nenem konuşmamıştır. Neden konuşmadığını sorduğumda, “İnsanlar çok acı çekti. Köyde şimdi huzur ortamı var. Çocuklarımız, torunlarımız kinle, nefretle büyümesin.” demişlerdi. O zaman ben de, “Bana anlat, ben yazayım.” demiştim. Rahmetli nenem de yarı Koçgiri Kürtçesi, kısmen Türkçe anlatmıştı ve ben kaleme almıştım. Hiçbir yerde yayınlamadım. Ama, bakıyorum ki, Allo neredeyse bir peygamber, bir Hazret-i Ali, bir Robin Hood, bir Köroğlu gibi anlatılıyor, hatta yok “İnce Memed’miş” deniyor. Bir tuhaf oluyorum. Şu kadarını söylemek istiyorum. Keklikoluk’ta koçu kaybolan bir başka dedemizin inadı yüzünden olaylar çığırından çıkıyor. Mılle Husén Dede’nin evi hanedan evi idi. Geleni, geçeni, dilencisi, yoksulu o eve gelirdi. Köylüye eziyet ettiği iddiaları tamamen yalandır. Bu tür uydurmaları yapanlara da şunu söylemek isterim: “Tuz ekmek hakkı bilmiyorsunuz.”
    -Burada veya başka bir yerde, bu konu ile ilgili olarak insanlar bana da ulaşabilirsiniz. Kahramanmaraş’tan selamlar. (Sosyal medya üzerinden “İskender Yıldız Koçgiri” olarak ulaşabilirsiniz.)

  6. Bu yazıma kaynak kişi olan Sıtkı Öner’i, ne yazık ki 7 Haziran 2017’de kaybettik. Ölümünden önce sağlığı da yerinde olmadığı için gelen soruları yanıtlayamamıştı. Mehmet Uçkaç, Ali Kocaman ve İskender Yıldız’ın dile getirdikleri eleştiri ve anlatıların, bu konunun farklı boyutlarının bilinmesine katkıda bulunmasını diliyorum.
    Müslüm Kabadayı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir