Yeni Şafak: İdamdan önce Seyit Rıza ve Atatürk arasında geçen konuşma

Yeni Şafak, Atatürk’le Seyit Rıza arasında geçtiği iddia edilen bir belge yayımladı.

“MAH Başkanlığına

-Hususi-

Ankara’dan alınan şifreli talimatname ile İhsan Sabri beyle görüşülüp ve İhsan beyin vereceği emir ve talimatnamelere harfiyen riayet edilmesi gerektiği, bunlarla ilgili raporunda süratle Başvekalet’e iletilmesi emredildi.

Bunun üzerine İhsan Sabri beyle görüşüldü. Bize hafta sonu Seyit Rıza ile alakalı mahkemenin toplanacağı ve karar verileceği ve idamların hafta sonuna yetiştirilmesi gerektiği ifade edildi. Yalnız en önemli nokta mahkeme kararını verdikten sonra Seyit Rıza ile Reisicumhurumuz’un biraraya getirileceğini, bunun çok çok gizli olması gerektiğini, bunun için lazım gelen tüm tedbirlerin büyük bir hassasiyetle yürütülmesi, ayrıca MAH bünyesinden Zazaca bilen en güvenilir görevlinin bu yolculuğa hazırlanması talimatını verdi.

Biz de gerekli hazırlığı son süratle yapmaya başladık. Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer beyle görüşülüp, Şükrü beyin gerekli asayiş ve güvenliğin, gizliliğin azami dikkatle nasıl yapılması gerektiği konuşulup fikir teatisinde bulunarak hazırlıklarımızı süratle bitirdik. Tam bir teyakkuz halinde yola çıktık.

Görüşmenin çok gizli kalması için çalışmalar

Mahkeme birkaç görüşmeden sonra gerekli yasal mevzuatlar yerine getirilerek idam kararları imzalatıldı. İdamların yapılacağı Buğday Meydanı’nı aydınlatmak için traktörler ve araçlar ayrıca idam edilecek 7 kişi için idam sehpaları ve küçük bir çingene çocuk temin edildi. Gün içerisinde bütün alınacak tedbirler, özellikle görüşmenin çok gizli kalması için her şey büyük bir dikkatle defalarca gözden geçirilerek bütün hazırlıklarımız tamamlandı.

‘Aralarından Seyit Rıza alındı’

Gece 12.20’de Seyit Rıza ve suç ortakları mahkemeye getirildi. Mahkeme verdiği kararı okumaya başladı ve 14 kişi beraatine ettirilirken Seyit Rıza dahil 7 kişi ölüme, diğerleri de çeşitli cezalarına çarptırıldı. Mahkemede idam kelimesi geçmediği için ölüm kelimesi ‘idam çino, idam tunne’ sesleri salonda duyuldu. Mahkeme takriben 1,5 saat sürdü. Aralarından Seyit Rıza alındı. Emniyet Genel Müdürü ile İhsan Sabri beyin jeepine bindirildi. Peşlerindeki 4 araç ile birlikte jeep hareket etti. Elazığ Merkez Tren İstasyonu’na gelindiğinde herkes araçlarından inmeye başladı. Asayiş için alınan tedbirler eksiksiz alındığı için tren istasyonu kapatılmış, görevliler evlerine gönderilmişti. İstasyonda MAH görevlileri dışında hiç kimse yoktu. Gizliliğe azami şekilde uyularak yapıldığından bu durumu bilmeyenler için her şey olağan gözüküyordu.

Görüşme

Reisicumhurumuz’un beyaz treni kör makasta bekliyordu. 8-10 dakika bekledikten sonra trene Seyit Rıza ile birlikte girdik. Reisicumhur’un yanında Alpdoğan paşa, Kazım Orbay ve Reisicumhur’un yaveri vardı. Masada yemek yeniyor ve içki içiliyordu. Reisicumhur, Seyit Rıza’ya kafasını kaldırarak, tepeden aşağı süzerek oturmasını söyledi. Seyit Rıza da oturmayı reddetti. Reisicumhur, Seyit Rıza’ya mahkemenin idam kararı verdiğini, bunun bu gece infaz edileceğini hatırlattı ve eğer pişman olduğunu söyleyip af dilerse idamların olmayacağını affedeceğini söyledi. Seyit Rıza da af dileyecek, pişman olacak bir şey yapmadığını, yaptıkları şeylerin kendi canlarını, mallarını, yerlerini, yurtlarını korumak için yaptıklarını söyledi. O ayları hep devlet görevlilerinden dinlediğini, kendisinin asıl gerçeklerini anlatmak istediğini söyledi.

Seyit Rıza gerçekleri anlatıyor

Reisicumhur başıyla onaylayarak anlatmasını söyledi. Seyit Rıza sakin bir dille Dersim’in Osmanlı döneminde büyük zulüm gördüğünü birçok baskıya rağmen Dersim’i koruduklarını, Osmanlı’ya asker vermediklerini, Milli Mücadele’ye birçok asker gönderdiklerini, cumhuriyete güvendiklerini, bilhassa halifeliğin kaldırılmasından sonra güvenlerinin daha da arttığını, silahların toplanmasına yardım ettiğini, silahların çoğunun toplandığını, isyan etmek niyetleri olsaydı silahları teslim etmeyeceğini, gerçekten Dersim’in cumhuriyete isyan etmek istemediğini söyledi.

İsyan ettirmek için jandarmanın tahrikleri

Jandarmanın isyan ettirmek için halkı devamlı tahrik ettiğini, aşiretlerin arasında husumeti bilerek artırdığını, saldırmak için bahane icat ettiklerini söyledi. Birçok silahsız masum halkın tayyareden atılan bombalarla parçalandığını, kaçıp mağaralara sığınan kadın, çoluk çocuğun da topluca öldürüldüğünü söyledi. Alpdoğan paşa konuşmaya girmek istedi. Reisicumhur el hareketiyle Alpdoğan paşayı susturdu. Seyit Rıza’ya devam etmesini rica etti.

‘Sizlere daha nasıl güveneceğim’

(Seyit Rıza teslim olmadan önce kendisine söz verildiğini anlatıyor) “Benimle erkanı harp dairesinden bir subay görüştü. Sizin beni Erzincan Valiliği’ne beklediğinizi sulh için görüşeceğinizi söyledi. İnandım, büyük yemin etmişti, inanarak, yanıma üç arkadaşımı alarak Erzincan Valiliği’ne gittim, bizi tutukladılar. Sonra da Elazığ Hapishanesi’ne gönderdiler. Yine bana oyun oynamışlar, yine hile yapmışlardı. Sonra mahkeme başladı, büyük oğlumdan iki yaş küçük olan birinin şahitliğiyle yaşımı büyütüp oğlumun yaşını küçülttüler. (Burada MAH mensubu bir hata yapıyor. Rıza’nın yaşı küçültülmüş, oğlunun ise yaşı büyütülmüştü.) Bugün de sizin emirlerinizle idam kararı verdiler. Sözlere güvenerek kendi ayağımla gelmeme rağmen beni idam edeceksiniz. Sizlere daha nasıl güveneceğim” dedi.

Türklük şuuru

Reisicumhur, bunları şimdi öğrendiğini tahkikat yaptıracağını söyleyerek, “Sana son olarak gel benden af dile, yaptıklarından pişman olduğunu söyle ki seni affedeyim. Eğer bunları yaparsan Dersim’e daha faydalı olursun. Bizimle işbirliği yaparsın. Cumhuriyet Dersim’e çok faideli işler yapacak, Dersimliler Horasan’dan gelmiş, Oğuz Türkleridir. Türklük şuurunu yeniden kazandıklarında, cumhuriyete çok faideli işler yapacaklar. Ben buna inanıyorum. Gel bu fırsatı kaçırma” dedi.

‘Sizin planınız Dersim’i yok etmekti’

Seyit Rıza, “Ben sulh için cumhuriyet için çok şey yaptım. Silah toplamaya yardımcı oldum. Silahlar toplandı. Şu adamlar teslim edilecek dendi, teslim ettim. Her istediklerinde ‘bu son’ dediler. Sonra daha fazla şeyler istemeye başladılar. İstekleri hiç bitmedi. Ben bunu önceleri anlayamamıştım. Sonra çıkan Tunceli Kanunu’ndan iyice anladım. Emin oldum ki biz Dersimliler ne yaparsak yapalım bu sizi durdurmayacak. Sizin de başından beri planınız Dersim’i toptan yok etmek, ortadan kaldırmaktı. Bunu çok geç de olsa anladım. Ben yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim, af da istemiyorum, bu benim son sözlerim, başka da bir şey demeyeceğim” dedi.

‘Size boyun eğmedim bu da size dert olsun’

Reisicumhur, sinirlenerek ayağa kalktı, eliyle Seyit Rıza’yı göstererek ‘götürün gereğini yapın’ emrini verdi. Seyit Rıza’nın koluna girip dışarı çıkarken birden durdu. Reisicumhur’a dönerek “Ben sizin hilelerinizi anlayamadım, onlarla başedemedim, bu yüzden görüşmek için geldim. Ölüme gidiyorum. Bu bana dert olsun, ama ben de size boyun eğmedim bu da size dert olsun” dedi. Reisicumhur eliyle işaret ederek ‘götürün’ dedi. Onu alarak kompartımandan çıktık. Araçlara geçtik. Trenden gelecek İhsan Sabri beyi bekledik. İhsan Sabri bey gelerek öndeki jeep’e geçti, hareket ettik. Bizler de peşlerinden giderek Buğday Meydanı’na geldik.

“Evlad-ı Kerbelayız, ayıptır, zulümdür, cinayettir”

İdamlar bitmişti. Sıranın kendisine geldiğini bilen Seyit Rıza gitti. Oradaki Çingen çocuğu eliyle iterek uzaklaştırdı. Sandalyeye çıktı, çok gür bir sesle “Evlad-ı Kerbelayız, ayıptır, zulümdür, cinayettir” dedi. İpi boğazına geçirerek sandalyeyi tekmeledi. Bu kadar yaşlı adamın cesareti herkesi hayrete düşürdü. Sonuç olarak idamların hepsi tamamlanmış oldu. 15 Kasım Pazartesi tüm gün asılı olarak halka teşhir edildi. 16 Kasım ise tüm cesetler Elazığ içinde dolaştırılarak halka teşhir edildi.

Cesetler yakıldı

İhsan Sabri bey saat 12.00’da valiliğe toplantıya çağırdı. 12’de valilikte Şefik bey, Elazığ Emniyet Müdürü İbrahim bey oradaydılar. İhsan Sabri bey bizlere, “Seyit Rıza’nın alelacele vakti idam edilmesi efkarı umumiyede merak hasıl olacağı muhakkaktır. Bizim devlet olarak Ankara’nın da talimatıyla herkese Seyit Rıza’nın Reisicumhur Elazığ’a gelmeden önce idam edilmesi mecburiydi. Çünkü Reisicumhur’un, Seyit Rıza’yı affetmesi ihtimali mevcuttu. Ayrıca cesetlerin yakılarak gizli bir yere azami gizlilik kurallarına riayet edilerek gömülmesi sağlanacak, bu görevide MAH bünyesindeki arkadaşlar gerçekleştirecek” diyerek toplantının bittiğini söyledi.

Cesetler alınarak boş bir araziye gaz dökülerek yakıldı. Kalan kırıntılar da çuvallara konularak Elazığ Merkez Tren İstasyonu ile Yolçatı Tren İstasyonu arasında çukur kazılarak defnedildi. Gömülen yerin haritası ve tutanakları, trendeki konuşmalar, ses kaydı ile birlikte harita ile, İhsan Sabri beye teslim edildi. İş bu rapor iki nüsha hazırlanmış, 1. Nüshası Başvekalet, bir nüshası İhsan Sabri beye teslim edilmiştir.”
(20 Nisan 2015, http://www.imctv.com.tr/)

 

Seyit Rıza idamdan önce Atatürk’le görüştü mü? – Ayşe Hür
(http://www.radikal.com.tr/ 18/11/2012)
Bu hafta 15 Kasım 1937’de Elazığ Buğday Meydanı’nda idam edilen Dersim’in lideri Seyit Rıza’nın idamdan önce Atatürk’le görüşüp görüşmediğinin cevabını arayacağım. Şimdi biraz geriye gidip Seyit Rıza’nın nasıl yakalandığını anımsayalım. Cumhuriyet’in Osmanlı’dan devraldığı köklü meselelerden biri olan ‘Dersim Müşkilesi’ni Ankara’nın nasıl ‘hallettiğini’ artık iyi biliyoruz: 1926’dan başlayan raporlama faaliyetlerini 1934 İskân Kanunu ve 1935 Tunceli Kanunu izlemiş; 1921’de Koçgiri Zaza İsyanı’nı kanlı biçimde bastıran Sakallı Nurettin Paşa’nın damadı General Alpdoğan’ın olağanüstü yetkilerle bölge valiliğine atanmasından sonra 1 Mayıs’ta Diyarbakır’dan kalkan üç uçak filosu bölgeye bombalar yağdırmaya başlamıştı. Bu uçaklardan birini Mustafa Kemal’in manevi kızı ve Türkiye’nin ‘ilk kadın pilotu’ Sabiha Gökçen kullanıyordu. Haziran-temmuz ayları boyunca köyler yakıldı, yıkıldı, kadınlar ve çocuklar dahil sayısız kişi makineli tüfeklerle tarandı.

Seyit Rıza ile hükümet kuvvetleri arasındaki son temas 16-17 Ağustos gecesi Bahtiyar mıntıkasında yaşandı. Çatışma sırasında, Seyit Rıza’nın oğlu Şeyh Hasan, ikinci karısı Bese ve üç torunu öldürülmüş, Seyit Rıza kaçmayı başarmıştı. Seyit Rıza 26 Ağustos’ta Bahtiyar Aşireti Reisi Şahin’in kendi adamlarınca öldürüldüğünü duyunca muhtemelen yenilgiyi kabul etti ve 10 Eylül 1937’de Erzincan 5. Jandarma Bölük Komutanlığı’na bağlı bir karakola teslim oldu. 1918 yılında Osmanlı ordularıyla birlikte Rus ve Ermenilerden kurtardığı Erzincan’ın kendisini kurtaracağını ümit etmiş olmalıydı.

Seyit Rıza’nın yakalanması üzerine Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakan İnönü, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve 3. Ordu Müfettişi Kazım Orbay, General Alpdoğan’a kutlama mesajları gönderdiler. Gazeteler olayı “Dersim’in en ileri ve son sergerdesi yakalandı” diye kamuoyuna müjdeledi.

Mahkeme başlıyor
Seyit Rıza ve arkadaşlarının (toplam 58 kişi oldukları sanılıyor) duruşması 18 Ekim 1937’de Elazığ’da başladı. Ahmet Emin Yalman’ın Tan gazetesine göre, ilk günkü duruşmada Seyit Rıza ve adamlarının 20/21 Mart 1937 gecesi Kahmut Köprüsü’nü yaktıklarını iddia eden şahit ifadesine Seyit Rıza “Allaha, devlete karşı gelmek için kudurmuş muyum ben!?” diye haykırarak itiraz etmişti. Gazetenin 23 Ekim 1937 tarihli nüshasına göre ikinci duruşmada Seyit Rıza’nın torunu Zeynel, dedesinin 60 silahlı adamla birlikte olduğunu anlatmıştı. Bu tanıklık Seyit Rıza’yı şaşırtmış, durumu açıklamakta zorluk çekmişti. Ama diğer aşiret reisleri çözülerek bazı itiraflarda bulunmuşlardı. 2 Kasım tarihli Tan’da, 1 Kasım tarihli üçüncü duruşmada da benzer olayların yaşandığı ama zanlıların bütün suçlamaları reddettiği yazıyordu. Benzer durumlar diğer duruşmalarda da yaşanacaktı.
16 Kasım 1937 tarihli Tan gazetesi ise acı sonu ilan ediyordu: “Tunceli hadisesine ait muhakeme hitam bulmuştur [bitmiştir]. Tunceli’de isyan eden 58 suçluya ait karar tefhim edilmiştir. Bu karara göre suçlulardan 11’i idama mahkûm olmuş fakat içlerinden dördü hakkında idam cezası yaşların geçkin olmalarından dolayı 30 sene ağır hapse tahvil edilmiştir. Diğer yedi idam mahkûmları şunlardır: Seyit Rıza ile oğlu Hüseyin ve Seyhanlı Aşireti reisi Hasso Seydi ve Yusufhanlı Aşiret reisi Kamer oğlu Fındık ve Demenanlı aşiret reisi Cebrail oğlu Hasan, Kureyşanlı Ulikeye oğlu Hasan ve Mirza Ali oğlu Alidir. İdam hükümleri bu sabah infaz edilmiştir. 14 suçlu hakkında beraat kararı verilmiştir. Diğer suçlular da muhtelif ağır cezalara mahkûm olmuşlardır.”

Otomobil farları altında yargılama
Seyit Rıza ve arkadaşlarının yargılanması ve idamını o sırada Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil yürütmüştü. Çağlayangil’e göre mahkemeler bazen otomobil farlarının ışığında yapılmış, okuma-yazma ve Türkçe bilmeyen sanıklara ne iddianame, ne avukat verilmiş, asabilmek için en az 75 yaşında olan Seyit Rıza’nın yaşı 57’ye indirilmiş, oğlunun yaşı da 17’den 21’e çıkartılmış, Alpdoğan Paşa, idam kararının yazılacağı boş kâğıdı önceden imzalamıştı. İdamlar 14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan pazartesi günü, gece yarısı Elazığ’ın Buğday Meydanı’nda infaz edilmişti.

İhsan Sabri Çağlayangil, idam anını ise şöyle anlatmıştı: “Kararlar okununca sanıklar ilk anda anlamadılar. ‘İdam tunne’ diye bir velvele koptu. Biz Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle polis müdürü İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza sehpaları görünce durumu anladı. -Asacaksınız; dedi ve bana döndü. ‘Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?’ Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. ‘Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz’ dedi. Bu sırada Fındık Hafız asılırken görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız’ın idamı bitti. Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Etrafta hiç kimse yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa bağırdı: ‘Evladı Kerbelayıh. Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir’ dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü. Çingene’yi itti, ipi boynuna geçirdi, sandalyeye ayağı ile tekme vurdu ve kendini astı. Gömüleceği yer türbe olmasın diye cenazesi de yakıldı…”

Çağlayangil, “Yakıldı” diyor ama yerel kaynaklara göre cenazeler ya Elazığ’ın merkez köylerinden Holfenk Köyü civarındaki Kireçocağı Mevkii’ne ya da Elazığ Tren İstasyonu civarına defnedilmişti.

“Cumhurreisi Elaziz’de”
17 Kasım 1937 günü Atatürk, kısa süre önce İsmet Paşa’dan başbakanlığı devralmış olan Celal Bayar, 3. Ordu Müfettişi Kazım Orbay, General Alpdoğan ve diğer yüksek zevatla birlikte Diyarbakır’dan Elazığ’a doğru yola çıkmıştı. Yolda Murat Suyu üzerinde bir köprünün açılış törenine katılmışlardı. Atatürk köprünün eski adı olan Soyungeç’i beğenmemiş ve Singeç yapmıştı. Ardından heyet Pertek’e gitmiş, Atatürk (18 Kasım tarihli Tan gazetesinin ifadesine göre) “Minimini mektep çocuklarının önünde durarak bunlarla ayrı ayrı konuşmuş ve içlerinden bazılarının yüzünde sivrisinek ısırmasından hâsıl olan çıban hakkında kaza doktorundan izahat alarak bunun sebebi ve tedavisi üzerinde esaslı tetkikat yapılmasını” emretmişti. Pertek’ten ‘Coşkun uğurlama tezahürleri arasında ayrılan’ Atatürk ve yanındakiler saat 17’de Elaziz’e varmışlardı.
Görüldüğü gibi bu hikâyede Seyit Rıza ve arkadaşlarının idamına dair tek bir kelime bile yoktu. İdamlardan sonra bölgede askeri harekât bir süre daha devam etmiş, kısa süreli bir sessizlikten sonra, 1 Haziran 1938’de II. Dersim Harekâtı başlamış, eylül ayının sonuna kadar Genelkurmay belgelerine göre, ‘haydut’, ‘eşkıya’, ‘şaki’, ‘dağlı’ diye nitelenen gruplar yine bu belgelerin diliyle imha edilmiş, temizlenmişti.

“Ordu zehirli gaz kullandı”
İhsan Sabri Çağlayangil 1986 veya 1987 yılında, o günün yüksek bürokratı, bugünün CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na devletin “Dersim Müşkilesi’ni nasıl bitirdiğini şöyle açıklamıştı: “…Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler. Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Dersim böyle bitti…”

İdamdan önce görüştüler mi?
Başlıktaki soruya dönelim: Seyit Rıza, idamlardan önce Atatürk’le görüşme fırsatı buldu mu? Bugüne dek, Atatürk’ün 12 Kasım 1937 günü Ankara’dan başladığı Doğu Gezisi’nin ilk durağının 13 Kasım’da Sivas olduğu, heyetin 14 Kasım’da Malatya’ya geçtiği, aynı gün saat 14.00’te şehirden ayrıldığı biliniyordu. Yerel Uluova gazetesinin 17 Kasım 1937 tarihli nüshasına göre “14 Kasım 1937 günü [Elazığ’ın merkezine yarım saat uzaklıktaki] Yolçatı’na gelen ve büyük bir törenle karşılanan Atatürk ile beraberindekiler o gün Elazığ’a geçmeden Diyarbakır’a” gitmişti. Heyet 15 Kasım günü öğleden sonra Maden’e akşam saatlerinde de Diyarbakır’a varmıştı. Burada iki gün kalan Atatürk 17 Kasım’da Elazığ’a gelmiş ve yukarıda Tan gazetesinden aktardığım programı gerçekleştirmişti. Yani Seyit Rıza ile hiç karşılaşmamıştı.

Neden Malatya’dan Diyarbakır’a?
Heyetin, Malatya’dan sonra yol üzerindeki Elazığ yerine önce Diyarbakır’a gitmesi sonra ters bir şekilde Elazığ’a gelmesi garipti ama kimse bunun üzerinde durmamıştı. Aynı şekilde, saatte 30 km. gidebilen buharlı trenle 250 km’lik Malatya-Diyarbakır yolculuğunun en fazla 10 saatte yapılması mümkünken yolculuğun 30 saate yakın sürmesi, bu süre içinde heyetin herhangi bir yerde konaklamaması da garipti ama bu konunun da üzerinde durulmamıştı. Sonuç olarak devletin yarı resmi gazeteleri tarafından duyurulan zaman çizelgesi idamların Atatürk’ün gıyabında gerçekleştiği, hatta habersiz olduğu, eğer bilseydi duruma müdahale edeceği iddiasını/efsanesini desteklemişti.
Halbuki, Kırmanciya Beleke Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serhat Halis’e göre bu kronoloji doğru değildi. Çünkü eğer Atatürk’ü taşıyan tren 14 Kasım 1937 günü saat 14.00’de Malatya’dan ayrıldıysa ve Elazığ’a uğramadan yola devam ettiyse, tren yol üzerindeki Sivrice Gölü’nün (kısaca Gölcük) önünden o gün akşama doğru geçmeliydi. Oysa 16 Kasım 1937 tarihli Ulus gazetesinde şöyle yazıyordu: “Atatürk öğle yemeklerini (…) Gölcük’te yemişler ve trenlerinden inerek göl etrafında iki saat kadar devam eden tedkiklerde bulunmuşlar, alâkadarlara bazı emirler vermişlerdir.” Gazeteye göre Atatürk ve heyeti 15 Kasım’da Maden’den geçmiş ve o günün akşam saatlerinde Diyarbakır’a varmıştı.

Nereye götürüldü?
Bu anlatımlar doğruysa 14 Kasım öğleden sonrası ile 15 Kasım sabahı arasında Atatürk ve arkadaşları neredeydi? Halis’e göre Atatürk o geceyi Elazığ’da Merkez İstasyonu’nda bekleyen treninde geçirmiş ve idam cezasının infazını bekleyen Seyit Rıza ile görüşmüştü.
Bu gizli görüşmeye dair bir ipucu da İhsan Sabri Çağlayangil’in anlatımlarında vardı. Çağlayangil idam gecesini anlatırken “Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle Polis Müdürü İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu…” demişti. Serhat Halis’e göre mahkeme binasıyla idamların gerçekleştirildiği Buğday Meydanı yan yanaydı. Bu yüzden Seyit Rıza’nın on adımlık mesafe için bir araca bindirilmesine gerek yoktu. Ayrıca Seyit Rıza elebaşı olarak ilk idam edilmesi gerekirken en son idam edilen kişiydi. İlk idamla son idam arasında yaklaşık bir saat vardı. Bu bir saatlik yolculuk muhtemelen Atatürk’ün kendisini beklediği istasyona yapılmıştı ve ziyaretin hüsranla bitmesinden sonra, büyük ihtimalle, Seyit Rıza idamından önce söylediği iddia edilen şu sözleri bu görüşmeden çıkarken sarf etmişti: “Ben sizin hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu, ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun!”
Ne dersiniz, ilginç bir iddia değil mi? ‘

Özet Kaynakça: Jandarma Genel Komutanlığı Dersim Raporu, Kaynak Yayınları, 2000; Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, Genel Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Başkanlığı Genelkurmay Basımevi, 1972; Ahmet Kahraman, Kürt İsyanları Tenkil Ve Tedip, Evrensel Yayınları, 2003; Mehmet Kalman, Belge ve Tanıklarıyla Dersim Direnişleri, Nujen Yayınları, 1995; İsmail Beşikçi, Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi, Belge Yayınları, 1990; İhsan Sabri Çağlayangil, Anılar, Güneş Yayınları, 1990; Serhat Halis, “Sey Rıza-3”, http://www.kirmanciye.org/beleke_sayi_4_hangi_sey_riza_3.htm

Hüseyin Aygün, Yeni Şafak gazetesinin Atatürk’ün, idam edilmeden saatler önce Seyit Rıza ile görüştüğüne dair yayınladığı belgeyi yalanladı.
(21 Nisan 2015 http://www.cumhuriyet.com.tr/)
Hüseyin Aygün, Yeni Şafak’ın haberine ilişkin, “2 yıl evvel 78 milyonun gözünün içine bakarak açıktan Kabataş yalanını söyleyenlerin 78 yıl evvel gerçekleşen bir siyasi idamla ilgili olarak iftira kapasitesini gözler önüne sermiştir” dedi.

“İdamların gerçekleştiği 1937 yılında MAH imzalı ve bu kadar düzgün bir Türkçe ile bir belge ancak AKP binasında ve 2015 yılında yazılır. Belgedeki tüm kelimeler bugünün Türkçesine aittir. Cümleler düzgün ve tutarlıdır. Hiçbir yanlışlık yoktur” diyen Aygün, Yeni Şafak’ın savaşa katılmadıklarını söylediği Dersimliler için de Genelkurmay belgesini gündeme getirdi. Belge, Genelkurmay Başkanlığı’nın Dersimlilerin Osmanlı ordusu yanında, Rus Savaşı’nda iki cephede birden savaştıklarını anlatıyor.

“İdamların gerçekleştiği 1937 yılında MAH (Milli Amele Hizmetleri Teşkilatı) imzalı ve bu kadar düzgün bir Türkçe ile bir belge ancak AKP binasında ve 2015 yılında yazılır. Belgedeki tüm kelimeler bugünün Türkçesine aittir. Cümleler düzgün ve tutarlıdır. Hiçbir yanlışlık yoktur” diyen Aygün, Yeni Şafak’ın savaşa katılmadıklarını söylediği Dersimliler için de Genelkurmay belgesini gündeme getirdi. Belge, Genelkurmay Başkanlığı’nın Dersimlilerin Osmanlı ordusu yanında, Rus Savaşı’nda iki cephede birden savaştıklarını anlatıyor.

Hüseyin Aygün’ün açıklaması şöyle:

“TARİH İMALATÇISI SAHTEKÂRLARIN ‘YENİ KABATAŞI’: SEYİT RIZA”

“AKP’nin adeta yayın organı gibi çalışan bir gazete, dün, Seyit Rıza’nın 1937’de idam edildiği günlerde Milli Amele Hizmetleri Teşkilatı (MAH) tarafından hazırlandığını iddia ettiği bir ‘vesika’ yayınladı.

Bu haber ve vesika, 2 yıl evvel 78 milyonun gözünün içine bakarak açıktan ‘Kabataş yalanı’nı söyleyenlerin 78 yıl evvel gerçekleşen bir siyasi idamla ilgili olarak iftira kapasitesini gözler önüne sermiştir.

Gazetede çıkan, MAH Başkanlığına yazılan ‘şifreli’ (gizli) rapora göre, İhsan Sabri Çağlayangil Elazığ’a hareket ederken MAH üyesi kişilere bir talimat verilmiş, Elazığ’daki mahkemenin idam kararı vermesinden sonra Mustafa Kemal Atatürk ile Seyit Rıza ‘çok gizli’ görüşecekmiş, MAH bünyesinde ‘Zazaca bilen’ biri hazırlanmalıymış, mahkeme ‘birkaç görüşme sonra’ idam kararlarını imzalatmış, gerekli malzemeler ve ‘küçük bir Çingene çocuk’ temin edilmiş, idam kararı okunurken, ‘idam çino’ sesleri duyulmuş, Seyit Rıza ve diğer yetkililerle beyaz trene gelinmiş, Atatürk, Seyit Rıza’ya oturmasını söylemiş, Seyit Rıza oturmayı reddetmiş, Atatürk, ‘eğer pişman olduğunu söyleyip, af dilerse idamların olmayacağını’ söylemiş, Seyit Rıza ‘pişman olacak bir şey yapmadığını, canlarını, mallarını ve yurtlarını savunduklarını’ söylemiş, Atatürk’ten müsaade isteyen Seyit Rıza ‘asıl gerçekleri anlatmak istediğini’ söylemiş, devamla, ‘Osmanlı’ya asker vermediklerini, Cumhuriyet’e destek olduklarını, Erzincan’a görüşmek için gittiğini, Erkan-ı Harp Dairesi’nden bir subayın kendisiyle görüştüğünü, amacının sulh olduğunu, kendi ayağıyla gelmesine rağmen kendisini idam edeceklerini, daha nasıl güveneceğini’ söylemiş, Atatürk’ün pişmanlık ve af isteğine karşı tekrar güvensizliğini belirtmiş ve af istemeyi reddetmiş, sonra Atatürk’ün yüzüne dönerek, ‘ben sizin hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu..’ sözlerini söylemiş, idam sırasında Çingen çocuğu uzaklaştırmış, 15 Kasım günü pazartesi tüm gün cesetler halka teşhir edilmiş, 16 Kasım ise tüm cesetler Elazığ içinde dolaştırılarak halka teşhir edilmiş.

Gazetenin yayınladığı belge gerek biçim, gerek içerik açısından tarih dışı, hayal ürünü ve sahteliği lime lime dökülen bir kâğıttır. Bunu muhtemelen MAH’ın bugünkü uzantıları, sipariş üzerine hazırlamışlardır. İşte gerekçelerimiz:

1-İdamların gerçekleştiği 1937 yılında MAH imzalı ve bu kadar düzgün bir Türkçe ile bir belge ancak AKP binasında ve 2015 yılında yazılır. Belgedeki tüm kelimeler bugünün Türkçesine aittir. Cümleler düzgün ve tutarlıdır. Hiçbir yanlışlık yoktur. O tarihte Dersim konulu yazışmalarda geçen ve bugün çoğumuzun hiç anlayamayacağı bazı deyim ve kelimelerden (Tunçeli, sürmekden, takarrür etmek, terfih edmek, leffen takdim etmek, mıntaka, aşiret dışlıları, müsaraat etmek, mütecasirler, tebellür etmek, arza cesaretyap olmak, teeyyüt etmek, tesanüdü bozmak, merbut bulundurmak, ifrağ etmek vb.) bir teki yoktur.

2-Sahte belge hazırlanırken başta İhsan Sabri Çağlayangil’in anıları olmak üzere bazı eserler ve gerçekliği bilinen olaylardan yararlanılmıştır. 2006 yılında biz Seyit Rıza’nın mezar yerinin bulunması için açtığımız davada, muhtemel mezar yerlerinden birinin Yolçatı mevkii olduğunu söyledik. Bu yıllardır tahmin ediliyor.

3-Belgeye göre, Atatürk-Seyit Rıza görüşmesinde tercümanlık yapacak bir MAH üyesi Ankara’dan birlikte götürülmüş. O dönemin pek az resmi yazışmasında ‘Zazaca’ adı geçer. Bu durum da belgeyi deşifre etmektedir. Belgenin bugünün ‘literatürü’ ile yazıldığı yine ortaya çıkıyor.

4-Belgeye göre mahkeme ‘birkaç görüşme ile’ kararını vermiştir. Oysa Çağlayangil’in anılarında 15 Kasım gecesi ‘sahurdan sonra açılan’ mahkemede, ‘tek oturum’ ile karar verildiği yazılıdır. (Çağlayangil’in Anıları, Bilgi Yayınevi, 3. Basım, s. 71)

5-Belgeye göre, en az 27 kişinin idamlarında görevli bir ‘Çingen çocuk’ hazırlanmış. ‘Cellatlık’ görevini bir ‘çocuğun’ yaptığı herhalde tarihte ilk defa görülüyor. Bugün IŞİD üyelerinin bazı idamları 10 yaşında çocuklara yaptırdığı bilinmektedir. AKP propaganda bürosu IŞİD idamlarından esinlenmiş görünüyor.

6-Belge, cellatlık yapacak ‘Çingen Çocuğun’ MAH üyelerince tedarik edildiğini yazıyor. Oysa idamlarda en etkili kişi olan ve anılarını 1987’de, -biraz da dürüstlük ve vicdan azabıyla- yazan Çağlayangil, ‘Elazığ Valisi Çingene cellat buldu’ demiştir. Hatta Çağlayangil, cellada ‘adam başına 10 lira verdiklerini’ bile söylemiştir.

7-İdam kararı okunurken, Dersimliler ‘idam çino’ diye bağırmış. Sahte belgeye Zazaca’yı yazanlar, idamlar sırasında Zazaca tepki verilmesi gerektiğini de elbette ihmal etmemişler. Oysa Çağlayangil, idam kararları okunduğunda, ‘idam tunne diye bir vaveyla koptuğunu’ anlatmıştır.

8-Belgeye göre, Beyaz Tren’de Atatürk-Seyit Rıza arasında gerçekleştiği belirtilen görüşmede de hayatın akışına, Dersim kültürüne, tarihine ve geleneklerine aykırı bazı hususlar göze çarpmaktadır. Atatürk’ün oturmasını istediği Seyit Rıza ‘oturmayı reddediyor’, ama bir süre sonra ‘müsaade isteyerek’ Atatürk’e ‘asıl gerçekleri anlatmak istediğini’ söylüyor. Belge sahtekârları bu tür hayatın akışına uymayan ‘ayrıntıları’ gözden kaçırmışlar.

9-Seyit Rıza, Atatürk’e, ‘Dersim olarak Osmanlı’ya asker vermediklerini’ söylüyor. Oysa Seyit Rıza bizzat kendisi Ruslarla savaşa Osmanlı ordusu yanında ‘Milis Kuvveti Komutanı’ (Batı Dersim Aşiretleri Milis Komutanı) olarak katılmıştır. Ekte Genelkurmay’ın, Dersimlilerin iki ayrı cephede Rus Savaşına ‘Milis Kuvvetleri’ olarak katılımları ile ilgili, 14 Ocak 2010 tarihli ‘belge’sini sunuyorum. Kabataş yalancıları ‘belgelere’ geçen ve çok iyi bilinen tarihsel gerçekleri de çarpıtmış.

10-Seyit Rıza’nın ‘Erkan- Harp dairesinden bir subayla görüşerek’ Erzincan’a görüşmeye gittiği de bir yalandır. Erzincan’a gitmesinde dönemin valisi ile samimi olan Cansa adlı ahret kardeşi rol almıştır. 1937’de, ailesinden 30 kişiyi kaybeden Seyit Rıza’nın, her yerde aranırken Erkan-ı Harp dairesi ile bir görüşmesinin fiziken olamayacağı açıktır

11-Belgeye göre, Atatürk’ün ‘pişman olduğunu belirtmesi halinde’ affedileceğine dair 2-3 ayrı yerde geçen sözler de kuşkuludur. Seyit Rıza ve 7 kişinin (oğlu Hüseyin dahil) affını öneren Mustafa Kemal’e karşı hemen teklifi reddetmesi de ilginçtir. Zira Seyit Rıza hem Osmanlı, hem Cumhuriyet döneminde çıkarılan birden fazla ‘aftan’ yararlanmıştır. Elbette Seyit Rıza kişilikli, cesur ve onurlu bir insandır. Canını pazarlık yapacak bir yapıda değildir. Nitekim idamdaki tavrını, İhsan Sabri Çağlayangil de ‘takdir’ etmiştir. Ancak başkalarının da yaşamasını sağlayacak bir öneriyi, onlara sormadan reddetmesi de Seyit Rıza’nın göstereceği bir tavır değildir. Seyit Rıza, ‘Cemaat Kültürü’nü en iyi bilen kişilerdendir. Böyle davranması hayatın olağan akışına aykırıdır. Sahte belgeciler, Dersim’i, Dersimlilerin önemli kararları nerde ve nasıl aldığını bilmediğinden burada bir kere daha deşifre olmuştur.

12-İdamlardan bir gün sonra, 16 Kasım’da cesetlerin ‘sokaklarda dolaştırılarak’ halka teşhiri de çelişkili bir iddiadır. ‘Gizli’ ve hukuk ‘hileleri’ ile gerçekleştirilen, Çağlayangil’in çektiği fotoğrafların dahi Atatürk tarafından ‘halk galeyana gelir’ endişesiyle ‘beyaz tren’de yakıldığı bir siyasal idamın kurbanlarının cenazeleri ‘Elazığ sokaklarında dolaştırılarak’ halka teşhir ediliyor? Sahte belgeciler bir kez daha teşhir oluyorlar. (Çağlayangil, s. 74)

Özetle, ‘Kabataş Yalancıları’ bir kere daha suçüstü yakalanmıştır. Amaçları ne Dersim, ne Alevilerin tarihsel acıları, ne mezar yeri 78 yıldır belli olmayan Seyit Rıza ve diğer kurbanlar, ne de ‘geçmişle yüzleşmek’tir. Sadece AKP lehine bir tarih inşa etmeye, AKP’nin ‘Alevi düşmanı’ karakterini gizlemeye, CHP ve Mustafa Kemal Atatürk’ü yıpratmaya çalışmaktadırlar. Bu sırada tüm çapsızlıkları ortaya çıkmakta, sahtekâr yüzleri teşhir olmaktadır.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir