Akademik Validizmi Parçalamak: Yapısal Erişilebilirlik İçin
Bugün akademide en çok konuşulmayan ama en yakıcı meselelerden biriyle karşı karşıyayız: validizm. Engelliliği kişisel bir eksiklik, bireyin uyum sağlayamaması, “özel bir durum” olarak çerçeveleyen bu bakış, aslında tüm akademik yapının içine sinmiş durumda.
Bir üniversite amfisinde küçük bir rampa eksikliği, ilk bakışta sadece “lojistik bir detay” gibi görünebilir. Ama aslında bu, engelli bir araştırmacının ya da öğrencinin orada hayal bile edilmediğini gösteren sembolik bir dışlamadır. Akademik kurum, kendisini “tarafsız ve objektif” ilan ederken bile, perde arkasında hangi bedenlerin ve hangi zihinlerin orada var olabileceğine karar verir.
Akademik Validizmin Görünmez Yüzü
Engelli bireyler, akademide sadece kendi sağlık sorunlarıyla değil, aynı zamanda sürekli bir müzakere ve kanıtlama yüküyle karşı karşıyadır:
- Kimliklerinin meşruiyeti tartışılır,
- Orada bulunma hakları sorgulanır,
- Çalışmalarının değeri hep bir şüphe perdesiyle izlenir.
Engelliliğin tanınması veya bazı uyarlamaların yapılması mücadeleyi bitirmez. Çünkü asıl sorun, bireysel eksiklikte değil, normların kendisinde yatmaktadır.
Erişilebilirlik: Ek Bir Ayrıcalık Değil, Yapısal Bir Dönüşüm
Erişilebilirlik hâlâ çoğu kurumda “sonradan eklenen bir rampa”, “özel muafiyet” ya da “istisna” gibi düşünülüyor. Oysa erişilebilirlik, baştan itibaren kurgulanması gereken bir paradigma değişimidir.
Yapısal erişilebilirlik demek:
- Çalışma alanlarını ve biçimlerini yeniden düşünmek,
- Doğrusal olmayan ritimleri ve farklı hızları meşrulaştırmak,
- Farklı bedenleri ve biliş biçimlerini tanımak,
- “Profesyonellik” adı altında meşrulaştırılan dışlayıcı normları sorgulamak,
- Ve en önemlisi: engelliliği bir anormallik olarak görmekten vazgeçmek.
Sorun, bireyin bedeninde ya da zihninde değil; onu dışlayan sistemin kabullerinde yatıyor.
Neden Hepimizi İlgilendiriyor?
Çoğu zaman gözden kaçırıyoruz: Erişilebilirlik sadece engelliler için değildir. Yaşlılar, hamileler, kronik hastalığı olanlar, hatta dönemsel olarak zorlanan herkes için hayatı kolaylaştırır. Yani erişilebilirlik aslında hepimizi özgürleştirir.
Bu yüzden kapsayıcılık, bir kurumun ajandasına atılacak küçük bir onay kutusu olamaz. Bu, bilginin nasıl üretildiğine, kimin söz hakkı olduğuna ve kimlerin dışarıda bırakıldığına dair derin bir sorgulama gerektirir.
Sonuç: Karşılıklı Bağımlılık ve Kolektif Dönüşüm
Akademi, bireysel kahramanlık hikâyeleriyle değil, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma ve esneklikle güçlenebilir. Erişilebilirlik, “engelliliğe rağmen” değil, onunla birlikte; farklılıkların sadece tolere edilmediği, dönüştürücü güç olarak kabul edildiği bir ortam yaratmaktır.
Çünkü bilgi, ancak farklı zihinlerin buluştuğu, birbirini tamamladığı bir kolektifte gerçekten ilerleyebilir.