Adam Smith’in İnsan Doğasıyla İlgili Görüşleri

Adam Smith
İskoç Aydınlanması’nın önemli filozoflarından biri de Adam Smith’tir. Smith her ne kadar ekonomi-politiğin kurucusu olarak ün salmış olsa da düşünce tarihinde esasen ekonomi-politiğin kendisinin sadece bir parçası olduğu genel bir ahlak sistemi kurmuş olan önemli bir filozof olarak geçer. Felsefe ya da sisteminin kökeninde, en çok etkilendiği filozof olarak Hume’un muhayyile anlayışı ve duygudaşlık görüşü bulunan Adam Smith “duygudaşlığı” bir yandan başka bir kimsenin durumunu anlama yeteneğimizle özdeşleştirirken, diğer yandan kişinin sosyal etkileşim yoluyla oluşan ahlaki kimliğinin temeline oturtmuştur.
Çok daha önemlisi, onun adaletin temelinde bulunan bir haklar teorisiyle adaletin koruyucusu olarak belli bir politik yönetim teorisi geliştirdiği kabul edilir. Pazar ekonomisini insanın aydınlanmış ya da basiretli özçıkarının ifadesi olarak değerlendiren Smith, aslında özçıkarın insan doğasının temel, özsel bir yönü olması nedeniyle, bütün toplum biçimlerinde başında olduğunu düşünmekteydi. Fakat özçıkar esas itibariyle ticaret toplumunda öne çıkmak durumundaydı; bunun da nedeni, ticaret toplumunun, kişinin çıkarının peşinden koşmasını bireysel özgürlükle tam ve kusursuzca bağdaşan bir şey haline getirmiş olmasıydı.

(b) İnsan Doğasıyla İlgili Görüşleri
Demek ki sosyal fenomenlere ilişkin araştırmasında, Newton’un yerçekimi ilkesinin beşeri yönden muadili olacak bir ilke bulmaya çalışan Smith, insan doğasının evrensel bir özelliği üzerinde durur. Burası, Smith üzerine yazıp çizenlerin “Adam Smith problemi” adıyla telaffuz ettikleri bir problem ya da güçlüğün ortaya çıktığı yerdir. Problem, insan doğasının, Newtoncu evrensel özelliğinin, Smith’in iki ayrı eserinde iki farklı şekilde ifade edilmesinden kaynaklanmaktadır. Buna göre, Smith Ahlaki Duygular Teorisi adlı eserinde insanın en temel özelliğinin “duygudaşlık”, yani kişinin kendisini başkalarının yerine koyması, başkalarının sevincini ve üzüntüsünü paylaşması olduğunu söyler. Buna mukabil, Ulusların Zenginliği adlı eserinde, Smith insan doğasının evrensel özelliğinin “özçıkar” olduğunu ifade eder.

Birinci şahsın bakış açısıyla üçüncü şahsın bakış açısını veya bireyci bir etik tasarımıyla bir sosyal ahlakı bağdaştırma, bireyi topluma bağlama problemi olarak, aslında bütün Aydınlanma filozoflarının mustarip olduğu bu problem, ahlak psikolojisinde belli bir insan doğası telakkisi, buna mukabil iktisadi süreçlere ilişkin analizinde başka bir insan doğası telakkisi geliştiren Smith’te de en azından bir tutarsızlık olarak karşımıza yeniden çıkar. Aydınlanmanın etik ve politikası açısından gerçekte çözümsüz gibi görünen bu güçlük ya da problemin Smith’te tutarsızlık olarak ortaya çıkan versiyonunu bir çözüme kavuşturabilmek için insanın söz konusu iki özelliğini de ihtiva edecek daha genel bir insan doğası anlayışına başvurulabilir. Bu açıdan hareket edildiğinde, Smith’in, tıpkı Hobbes ve Locke gibi, insanı, davranışı bilinçli ve bir amaca yönelmiş olan akıllı bir varlık olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Hobbes ve Locke, insanın söz konusu rasyonalitesini, toplumsal ve politik örgütlenmenin bir aracı olarak devletin veya yönetimin tesisinde önemli bir rol oynayan toplum sözleşmesinin temeline yerleştirmişlerdi. Oysa “doğa durumu”nu, tıpkı Hume gibi, bir kurgu olduğu gerekçesiyle reddeden ve dolayısıyla insanın baştan beri sosyal bir varlık olduğunu kabul eden Smith, onun rasyonalitesini sosyal süreçler veya etkileşim ya da irâdi bir ilişki ve mübadele yoluyla gerçekleşen daha otomatik bir toplumsal örgütlenmeyi açıklamak için kullanır. Başka bir deyişle, o, insanın akıllı bir varlık olduğu düşüncesini metodolojik amaçlarla benimserken, başta ekonomik ilişkiler olmak üzere, bütün toplumsal fenomenleri akıllı varlıkların amaçlı davranışlarının eseri olarak açıklamaya yönelir.
Ona göre, akıllı insan varlığının temel arzusu “durumunu iyileştirmek”tir. İnsan, Smith’in noktainazarından bakıldığında, hep daha iyi bir duruma geçmek isteyen doyumsuz bir hayvandır.
Aydınlanmanın ilerleme düşüncesiyle de yeterince uyumlu olan bu hakikat, Smith’e göre, insanın sadece maddi çıkarlarıyla ilgili olduğu, ekonomik alan dışında hayatın hiçbir boyutunda ilerleme ve gelişmeyi düşünmediği, kendi çıkarını başkalarının çıkarını unutacak derecede temele aldığı anlamına gelmez. O, insan doğasının bu kadar sınırlı olmadığını, “aydınlanmış çıkar” adına dahi olsa başkalarına yöneldiğinde, doğal bencilliğini törpülediğini öne sürerken, Ulusların Zenginliği’nde temel kavram olarak geçen “özçıkar”ı Ahlaki Duygular Teorisi’nin temel kavramı olan “duygudaşlık”la dengeler.

Bunun Smith’te, birbiriyle ilişkili birkaç nedeni vardır: Birincisi ve en önemlisi, çıkış noktası her ne kadar birey veya birinci şahıs olsa da ahlaki ilişkilerin ve moral değerlerin insanların birbirleriyle ilişkiye girdikleri sosyal süreçlerde ortaya çıkmasıdır. İkincisi ise insanın ahlaki hayatını duygulara indirgeyen etik teori olarak duyguculuğun en azından yüzyıllık bir sürecin ardından daha rafine hale gelmesi; bu gelenek içinde yer alan bir filozof olarak en azından Smith’in insandaki duygusal zeminin, onun ödev ve yükümlülüklerini de ihtiva edecek kadar geniş olduğunu fark etmiş olmasıdır. Smith’te “özçıkar”ın “duygudaşlık”la dengelenmesinin üçüncü bir nedeni ise, onun etik anlayışıyla ekonomi-politik anlayışı arasında her ne kadar yakın bir ilişki bulunsa da ahlak alanına geçildiğinde muhayyilenin mahiyetinin ve türünün değişmesidir.

Ahmet Cevizci
Felsefe Tarihi
Say Yayınları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir