İnceliklerin ana şairi: Gülten Akın – Müslüm Kabadayı

gültenHer eylem diyalektiğini zorlar. Kıraç toprakta yoksullukla boğuşan insanın yüreğinden gelen sesini zorlaması gibi. Bu zorlama, Hacı Taşan’ı, Muharrem ve Neşet Ertaş’ı yaratır bozlakta. Yusuf Ziya Bahadınlı’yı, Abbas Sayar’ı yaratır öykü ve romanda. Şiirde de inceliklerin imge anası Gülten Akın’ı… 1933’te Yozgat’ta doğan, ortaöğrenimini ve Hukuk Fakültesini Ankara’da tamamlayan Gülten Akın, karanlığa karşı eylemliliğinin diyalektiği olarak “kara saçlarını keser.”

1956’da Yaşar Cankoçak’la evlendikten sonra 1958-1972 yılları arasında Anadolu’nun değişik kentlerinde eşinin görevi dolayısıyla avukatlık ve öğretmenlik yaparak yaşamak durumunda kalan şair, 1972’de Ankara’ya döner. Türk Dil Kurumu ve TRT’de çalışır. Birçok demokratik kitle örgütünün çalışmalarına kurucu ve yönetici olarak emek verir. 4 Kasım 2015’te yaşama gözlerini yumar. Kısaca özetlediğim 82 yılın büyük bölümüne doğa ve insan sevgisini, aşkını, ayrılık ve özlemleri, toplumsal sorunları, haksızlık ve eşitsizliğe karşı yürütülen kavgayı, özgürlüğü, yaşamdan beslenen şiiriyle sığdırır.
Mahmut Temizyürek, onun şiirleri için “anacıl, diğerkâm” demektedir. 1951’de ilk şiiri Son Havadis gazetesinde yayınlanan Gülten Akın’ın, 1956 ‘da yayınlanan ilk şiir kitabı “Rüzgâr Saati”nden 2003’te yayınlanan son şiir kitabı “Uzak Bir Kıyıda”na kadar onlarca yapıtta yer alan şiirlerinde modern ile geleneksel şiirin olanaklarını ustaca sentezlediği görülür. “Destan” ve “ilahi”yi kullanmaktan folklordan yararlanmaya kadar geleneğe yaslanan şair, İlkyaz şiirinin en çok bilinen ve bir özdeyiş gibi söylenen “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya” dizelerinde, kapitalizmin yarattığı insani çelişkiyi ustaca betimler. Kadın-erkek ilişki ve çelişkisini aynı şiirin bir bölümünde şöyle işler: Sonra kasabanın cezaevinde / Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz / Günlerimiz iterek genişletiyoruz/ Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye / Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye”
Onun şiiri üzerine çalışmalar yapıldığı için bu yazıda, daha çok kişisel izlenim ve Gülten Akın’la çakışan bir dönemim üzerine düşüncemi, aynı döneme dair şair Ali Yüce’nin bir notunu paylaşmak istiyorum. Bu iki şair, aynı zamanda 1992’de Trabzon’da dünyaya gelen kızımız İlkyaz’ın adına kaynaklık eden şiirleriyle de benim için önemlidirler.
Ali Yüce, kentteşi (Hataylı) şair ve veteriner hekim Mehmet Turan Yarar’a yazdığı mektuplardan birine “Birikim” şiirini ekler. Şiirin altına da “Haberler ve Hava Raporu” başlığını atarak şu iki notu düşer: “1. Antakya’da kışla bahar kucak kucağa şimdi. Portakalla üzüm yan yana. Hava bir sıcak bir sıcak. 2. Geçenlerde Gülten Akın’la beyi Antakya’ya gelmişler. Beni sormuşlar. Osman Sakallı geldi götürdü. TÖS Lokali’nde biraz konuştuk. Kocası Maraş Vali Muavinliğine atanmış. İstanbul’dan gelmişler. Asım Bezirci’de benim şiirleri görmüşler. İlgilendiler, birkaç tane verdim. Sevdim onları. Özellikle şunu söylediler. Benim yüklemsiz şiirleri ilgi çekiyormuş.
Ali Püsküllüoğlu Gülten Akın’ın eniştesiymiş. Ulus gazetesinin sanat ekini hazırlarmış Ali. Benim de göndermemi söylediler. Ben Ulus’un sanat ekini hiç görmedim. Ankara’da Ali Püsküllüoğlu’nu göremedim. Ulus gazetesi eliyle iki şiir yolladım.”
Ali Yüce, aynı mektubuna ek olarak “yüklemsiz şiir”lerinden “Bürokrasi”yi koyar. Bu şiirin son bölümcesinde yer alan Türkiye Öğretmen Sendikası’nın boykotunun 1969’da gerçekleştiği dikkate alındığında mektubun 1970 sonlarında gönderildiği anlaşılmaktadır. “Boncuk şiir” de denilen “yüklemsiz şiir”i örneklemek bakımından son bölümceyi yazmak istiyorum.

bono fazi yatırım yırtık yama
açık zarf kapalı zarf kilitli zarf
arttırma eksiltme samanlık ihale
ziyaret ticaret vergi sadaka hile
koltuk tabut mezar zaman kuyu
müdür müsteşar göbek sepet küfe
çanta müfettiş sünnetçi fikir böğelek
soru kıl rapor kılıç muska yolluk
TÖS boykot grev bilim yasa eylem

Evet, Gülten Akın’ın, eşi Yaşar Cankoçak’la 1970’te Ali Yüce’yi Antakya’ya ziyaret ettikten sonra eşinin Vali Muavini olarak Maraş’a atanması nedeniyle oraya gider. Bu kentte kaldığı dönemde yazdığı şiirler “Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı” adıyla 1972’de yayınlanır. Fransız işgaline direnmiş bir halkın çocuklarının yaşadığı bu kente gericiliğin egemen olmadığı yıllarda tarihsel ve toplumsal bakışla kaleme aldığı bu destanın bir bölümü şöyledir:

“Adamın su gibi akanıdır Maraşlı
Biberde çeltikte pamukta elleri
Sim işler, oyma yapar, edik diker gibidir
Sinsin oynar, halay çeker, diz kırar gibidir”

Gülten Akın 38 yaşında Maraş’tayken, 11 yaşında bir çocuk olarak oradaydım. 1971-1972 Eğitim-Öğretim Yılı’nda parasız yatılı olarak 24 gün okuduğum Maraş İmam Hatip Lisesi’nden ayrılarak Düziçi İlköğretmen Okulu’na gidene kadar, ondan habersiz Maraş’ın havasını teneffüs edip suyunu içmişim. Ancak, aynı dönemde orada ilköğretim müfettişliği yapan ve Ali Yüce’nin de köylüsü olan Hasan Pekmez’den adını ilk kez duymuştum. Onun şiirini derinlemesine algılayarak okuduğum dönem ise, 1978’de DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencisi olmamla başlamıştır.
“Halkta var olan öz ve biçimi diyalektik olarak yükseltmek, şiiri yükseltirken halkın yaşamının ve yaşam biçimlerinin yükselmesine yardımcı olmak” şeklinde açıkladığı şiir-halk ilişkisine dair düşüncesi, onun aynı zamanda toplumcu politik bir şair olduğunun göstergesidir. Onu saygıyla anarken, insanların “durup ince şeyleri anlamaya” yoğunlaştığı Sosyalist Türkiye’de “toplumcu sanat emeği ödülü”yle Gülten Akın’ın yaşatılacağına inanıyorum.