İçimizdeki Canavar Uyandığında: Bir Ulusu Ele Geçiren Unutulmuş Tanrının Hikayesi

Nasıl olur da şairlerin, filozofların ve bilim insanlarının ülkesi olarak bilinen bir millet, bir anda aklını yitirip tarihin en karanlık rejimlerinden birinin peşine takılır?

Bu, 1930’ların Almanya’sı hakkında sorulan en temel sorudur. Cevaplar genellikle ekonomik krizler, politik entrikalar ve sosyal çalkantılar etrafında döner. Ancak efsanevi psikolog Carl Gustav Jung, çok daha derin ve rahatsız edici bir cevap önerdi: “Çünkü unuttukları bir tanrı geri dönmüştü.”

Bu, bir masal değil. Bu, kolektif ruhumuzun nasıl çalıştığına dair tüyler ürpertici bir analiz.

Sahneye Çıkan Canavar: Wotan Kimdir?

Önce ana karakterimizi tanıyalım: Wotan. O, Zeus ya da Jüpiter gibi düzenli, medeni ve öngörülebilir bir tanrı değildir. Wotan, eski Germen kabilelerinin fırtına, savaş ve coşku tanrısıdır.

  • O, öngörülemezdir. Tıpkı aniden patlayan bir kasırga gibi.
  • O, mantık dışıdır. Savaşçılarını “berserker” denilen bir çılgınlık haline sokar; bu halde acı hissetmez, durdurulamaz birer savaş makinesine dönüşürlerdi.
  • O, bir gezgin ve arayışçıdır. Bilgelik için tek gözünü feda etmiştir. Hem bilge hem de delidir.
  • O, “ele geçiren” bir güçtür. Ona tapanlar, onun tarafından yönetilir, kendi iradelerini kaybederler.

Yüzyıllar boyunca Hristiyanlık ve Aydınlanma’nın getirdiği akılcılık, bu “ilkel” ve “barbar” tanrıyı zihnin en karanlık mahzenine kilitledi. Alman kültürü, kendini düzen, disiplin, mantık ve sanatla tanımladı. Wotan, unutulmuş bir kabus gibiydi.

Mahzendeki Canavar Kapıyı Kırdığında

Jung’a göre, bir arketipi (yani Wotan gibi kolektif ruhumuzun temel bir parçasını) bastırmak, onu yok etmez. Sadece onu yeraltına iter ve orada daha da güçlenmesini beklersiniz. Bir basınçlı tencere gibi, enerji birikir.

Ve 1920’lerin sonunda Almanya tam olarak böyle bir tencereydi:

  • Aşağılanma: I. Dünya Savaşı’nda yenilmişlerdi.
  • Anlamsızlık: Ekonomik kriz her şeyi silip süpürmüştü.
  • Boşluk: Eski değerler ve düzen çökmüştü.

İşte bu boşluk anında, mahzenin kapısı kırıldı. Yüzyıllardır bastırılan o ilkel, mantık dışı ve coşkulu enerji, Wotan, yeniden yeryüzüne çıktı. Ve kendine bir sözcü, bir avatar buldu: Adolf Hitler.

Jung’a göre Hitler’i sadece bir politikacı olarak görmek büyük bir hataydı. Hitler, bu kolektif cinnet enerjisinin mikrofonuydu. Milyonları hipnotize eden o histerik bağırışları, kalabalıkları tek bir vücut gibi hareket ettiren o coşkulu mitingleri düşünün. Bu, rasyonel bir politik hareket değildi. Bu, Wotan tarafından ele geçirilmiş bir halkın ayiniydi. Mantık devre dışı kalmış, ilkel fırtına her şeyi ele geçirmişti.

Wotan Bugün Hayatta mı? Elbette. Hem de Her Yerde.

Bu hikâyeyi sadece geçmişe ait bir Alman trajedisi olarak okursak, en büyük dersi kaçırmış oluruz. Wotan ölmedi, sadece şekil değiştirdi. O, aklın ve medeniyetin kontrolü kaybettiği her yerde ortaya çıkan kolektif çılgınlık enerjisidir.

  • Sosyal Medya Linçleri: Mantıklı argümanların hiçbir işe yaramadığı, isimsiz kalabalıkların tek bir “düşmana” karşı kör bir öfkeyle birleştiği o anları düşünün. O anlarda kimse birey değildir; herkes “sürü ruhunun” bir parçasıdır. İşte bu, Wotan’ın fısıltısıdır.
  • Kutuplaşmış Siyaset: Kendi liderlerine sorgusuz sualsiz bir coşkuyla bağlanan, karşı tarafı ise insan olarak bile görmeyen fanatik gruplar… Onları harekete geçiren şey politik programlar değil, “biz ve onlar” ayrımının yarattığı o ilkel, kabileci enerjidir. Wotan, bu enerjiyi sever.
  • Komplo Teorileri: Kanıtların ve mantığın tamamen reddedildiği, insanların kendilerini “gerçeği gören seçilmişler” olarak hissettiği, giderek kendi içine kapanan ve dış dünyaya öfke kusan gruplar… Bu, Wotan’ın modern bilgelik arayışıdır; karanlık ve paranoyak bir bilgelik.

Peki Ne Yapmalıyız?

Jung’un uyarısı net ve basittir: Gölgenizle yüzleşin.

İçimizdeki ilkel, mantıksız ve hatta vahşi tarafı yok saymak, onu “medeni değil” diye bastırmak, yapabileceğimiz en tehlikeli şeydir. Çünkü ne kadar bastırırsak, o kadar güçlenir ve kontrolü kaybettiğimiz bir anda, en korkunç şekilde ortaya çıkar.

Çözüm, bir “berserker” olmak değil. Çözüm, içimizdeki o fırtına potansiyelinin varlığını kabul etmek, onu anlamak ve ona bilinçli bir şekilde yön vermektir. Öfkemizi, tutkularımızı, aidiyet ihtiyacımızı tanımalıyız.

Eğer biz kendi içimizdeki canavarla bilinçli bir şekilde konuşmazsak, bir gün gelir, başka birinin sesiyle, bizim adımıza ve bizim aracılığımızla haykırmaya başlar. Ve tarih bize göstermiştir ki, o haykırış her zaman felaketle sonuçlanır.