Ali İsmail – Emri Kim Verdi? – İsmail Saymaz
Örgütlü bir şiddet
2 Haziran 2013 günü, Eskişehir’deki Sanayi Sokak’ta yaşanan anlar, bilinmeyen yaşamların öyküsü olmaktan çıkıp, iyilik ve kötülük üzerine dünyaya büyük anlamlar bıraktı. İsmail Saymaz’ın Ali İsmail: Emri Kim Verdi? kitabı o anların yakın tanıklığı.
Bulunduğun yer, daracık bir zaman içerisinde verdiğin karar bazen belirler bütün hayatı. Kimi zaman yapman gerekeni yapmamak, kimi zaman yapmaman gerekeni yapmaktır belirleyen. Bazen avuçlarından kaçıp giden büyük bir aşk, bazen büyük bir sevda hikâyesi olabilir verdiğin kararın sonucu. Bazen hayatta kalmak, bazen kimsenin seni avuçlarında tutamaması. Ali İsmail için “o an” girdiği bir sokaktı. Onu öldürenler için bir çocuğu linç ettikten sonra kahkaha atmaları. Ali İsmail, gazdan kaçmak için birkaç saniyede karar verip girdiği o sokakta yaşamını yitirirken, geriye tertemiz bir insanlık hikayesi bıraktı.
Ve Ali İsmail’i öldüresiye dövdükten sonra kahkaha atanlar, insanlık tarihindeki yerlerini, o an yaptıklarıyla aldı. 2 Haziran 2013 günü, Eskişehir’deki Sanayi Sokak’ta yaşanan anlar, bilinmeyen yaşamların öyküsü olmaktan çıkıp, iyilik ve kötülük üzerine dünyaya büyük anlamlar bıraktı. Ali İsmail, bu karanlık filmde, iyiliğin adıydı.
“Kendi arkadaşlarıdır” diyen vali
İsmail Saymaz’ın yeni kitabı Ali İsmail: Emri Kim Verdi? o anların yakın tanıklığı. Radikal gazetesindeki haberleriyle tanınan Saymaz, Ali İsmail cinayetinin aydınlatılmasının en yakın tanıklarından biri. Ve haberleriyle, o sürecin Türkiye tarafından izlenmesini sağlayan gazeteci. Ancak Saymaz’ın kitabı o haberlerden çok daha fazlası. Bitirdiğinizde bir terazi beliriyor gözünüzde. Gezi sürecinde söylenenler, komplo teorileri, küresel güçler, lobiler, stratejik derinliklerin bir kefede, tişörtlerini, ağaçları, müziği seven, yaşamını anlamlı kılmak için oradan oraya gidip, hiç kötülüğün izinden gitmeyen gencecik bir çocuğun yaşamının diğerinde olduğu, birbirleriyle tartılamayacak ağırlıkların tartıldığı adaletsiz bir terazi. Bu bakımdan, Saymaz’ın kitabı, tarihe bırakılan bir belge. Kitabın önemli bir bölümü, doğal olarak, Ali İsmail cinayetinin sanıkları hakkındaki soruşturma ve yargılama süreçlerine ayrılmış.
Saymaz, bu bölümlerde, ağır yargısal süreçleri, basit, “haklılık ve haksızlık”, “suçlular ve güçlüler” ayrımlarının hemen yapılabileceği bir dille anlatıyor. Kimi zaman sözü tutanaklara bırakıyor, kimi zaman kokusu bile ağır duruşma salonlarından çıkan insan öykülerine.
Ali İsmail’in avukat ağabeyi Gürkan Korkmaz’ın, yurt ve okuldan arkadaşını, sanık avukatı olarak gördüğündeki hayal kırıklığını da son tekmeyi atan Mevlüt Saldoğan’ın “darbe” iddialarına sığınmasını da sanıkların kurtulmak için yaşamları boyunca en çok ihtiyaç duydukları “birlik ve beraberliği” bırakıp birbirlerini nasıl suçladığını da çocukları öldürülmüş bir ailenin bir duruşma öncesi neler yaşadıklarını da sayfalarda buluyorsunuz. Ve kararları, hakimlerin tavırlarını, verilen kuşa döndürülmüş cezaları, delil karartmaları, yok saymaları, trajikomik savunmaları, Sanayi Sokak “kahramanlarının” hiç de tek başına yakaladıkları bir çocuğu dövdükleri o gece olduğu kadar güçlü olamadıklarını anlıyorsunuz.
Kitap, Ali İsmail’in Sanayi Sokak’taki görüntülerinin nasıl ilk andan itibaren kaybedilmeye çalışıldığını, polisin, bilirkişinin bunun için neler yaptığını, 19 yaşında yaşamını kaybetmiş bir çocuğun katillerini bulmak yerine “Kendi arkadaşlarıdır” diyen validen, hastanede Ali İsmail’e gösterilen tavırları teker teker, belgeleriyle, açık seçik göz önüne seriyor.
Bu yönleriyle, kitap, zaten yazılması ve İsmail Saymaz tarafından yazılması tarihsel olarak zorunlu, arşivlerde yer alması gereken güçlü bir hafıza çalışması. Ancak kitabın marifetleri bununla bitmiyor.
Saymaz, çeşitli dergilere yazdığı yazılarda ve son dönem kitaplarında, gazeteci kaleminin birkaç adım ötesine geçiyor.
Haber dilinden uzak bir üslupla hayal kırıklıklarını anlatıyor misal, misal gençlik hayallerini. Ali İsmail kitabının bütününde de o hakiki dil hâkim.
Ali İsmail’in doğduğu ve büyüdüğü iklimi de Ali İsmail’den sonra Hatay’a düşen gölgeleri de kitabın dilinden hissedebiliyorsunuz. Ali İsmail’in doğumunu, büyüdüğü mahalleyi, kalp rahatsızlığının yaşamını nasıl etkilediğini öğreniyorsunuz. Daha lisedeyken arkadaşlarını toplayıp kurduğu “Toplum İçin Gençlik” adlı toplulukla mavi kapak toplamaktan çevre temizliği yapmaya kadar uzanan ilk aktivizmini, ağabeyinden nasıl etkilendiğini, annesinden nasıl tokat bile yemediğini.
Eli sopalılar
Neden Eskişehir’i okumak için seçtiğini, neden 4 ev arkadaşının birbirlerine “Habib” diye hitap ettiğini. Ali İsmail’in, 2 Haziran’dan önce nasıl sevdiği kıza açılmaya karar verdiğini, ne çok düşündüğünü, ne çok hayal ettiğini. Ali İsmail’den önce Gezi protestolarına katılanların ve katılmayıp sadece sokakta bulunanların Eskişehir’deki o sokaklarda nasıl öldüresiye dövüldüklerini anlıyorsunuz. Tek suçu sokağa çıkmak olan Gürcü Akaki Avaliani’nin misafirperver Türkiye’de nasıl komalık edildiğini, üstelik işkence görmesi nedeniyle açılan soruşturmada, nasıl suçlu gibi sorgulandığını görüp şaşıyorsunuz.
Ali İsmail’in girdiği o sokakta, öldüren dayağa tanıklık edip bağıramamanın eziyetini yaşayan bir gencin hüznünü ve cesaretini, aynı sokakta öldüresiye dövülen bir diğer genci, eli sopalıların kadınlara, çocuklara, gençlere ayrımsız nasıl işkence ettiklerini…
Sadece Ali İsmail’e yapılanlara değil, her birinin yaşadıklarına ayrı ayrı önce üzülüyor, sonra öfkeleniyor, daha sonra “münferit” kelimesinin bu coğrafyadaki anlamsızlığını kavrıyorsunuz. Kitap, bu yönüyle, düşman hukukunun o günlerde nasıl sistematize edildiğini ve tarihsel alışkanlıklarının hepsinin en çıplak haliyle nasıl kendini gösterdiğini de ortaya koyuyor. Ve elbette Ali İsmail’in o sokağa girmeden önceki son anları, annesinin yaptığı son görüntülü konuşmada nasıl iki kez “seni seviyorum” diye seslendiği, o sokağa girdikten sonra nasıl korktuğu neler yaşadığı.
Kitabın, son bölümünde ise Ali İsmail’in ailesiyle yapılan, gözleriniz dolmadan okuyamadığınız geniş bir söyleşi var. Orada, Ali İsmail’in yoğun bakımdaki günlerini anlatırken diyor ki annesi Emel Korkmaz ağlaya ağlaya; “23 gün geçmişti. Gürkan hep yanımızdaydı. ‘Haydi Ali İsmail’ dedim. ‘Oğlum, haydi aç gözünü, abin rahat şekilde işine gitsin.’ Sağ tarafı hiç hareket etmedi. Sol elini böyle kaldırdı, kaldırdı, bıraktı. ‘Anne yapamıyorum’ demişti ama ben anlayamadım.”
Kitapta Ali İsmail’in bilinmeyen fotoğrafları, günlüğündeki satırları da mevcut. Saymaz’ın elinde Ali İsmail’i anlatan çok daha fazla malzeme olduğu ancak belki büyük bir haksızlığı anlatabilmek ve satırlar arasında okurun kaybolmasını önlemek için tamamının kullanılmadığı anlaşılıyor. Bu nedenle, pozitif bir eleştiri anlamında, kitabın bir eksiği “daha fazlasını okuma isteği” yaratması olarak söylenebilir. Ancak şüphesiz; Ali İsmail’i anlamak, “amasız” cümlelerin olduğu bir toplumu inşa etmek ve yarın çocuklarınıza okutmak için kitabın mutlaka kitaplığınızda bulunması gerekir.
GÖKÇER TAHİNCİOĞLU
15.05.2015 http://kitap.radikal.com.tr/
Kitabın Künyesi
Ali İsmail – Emri Kim Verdi?
İsmail Saymaz
İletişim Yayıncılık / Bugünün Kitapları Dizisi
Türkçe
195 s. — 2. Hamur– Ciltsiz — 13 x 19 cm
İstanbul, 2015