Antikçağ Anadolu Şiiri Antolojisi
Antikçağ Anadolu Şiiri Antolojisi, okuyucuyu, şiir denen mucizenin derin köklerine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Karadeniz kıyılarından Ege?ye, Midilli?den Çukurova?ya, Akdeniz kıyılarından Kıbrıs?a uzanan bir coğrafyada şiir yazmış nice ozanın dizelerinde, Anadolu antikçağında boy atmış büyük bir şiir geleneğiyle yüz yüzeyiz. Koslu, Miletoslu, Samoslu, Ephesoslu, Smyrnalı, Lesboslu ozanlar… Homeros?lar, Sappho?lar, Anakreon?lar, Alkman?lar ve daha nice hemşerimiz? Yolculuğa kuşbakışı baktığımızda, değişik yüzyıllardan, farklı uygarlıklardan geçerken, şiirlerarası bir bütünlükle karşılaşıyoruz. Değişik gelenekler, yaşam tarzları, siyasal yapılar barındıran farklı toplumlarda dilden dile yayılan bu dizeler, Anadolu toprakları ve kıyılarında ortak bir duyarlık yaratıyor.
?Bir avuç tozdur elinizdeki Antoloji. İki bin yedi yüz yıl boyunca yangınlar, savaşlar, depremler, bağnazlıklar yüzünden yok olmuş nice şiirden arta kalan bir avuç toz. Şairlerden kalan Parça?lar: örselenmiş papirüsler, yırtık ceylan derileri, kırık taşlar. Bu yaralı mirasa baktığımızda, büyük bir şiir deneyimini sezebiliyoruz en azından. Rhodos?ta başlayıp Akdeniz kıyısında bitiyor bu Antoloji?de antik yolculuğu şiirin. Neler görmedik ki bu yolculukta: Dalavereciler, denizin aldığı balıkçılar, boğulan genç kızlar, muhabbet tellalları, deniz savaşları, balık pazarları, haylaz öğrenciler; aşk ve şarap, kösnüyen kadınlar, tuzlu suyu Ege? nin, düşkün zenginler, mezar taşları ve her dönemeçte karşımıza çıkan Acı.?
Erdal Alova
Apollonios
(Argonautika?dan)
MEDEİA
Sonra yaydı gece karanlığı yeryüzüne,
bakıyordu denizde gemiciler teknelerinden
Büyük Ayı?ya, Orion yıldızlarına. Gezginin de
bekçinin de uyku akıyordu gözünden,
gamlı bir uyku kaplamıştı çocukları ölmüş anayı,
duyulmaz olmuştu artık havlamalar kentte,
kesilmişti şamataları erkeklerin; basıyordu
sessizlik bağrına, giderek kararan kasveti.
Gelmiyordu bir türlü tatlı uykusu Medeia?nın
Aesonoğlu?na duyduğu aşktan, nice kaygı yüzünden
girmiyordu uyku gözüne. Korkuyordu çünkü
yabanıl gücünden boğaların, korkunç bir biçimde
öldürmelerinden İason?u Ares?in topraklarında.
Öyle acıyordu ki ona, yaşlar boşanıyordu gözlerinden,
yiyip bitiriyordu Medeia?yı yüreğinde yer eden acı,
yakarak geçiyordu derisinden, yumuşacık kaslarından,
en keskin dalışını yaptığı ense kökünden
ta diplere dek, yorulmak bilmez Aşk tanrıları
saplar saplamaz oklarını yüreğine. Ve göğsünde
küt küt atıyordu yüreği, bir kazana ya da bir bakraca
yeni dökülmüş sudan duvara yansıyan ışığın
titreyişleri gibi; hızla çalkalanırken su,
ışık nasıl bir sıçrayıp bir çarparsa sağa sola
kızın yüreği de öyle oynayıp duruyordu.
Düşündü bir an, versin İason?a bütün büyüleri,
tılsım yapsın diye boğalara; sonra vazgeçti birden,
en iyisi, kendi ölsündü; yeniden düşündü,
ne ölecek, ne büyüleri verecekti; katlanacaktı
yazgısına, taş basıp bağrına. Sonra oturdu;
bir gidip bir geliyordu aklında düşünceler
kuşkular içinde. Ve dedi:
?Zavallı ben! Kötülüklerden kötülük beğen!
Şaşkına döndüm, derman yok gayrı benim derdime,
yakıp duruyor içimi acı dur durak bilmeden,
ölseydim keşke hızlı mızraklarından Artemis?in
gözlerim takılmadan ona, getirmeden Khalkiope?nin
oğulları Akha teknesini buraya. Bir tanrı, bir öfke
getirdi onları buraya acılar çekelim,
gözyaşı dökelim diye. Yazgısı ölmekse ovada
varsın ölsün savaşta. Hangi büyüleri hazırlarım
şimdi ben, ana-babamın arkasından? Ne derim onlara?
Nasıl bir tuzak, nasıl zekice bir tertip kursam
bana yardım edecek? Görürsem onu tek başına
yoldaşlarından uzakta, bir selam yollasam mı?
Ne şans bendeki! Ölse bile, tek umut yok
beni acılardan kurtaracak; zavallı bir kadın
olarak yaşayacağım o öldükten sonra.
Elveda utanç! Elveda iyi adım benim! Varsın
korusun güçlerim onu, gitsin gönlünün çektiği yere,
gitsin hiç incinmeden. Bana gelince, yarışmadan
galip çıktığı gün ölüp gideyim; ya ilmeği geçirip
boynuma sarayda, ya da içerek ölümcül ilaçlardan.
Yine de alay edecekler benimle öldüğüm zaman;
bütün uzak kentlerde çınlayacak alınyazım,
ve savurup adımı dudaklarından Kolkhisli kadınlar
hakaretler yağdıracaklar, eğlenecekler benimle:
?Hani o kız, bir yabancı için onca kaygılanan,
öldürmüş kendini; yurdunu, ana babasını rezil eden
o kız, yenilmiş çılgın bir tutkuya.? Hangi ayıp
benim olmayacak ki? Vah, şu çılgın tutkum!
Ayrılmak olacak benim
için en hayırlısı
bu yaşamdan gizemli bir ölümle bu gece, kendi
odamda,
öyle ürkülecek, korkulacak şeyler yapmadan,
uzakta her türlü kara çalmadan, yüzkarasından.?
Böyle dedi ve gidip bir kutu getirdi
içi bir sürü ilaçla dolu, kimisi yaşam veren,
kimisi ölümcül; sonra ağladı koyup kutuyu dizine,
ıslattı göğsünü dinmeyen gözyaşları;
seller gibi ağladı acı acı kendi yazgısına.
Gevşetti yavaştan tokasını kutunun; geçti içinden
mutsuz kızın ölümcül ilacı içmek. Ama birden,
durdurdu onu duyduğu müthiş korku Hades?ten.
Ve sessizlikte öylece kalakaldı uzun süre
geçti gözünün önünden bütün o güzelim şeyler
yaşam boyu üstünde titreyip durduğu; bir bir
düşündü bütün hazlarını yaşamın; mutlu olan
arkadaşlarını düşündü bir genç kıza yaraşırcasına.
Güneş her zamankinden güzel doğuyordu,
yanıp tutuşurken yüreği bütün bunlar için.
Alıp dizinden kutuyu koydu bir kenara,
yardımıyla Hera?nın değişmişti şimdi düşüncesi,
bir gidip bir gelmiyordu artık düşünceler aklında.
Diliyordu şimdi bir an önce ağarsın diye tanyeri,
vermek için İason?a tılsım yapacak büyüleri,
yüz yüze gelsin diye onunla. Sık sık açıyordu
sürgüsünü kapının görmek için ağaran günü.
Birden sevinç kapladı her yanını, ilk ışıklarını
saçtığı zaman güneş, birer birer uyanırken
uykularından insanlar.
ARGO GEZİNEN KAYALAR ARASINDA
Dört yandan yüzüp gelen Nereus kızları
karşıladı onları burada; uzandı dümene
teknenin kıçına çıkan Thetis, göstermek için
yolu Gezinen Kayalar arasında.
Güzel havalarda yunus sürüleri nasıl
derinlerden sıçrayıp hızla giden tekneyi kuşatırlarsa,
bir önden, bir arkadan, derken her yandan,
mest ederek gemicileri; Nereus kızları da öyle,
birbiri peşi sıra fırlayıp ok gibi
sardılar Argo?yu, yol gösterirken Thetis.
Tekne çarptı çarpacakken Gezinen Kayalar?a,
çabucak çekip giysilerini ak dizlerinin üstüne
koşuştular kayalıklara doğru telaşla,
çatlarken dalgalar iki yanında teknenin.
Zorluyordu bordadan Argo?yu sert akıntılar
dört yanda kabaran öfkeli dalgalar
patlarken kayalıklarda; dokundu bir an tekne
gökyüzüne dev bir sarkıt gibi, derken
boyladı denizin dibini, çok yukarılarda
kaldı yabanıl dalgalar. Kumsalda küçük kızlar
kıvırıp gömleklerini bellerinin üstüne
nasıl top oynarlarsa, hiç değdirmeden yere,
Nereus kızları da tutup tekneyi sırayla,
fırlatıyorlardı havaya dalgaların üstünden,
sürekli uzaklaştırıp kayalardan; fışkıran deniz
dört dönüyordu çevresinde hepsinin.
Durmuş bakıyordu tanrı Hephaistos üstünde
düz bir kayanın, yaslamıştı güçlü omzunu
balyozunun sapına; Zeus?un karısı da bakıyordu
pırıl pırıl gökyüzünün üstünde, sarılmıştı
Athena?ya bütün bunları seyrederken, öylesine
bir korku kaplamıştı kadını. Gün ışığı ilkbaharın
indikçe akşama doğru, uğraşıp durdu kızlar
iterek tekneyi korkunç yankılanan kayalar
arasında. Derken, yakaladı yeniden Argonautlar
rüzgârı ve yol aldılar pupa yelken.
Geçtiler tez zamanda Thrinakia çayırlıklarını
Helios öküzlerini besleyen. Daldı periler
derinliklerine denizin martılar gibi;
getirmişlerdi dileğini yerine Zeus?un karısının.
Timokreon
İyi, siz Pausanias deyin ya da Ksanthippos,
hatta Leotykhidas; ben Aristides diyorum
Atina?dan gelen en iyi adam; nefret ettiğinden beri
Leto Themistokles?ten, o yalancıdan, o düzenbazdan;
o hain ki rüşvet aldığı üç beş parça gümüş için
gurbet elde bıraktıydı dostu Timokreon?u
yurdu İalysos?tan uzaklarda. Atıp cebine üç talent?i
yelken açtıydı cehennemin dibine;
canı istediğini ihya edip canı istediğini
öldürüp sürgüne yollayarak.
O ki, küpünü doldurup geldiği İsthmos?ta
tam bir rezil gibi, hancı kılığına bürünüp
soğuk et yedirmişti müşterilerine
beddualarını alıp hepsinin.
³
Kör tanrısı zenginlerin, ne kadar isterdim
göze görünmemeni kıyıda, denizde ya da ovada;
Tartaros?ta olmanı isterdim, Akheron kıyısında,
sensin çünkü dünyada bütün kötülüklerin anası.
Dionysios
Hayatının baharında bırakıp biz İalysosluları
battın Phaenokritos unutuşun denizine,
koparıp daracık ömründe çiçeklerini bilgeliğin;
sarmış şimdi mezarını çepeçevre, bir damla
gözyaşı dökmeyen baykuşlar. Gelmez daha
sen gibi bir türkücü sürdükçe insan soyu.
Kitabın Künyesi
Antikçağ Anadolu Şiiri Antolojisi
Yayına Hazırlayan: Celâl Üster
Çeviren: Erdal Alova
Sayfa sayısı: 200
Yayın tarihi: 2008