Leylâ,
Sevmeyi, neleri nice ya da nasıl sevmeyi, (nedenli ya zırva da olsa) sana öğretmek, kabul ettirmek gibi bir çabam olamaz elbet. Bu her şeyden önce sana saygısızlık, seni önemsemezlik olur. Gelgelelim -bu benim kara bahtımdır- sana kul, sana divâne olmanın “aşırılığını” sevmediğini söylüyorsun. Bir doz, bir ayar meselesinden çok, bir çeşit acımaklı tersleme! Bu bahiste yerden göğe haklısın. Zaten sen asla haksız düşmeyeceksin. Ne var ki hayatım, sebep gösterme ya da deliller üzerinde düşünmekle geçtiği halde, bu bahiste kafamdan çok yüreğimi verdim sana. “Verdim” yanlış galiba! Mesele vermekle bitmezmiş meğer. Kabul ettirmek, yüzümü dönünce bir kenara âlelade fazladan ve hurda bir nen gibi attırmamak varmış. Öğrettin, sağ ol. Ne diye böyle sıcak, böyle dost, böyle “hayır” denilemeyecek bir havadasın? “S..tir çekme” nin bu şendeki çeşidini bin yıl yaşasam öğrenemezdim.
“Zaafı hiçbirimiz sevmeyiz” diyorsun. İşi kelime oyununa dökmüş olmayayım. Sevmek de bir zaaf değil mi? Hattâ nice üstünlüklerin, nice erdem sayılan olguların, alt yüzü zaaf’a varmaz mı? Seni sevmeyim de, önemli ya da önemsiz, kendi cehennemimde seninle dayatmayım da ne yapayım Leylâ? Başıma hangi ataşı
dökeyim? Bunlar sana sorulacak nenler değil. Benimki de çaresizlik, hay gebereydim!
Elbet nasıl istersen öyle olacak… Öpülesi her nenlerin sende, yerli yerinde, duruyor. Zorla, tek yönlü (kendi mübâlağalı duyarlığımla -senden!-) mektuplarda bile öpemem elbet. Affet demeğe korkuyorum, kızarsın diye… Sana, oralığa gelmek mi canım? Ne mene küfredersen et yahut nasıl ilgisiz olursan ol, şu anda sadece ölmek istiyorum. Gebermek. Tek çıkar yol bu. Öyle ki cansız bir gövdeden gayrı hiçbir nen, hiçbir iz, hattâ hiçbir anı bırakmadan gebermek. Senin başın için yemin ederim bu böyle.
Derkenar: Sana kırgın, sana dargın, alınmış da değilim. Bütün kahrım kendime. Sakın üzülme. Yalvarırım üzülme.
[İmza]
Leylim Leylim & Ahmed Arif’ten Leyla Erbil’e Mektuplar
Yazar: Ahmed Arif
Yayınevi : İş Bankası Kültür Yayınları