Gelişmiş Ülkeler Gerçekten Daha Mutlu mu? Mutluluk İstatistiklerine Eleştirel Bir Bakış
“Gelişmiş ülkeler daha mutludur” cümlesini sıkça duyarız. Küresel mutluluk endeksleri, yaşam beklentisi, kişi başına düşen gelir gibi göstergelerle bu iddia desteklenir gibi görünür. Ancak bu tür ifadeler, işin göründüğünden çok daha karmaşık olduğunu, hatta bazen döngüsel bir mantığa dayandığını göz ardı edebilir.
“Gelişmişlik” ve “Mutluluk” Arasındaki Varsayılan Bağlantı
Tartışmanın özü, “gelişmişlik” ve “mutluluk” tanımlarımızın nasıl iç içe geçtiğinde yatıyor. Genellikle “gelişmiş ülke” kavramı, yüksek GSYİH, gelişmiş sağlık hizmetleri, yüksek okuryazarlık oranları, teknolojiye erişim ve belirli bir yaşam standardı ile eşanlamlı kabul edilir. Mutluluk anketleri ve refah endeksleri de bu nicel göstergeleri temel alarak oluşturulur.
Örneğin, bir ülke vatandaşlarının ortalama yaşam süresi uzadıysa, daha fazla kişi üniversite eğitimi alıyorsa veya daha çok insan otomobil sahibi olabiliyorsa, bu ülke otomatik olarak “daha gelişmiş” ve dolayısıyla “daha mutlu” kabul edilir. Ancak bu yaklaşım, mutluluğun ölçülemeyen, öznel ve kültürel boyutlarını dışarıda bırakma eğilimindedir.
Döngüsel Mantık: Ne Ölçtüğümüzü Sorgulamak
“Gelişmiş ülkeler daha mutlu” söylemindeki en temel sorunlardan biri döngüsel mantıktır. Bu, adeta şöyle demek gibidir: “X ülkeleri Y kriterlerine göre gelişmiştir. Biz de Y kriterlerini mutluluk tanımı olarak kabul ediyoruz. Dolayısıyla, X ülkeleri mutludur.”
Bu, mutluluğu, hâkim olan kalkınma ve gelişme modelinin belirli başarı ölçütleriyle sınırlamak anlamına gelir. Eğer bir toplumun refahını sadece ekonomik büyümeye, teknolojik ilerlemeye ve bireysel tüketime dayalı metriklere indirgerseniz, bu metriklerde üstün olan toplumların “daha mutlu” çıkması şaşırtıcı değildir.
Peki ya ölçülemeyenler?
- Topluluk Bağları: Geleneksel toplumlarda güçlü olan komşuluk ilişkileri, aile bağları ve dayanışma duygusu, Batı tipi “gelişmiş” toplumlarda bireyselleşmeyle birlikte zayıflayabilir. Bu sosyal sermayenin kaybı, istatistiklerde yer almaz.
- Doğayla İlişki: Doğrudan doğayla iç içe yaşayan, topraktan beslenen ve ekosistemle derin bir bağ kuran toplulukların hissettiği refah, GSYİH rakamlarına yansımaz. Modern yaşamın getirdiği doğadan kopuş ve yapılı çevreye bağımlılık, ruhsal bir boşluk yaratabilir.
- Anlam ve Amaç: Maddi zenginlik ve teknolojik kolaylıklar arttıkça, bireysel anlam arayışı ve varoluşsal boşluk hissi de artabilir. Yüksek bağımlılık oranları, depresyon ve anksiyete, “gelişmiş” toplumlardaki bu derin krize işaret edebilir.
- Kültürel Çeşitlilik: Okuryazarlık ve küreselleşme, yerel dillerin, sözlü geleneklerin ve benzersiz kültürel pratiklerin yok olmasına yol açabilir. Bu kültürel erozyon, “ilerleme” olarak sunulsa da, beraberinde paha biçilmez bir mirası yok eder.
Mutluluk Öznel Bir Deneyimdir
Mutluluk, derinlemesine öznel ve kültürel bir deneyimdir. Bir Afgan köyünde, maddi imkanları kısıtlı olmasına rağmen derin bir neşe ve cömertlik hisseden bir insan, Batı’nın mutluluk kriterlerine uymayabilir. Ancak bu, o kişinin gerçekten mutlu olmadığı anlamına gelmez. Kendi kültürel bağlamı içinde anlam bulan bir yaşam, “gelişmiş” bir toplumdaki yüksek gelirli ama yalnız bir bireyden çok daha tatmin edici olabilir.
Eisenstein’ın da belirttiği gibi, “eski kültürlerdeki, topluluğa ve yere bağlı, bir ata soyunda yakın tutulan, kişisel ve kültürel hikayeler ağına dokunan insanlar, herhangi bir modern insanda nadiren bulduğum bir tür sağlamlık ve varlık yayıyor.” Bu ölçülemeyen, ancak hissedilen değerler, modern “ilerleme” anlatısının dışında kalır.
Sonuç: İlerleme ve Refaha Daha Geniş Bir Bakış
“Gelişmiş ülkelerin daha mutlu olduğunu söylemek”, kalkınma ideolojisinin dayattığı dar bir mutluluk tanımına sıkışıp kalmak demektir. Bu, bizi kendi önyargılarımızın ve belirli bir dünya görüşünün tuzağına düşürebilir.
Gerçek ilerleme ve refah, sadece nicel göstergelerle değil, aynı zamanda kaliteli ilişkiler, doğayla uyum, anlamlı topluluklar, kültürel zenginlik ve bireyin içsel huzuru gibi ölçülemeyen unsurlarla da değerlendirilmelidir. Belki de asıl mutluluk, “ilerleme” kisvesi altında kaybettiğimiz değerleri yeniden keşfettiğimizde, yani döngüsel mantığın dışına çıkarak, kendi özgün ve bütüncül refahımızı inşa ettiğimizde mümkün olacaktır.
Sizce, mutluluğu ölçmek için hangi “gelişmişlik” ölçütlerini yeniden tanımlamalı veya hangi ölçülemeyen değerleri dahil etmeliyiz?