Deli Damgası: İktidarın En Keskin ve En Bilindik Silahı Üzerine Kıssalar
Yazan: Jungish
Azizim,
İnsanoğlunun zulmü, gaddarlığı üzerine çok kitaplar okuduk, çok hikayeler dinledik. Zindanlar, kırbaçlar, sürgünler… Lakin bütün bunların yanında öyle bir zulüm yöntemi vardır ki, en keskin kılıçtan daha derine işler, en karanlık zindandan daha beter bir esaret sunar. Bu, efendim, iktidarın, gücü elinde tutanın, beğenmediği, kafa tutan, hak arayan bir insanın alnına o silinmez, o kahredici “deli” damgasını vurmasıdır!
Bu, sadece bir hakaret değildir. Bu, bir insanı aklından, fikrinden, şahitliğinden ve nihayetinde insanlığından mahrum etme sanatıdır. Gelin size, bu şeytani sanatın dünyanın dört bir yanında, nasıl da maharetle icra edildiğine dair birkaç acı misal sunayım da, görün dünyanın ne kadar tekinsiz bir tımarhaneye dönüşebildiğini.
Kaçmak İstersen Hastasın, Tembelsen Yine Hastasın!
Her şeyden evvel, şu Amerika’nın kölelik devrindeki o pek “bilimsel” hekimlerine bir bakalım. Samuel Cartwright isminde bir zat, bakmış ki bu zavallı siyahi köleler, o pamuk tarlalarındaki cehennemden kaçmak için fırsat kolluyorlar. “Hürriyet” denilen o en insani arzuyu, o en doğal hakkı, adam kalkmış bir akıl hastalığı olarak tarif edivermiş! Adını da pek bir fiyakalı koymuş: “Drapetomania”, yani “kaçma hastalığı”.
Peki, bu “hastalığın” çaresi neymiş dersiniz? Kırbaç! Hekim Bey, “içlerindeki o kaçma şeytanını çıkarmak için” bol bol kırbaç tavsiye etmiş. Daha da ileri gidenler, kaçmasınlar diye zavallıların ayak başparmaklarını kesmeyi bile “tedavi” saymışlar!
Adam, bununla da kalmamış. Bakmış ki bazı köleler yorgunluktan, umutsuzluktan bitap düşmüş, çalışmıyor. Buna da hemen bir isim bulmuş: “Dysaesthesia aethiopica”, yani “tembellik hastalığı”. Velhasıl, o devirde bir köleysen, ya kaçtığın için deliydin ya da çalışmadığın için… Normal olmanın tek yolu, efendine sessiz sedasız itaat etmekti!
“Bu Adam Muhalif mi? Tıkayın Tımarhaneye!”
Bu mikrop, sadece köle sahiplerinin işine yaramamış elbet. Fikri, zikri iktidarın hoşuna gitmeyen kim varsa, bu “deli” gömleği hep hazırda bekletilmiş. 1927’de Aurora D’Angelo isminde bir kadıncağız, o meşhur Sacco ve Vanzetti davasında protestoya katıldı diye, hemen bir akıl hastanesine yollanmış.
Ya da şu papaz Clennon King’in hikayesine ne demeli? 1958’de, sırf bir siyahi olarak beyazların üniversitesine kayıt olmaya cüret ettiği için, Mississippi polisi adamı derdest etmiş. Gerekçeleri ne peki? “Bir zencinin buraya girmeye çalışması için deli olması gerekir!” Adamcağızı on iki gün boyunca bir tımarhanede esir tutmuşlar. Yani, “eşitlik istemek” de bir nevi delilik alametiymiş!
“Başkan Deli mi?” ve “Gerçeği Söyleyen Kadın”
Bu iş o kadar ileri gitmiş ki, 1964’te bir dergi kalkmış, ruh hekimlerine “Başkan adayı Barry Goldwater deli midir, değil midir?” diye anket yapmış. Artık siyasi rakibini alt etmek için ona “deli” demek, bir nevi adet olmuş.
En acı misallerden biri de Martha Mitchell hadisesidir. Bu kadın, o meşhur Watergate skandalı sırasında, kocasının da içinde olduğu hükümetin yasadışı işler çevirdiğini avaz avaz bağırmış. Ne mi yapmışlar? “Vah vah, kadıncağızın aklı başında değil, hezeyan görüyor,” diye kadını itibarsızlaştırmaya çalışmışlar. Sonra ne oldu? Kadının söylediği her şeyin doğru olduğu ortaya çıktı! İşte o günden beri, bir insanın söylediği acı gerçeklere “hezeyan” denilmesine, tıpta “Martha Mitchell Etkisi” denir olmuş.
Modern Zamanların Sinsi Hastalıkları
Yakın zamanda da vaziyet pek farklı değil. Protesto Psikozu isminde bir kitap, 1960’larda sivil haklar için mücadele eden siyahi erkeklere nasıl kolayca “şizofren” teşhisi konulduğunu anlatıyor. Niye mi? Çünkü o zamanın tıp kitaplarına “düşmanlık” ve “saldırganlık” gibi belirtiler eklenmiş. Yani, hakkını arayan, öfkesini dile getiren bir siyahi erkekseniz, yeni tarife göre siz bir şizofrendiniz!
Bugün de “Muhalif Meydan Okuma Bozukluğu” gibi teşhisler, otoriteye baş kaldıran çocukları ve gençleri kolayca “hasta” olarak damgalamak için kullanılıyor. Kaliforniya’da koruyucu ailedeki çocuklara, sırf “yaramazlık” yapıyorlar diye avuç avuç psikiyatri ilacı verildiği ortaya çıkıyor. Hatta iş o kadar çığırından çıkmış ki, Mart 2025’te Minnesota’da, sırf Başkan Trump’ı sevmiyorlar diye insanlara “Trump’ı Çekememezlik Sendromu” diye bir akıl hastalığı teşhisi konulmasını teklif eden bir yasa tasarısı bile sunulmuş!
Velhasıl kelam, bu kıssadan çıkan hisse pek acı, pek de açıktır. İktidar, elindeki en keskin neşteri, yani tıp bilimini, kendi nizamına uymayan her fikri, her isyanı, her hak arayışını kesip atmak için kullanmaktan asla çekinmemiştir. Özgürlük arzusu, eşitlik talebi, doğruyu söyleme cüreti… Hepsi, yeri geldiğinde birer “hastalık belirtisi” oluvermiştir.
Aklımıza ve birbirimizin aklına sahip çıkalım. Çünkü tarih bize göstermiştir ki, bir toplumda “deli” diye damgalananların sayısı artıyorsa, asıl deliliğin kimde olduğunu sorgulamanın vakti gelmiş demektir.


