Baba Kim? Aileyi Kim Kurar? Travmatik Aidiyetin Psikanalizi
Bir ruh sağlığı uzmanı olarak , terapi odalarımızın loş ışıklarında veya gündelik hayatın absürt karmaşasında, dilimize pelesenk olan ama derinliğini pek de sorgulamadığımız bir soruyu cesurca masaya yatıralım: “Baba Kim? Aileyi Kim Kurar? Ve bu kutsal sandığımız aidiyet duygusu, ruhumuzda nasıl travmatik bir zincire dönüşür?”
Baba Kimdir?: Biyolojinin Ötesinde Bir İşlev ve Birkaç Psikopatolojik Şaka
Hadi itiraf edelim, birçoğumuz için “baba”, evin reisi, otoritenin simgesi, pazar sabahı gazete okuyan, arada bir nasihat veren o ‘kutsal’ figürdür. Ama gelin Jung’un dediği gibi, “Bilinçdışına inmeyen hiç kimse, bir ağaçta büyümeyen bir meyve gibidir.” O zaman biz de bu ağacın köklerine, yani babaya inelim.
Freud’un o meşhur “baba katli” metaforunu duymayan kalmamıştır herhalde. Sanırsınız tüm psikanalistler seri katil yetiştirme peşinde. Oysa Freud, bu “katliamın” kanlı bir eylem değil, psikolojik bir zorunluluk olduğunu fısıldar: “Baba’yı öldürmeden özgürleşmek mümkün değildir.” Burada kastedilen, biyolojik babanızı ortadan kaldırmak değil (ki bu, adli bir vaka olurdu ve terapiden çok avukata ihtiyacınız olurdu!), onun temsil ettiği mutlak otoriteyi, koyduğu kuralları, yasakları ve beklentileri içsel olarak aşmaktır. Yoksa hayat boyu ‘baba ne der?’ sendromuyla yaşar, sürekli birilerinin onayını arayan kronik bir ergen olarak kalırsınız. Bir baba, sadece bir soy ağacındaki isim değil, aynı zamanda ruhun haritasına kazınan bir yasadır. Bu yasa, sizi koruduğu gibi, bazen de görünmez bir kafese hapsedebilir.
Lacan ise bu yasa meselesini daha da soyutlar, hatta bir tık kafa karıştırır. Onun için “Baba”, “Ad-ın-Babası”dır (Nom-du-Père). Yani, dilin, kültürel düzenin, toplumsal kuralların ve normların temsilcisi. Özne olarak var olabilmek için bu sembolik düzene (yani dile, kurallara) girmemiz gerekir. Dolayısıyla, “Babanın sesi, bilinçdışının yankısıdır; bazen bir melodidir, bazen bir kelepçe.” Lacan’ın baba katli, bu yasanın mutlakiyetini sorgulamak, kendi arzumuzu onun arzusundan ayırmak, yani sistemin içinde kendimize özgü bir “özerklik” alanı yaratmaktır. Yoksa sosyal medyadaki “ilişki hedefleri” gibi, başkalarının hayatlarının kopyası olmaktan öteye geçemeyiz.
Jung ise babaya başka bir pencereden bakar: Arketipsel Baba. Kişisel babanızın ötesinde, kolektif bilinçdışımızda var olan bir otorite, düzen, yapı arketipidir. Bu arketip hem koruyucu bir bilge hem de baskıcı bir tiran olabilir. Jung’a göre, “Her birey, kendi içindeki babayla bir hesaplaşma yaşar; bu savaşın galibi, özgürlüktür.” Bu savaş, babanızın gölge yönleriyle, yani onun kusurlarıyla, yetersizlikleriyle ve size yansıttığı bastırılmış taraflarıyla yüzleşmek ve bunları kendi benliğinizde bütünlemektir. Yoksa ömür boyu babanızın yarım kalmış hayallerini gerçekleştirmeye çalışır ya da sırf ona benzememek için kendinizi olmadığınız biri gibi yaşamaya zorlarsınız.
Aileyi Kim Kurar?: DNA’dan Travmatik Bağlara ve Pazar Kahvaltıları
“Aile kutsaldır!” cümlesi, çoğu zaman üzeri örtülen travmaların, bastırılmış duyguların ve görünmez zincirlerin en büyük perdesi olabilir. Aileyi sadece kan bağı mı kurar? Hayır, tabii ki. Paylaşılan anılar, ortak deneyimler, sırlar, gülüşmeler… ve evet, ne yazık ki paylaşılan travmalar da aileyi kurar.
İşte burada “travmatik aidiyet” denen o sinsi canavar sahneye çıkar. Aile, güvenli bir liman olmaktan çıkıp, nesiller arası travmaların aktarım aracı haline geldiğinde, aidiyet duygusu bir “hapishaneye” dönüşür. “Anneyi iyi tutma” baskısı gibi, babadan gelen beklentiler, aile sırları, üstü örtülen gerçekler, bireyi görünmez zincirlerle aileye bağlar. Bazen en derin yaralarımız, en “kutsal” kabul ettiğimiz aile masasında açılır. O pazar kahvaltıları, ailevi travmaların podyumudur aslında; herkes gülümserken, masanın altında bacaklar tekmeler, kalpler kanar.
- Kızgın Damdaki Kedi’den Brick’i hatırlayın. Big Daddy, ondan “erkek gibi olmasını”, miras için mücadele etmesini isterken, Brick sadece “koşulsuz sevgi” arıyordu. Ama o sevgi, “olduğun gibi kabul edilmek” değil, “olman gereken gibi olmak” şartına bağlanmıştı. Brick’in alkole sığınması, bu travmatik aidiyetin, yani koşullu sevginin boşluğuna karşı kendini uyuşturma biçimiydi. “Sevgi gelmiyor, çünkü Brick ‘ideal erkek’ olmuyor.” Bu, binlerce ailenin sessiz çığlığı değil mi?
Bu travmatik aidiyet, bireyin kendi kimliğini aileden ayrı kurmasına izin vermez. Sanki aile bir kalıp gibidir; herkes o kalıba uymak zorundadır. Uymayanlar ise sistemden atılır ya da “kara koyun” ilan edilir.
Travmatik Aidiyetin Psikanalizi: Zincirleri Kırma Sanatı
Peki, bu görünmez hapishaneden nasıl kurtulacağız? Bu sinsi zincirleri nasıl kıracağız?
- Farkındalık: İlk Adım, En Zor Adım: Bu travmatik aidiyetin farkına varmak, genellikle en sancılı adımdır. Çünkü ailemize duyduğumuz “sadakat” duygusu, bize gerçekleri görmemizi yasaklar. Ama Jung’un dediği gibi, “Kendi karanlığıyla yüzleşmeyen, asla bir ışık getiremez.”
- Yüzleşme ve Yas Tutma: Aile içindeki inkâr edilen gerçeklerle, bastırılmış duygularla (öfke, hayal kırıklığı, utanç) yüzleşmek gerekir. Karşılanmayan çocukluk ihtiyaçları için yas tutmak, bu zincirleri gevşetmenin önemli bir yoludur.
- Sınır Koyma ve Bireyleşme: Aileden (hem fiziksel hem de psikolojik olarak) sağlıklı sınırlar çizmek. Bu, aileyi terk etmek anlamına gelmez, ama onların beklentilerinin ve travmalarının kendi benliğinizi esir almasına izin vermemektir. “Özgürlük, ailenizin size çizdiği çemberin dışına çıkmaya cesaret ettiğinizde başlar. Bazen bu, bir iç savaşı gerektirir.”
- Döngüyü Kırmak: Kendi travmatik aidiyet deneyiminizi, kendi çocuklarınıza veya gelecekteki ilişkilerinize aktarmamak için bilinçli ve sürekli bir çaba sarf etmek. Bu, atalardan gelen zincirleri kıran bir kahramanlık eylemidir.
Sonuç: Yeni Bir Aile Anlayışı ve Özgürleşmiş Benlik
“Baba kim?” sorusu, sadece biyolojik bir yanıt değil, içselleştirilmiş yasa, otorite ve varoluşla kurulan ilişkinin bir ifadesidir. “Aileyi kim kurar?” sorusu ise kan bağından öte, bilinçli seçimler, koşulsuz kabul ve sağlıklı sınırlar üzerine inşa edilen bağların önemini vurgular.
Travmatik aidiyetin çözümlenmesi, bireye sadece psikolojik özgürlük sağlamaz, aynı zamanda daha otantik ve anlamlı ilişkiler kurma kapasitesi de verir.
Babanızı öldürmeden adam olmak mümkün mü? Belki de asıl soru, onu öldürmeden kendiniz olmaya cesaret edebilir misinizdir. Çünkü gerçek aile, bazen genlerinizde değil, ruhunuzda inşa ettiklerinizdir. Ve o “adam olma” serüveni, başkalarının kalıplarına uymak değil, kendi benzersiz kimliğinizi onurlandırmakla başlar. İzin verin, içinizdeki o özgür ruh, kendi hikayesini yazsın.