Dar Ayakkabılarla Yaşlanmak: Ruhsal Genişlemeye Direnmenin Bedeli
Carl Gustav Jung bir keresinde, belki de kendine has o hınzır gülümsemesiyle şöyle demişti:
“Hepimiz bize dar gelen ayakkabılarla yürürüz.”
Hayat, her adımda bizi büyümeye çağırırken, çoğumuzun verdiği yanıt, alışıldık olanın konforuna sığınmak oluyor. Ayakkabı dar ama tanıdık. Bastıkça canımızı yakıyor ama bizi biz yapan hatıralarla dolu. Belki de bu yüzden, yaş aldıkça içe doğru genişlememiz gerekirken, sıkışıyor; genişlemenin korkusuyla kabuğumuza çekiliyoruz.
Genişlemenin Gölgesi: Savunmaların Kalıplaşması
Zaman ilerledikçe yalnızca bedenimiz değil, zihnimiz ve duygularımız da şekil değiştiriyor. Ancak bazı insanlar bu değişimin önünde bilinçsizce set kuruyor. “Ben böyleyim” cümlesi, bazen bir öz kabul değil, içsel gelişime karşı kurulan görünmez bir duvar olabiliyor. Eski savunmalarla özdeşleşen benlik, geçmişin yankısını bugüne taşıyor. Bu, Jung’un da işaret ettiği gibi, insanın kendi gelişiminin düşmanı haline gelmesine yol açıyor.
Şair Rilke bir mektubunda şöyle der:
“Değişmelisiniz; yaşamın her durumu sizi başkalaştırmak içindir.”
Ama ya bu başkalaşım korkutuyorsa? Ya her değişim, terk edilmiş bir geçmişin yeniden kaybı gibi geliyorsa?
Ruhsallığın İçinden Geçememek
Yetişkinlikte dahi, eski yaraların diliyle konuşan insan, ruhsal büyümeye kapı aralayamaz. Bu içsel durgunluk, zamanla yerini içsel öfkeye bırakabilir. Ve bu öfke, çoğu zaman en yakınlarımızı hedef alır. Çünkü ruhsallığın düşmanlaştırdığı şey, yalnızca içimizdeki çocuksu kırılganlık değildir; aynı zamanda başkalarının neşesi, özgürlüğü ve dönüşüm potansiyelidir.
Albert Camus, “İnsan başkaldıran bir varlıktır” der. Ama başkaldırının yönü, dışarıya değil de içeriye çevrilmediğinde, insan kendi evini yakar; kendi ilişkilerini, kendi bedenini ve ruhunu örselemeye başlar.
Yaşla Gelen Bilgelik mi, Yoksa Öfke mi?
Çevremdeki birçok yaşlı insanın neden bu kadar öfkeli olduğunu sık sık düşünürüm. Ve galiba yanıt, Jung’un metaforunda gizli:
Dar ayakkabılarla çok uzun yürümek, sadece ayaklarınızı değil, kalbinizi de kanatır.
T. S. Eliot’un dizeleri gelir aklıma:
“Hayat deneyimle değil, deneyimlenememiş hayatın yankısıyla geçer.”
Ruhsal genişlemeye karşı gösterilen direniş, bu yankının yankısıdır belki de.
Ruhsal Genişleme: Cesaretin Sessiz Pratiği
Büyümek, sadece yaş almak değil, eski “ben”i nazikçe uğurlayabilmektir. Jung’un “persona” kavramı burada önem kazanır. Maskeyi çıkartmak kolay değildir; ama maskeyle yaşlanmak, içsel çöküşün kibar adıdır.
Virginia Woolf, “İçimizdeki odaları gezmedikçe dünya eksik kalır,” der. Ruhsal genişleme bu odalara gitmek, kilitli kalmış çekmeceleri açmak ve karanlığı misafir etmekle başlar.
Çünkü genişlemek, bazılarını korkutur. Ama aynı zamanda yalnızca genişleyenler, başkalarının dar ayakkabılarına şefkat gösterebilir.



